19 Nisan 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | Çakırcalı ve ecdad meselesi

Ecdat mı evet ecdat. Ama kimi kastediyoruz? Kanuni ise hayır. Biz neden egemenlerin devamcısı olalım. Halk olarak biz neden geçmişte olan ve sefahat süren saraylıların kanlı mirasının mesuliyetini üstlenelim. Osmanlı geniş halk için vergi ve asker zulmü iken onu mistifikasyona tabi tutarak cicileştiremezsiniz. Ama hakkınız var; saraylılar saraylıların geleneğini savunacak ve bunu bütün halkın geleneği diye yutturmaya çalışacak. Kötü anlamlı ideoloji tam da bu oluyor ve Marks bunu Alman İdeolojisi'nde nefasetle anlatıyordu. O halde sizin tarihiniz size bizimki bize.

Yaşar Kemal'in "Çakırcalı Efe" kitabında anlatılan zaman 1900'ler.

Anlatı büyük oranda tanıklıklara dayalı gerçek bir hayat hikayesi. Mekan kıyı Ege. Çakırcalı Mehmet, babası Ahmet öldürülünce onun yerini almıştır.

Babasının ve kendisinin mentorü sayılabilecek başyardımcısı bir Kürt: Hacı Mustafa.

Son anında kendisini alevlerin içine atan "eşkıya"nın Osmanlı ile ilişkisi şöyle: "Sana teslim olacağıma kendimi ateşe atarım."

Bölgenin eskileri ağırlıklı olarak Tahtacı-Alevi inancına sahip Türkmen yörüklerdir. Onlar bugün de Balıkesir'in dağ köylerinden Muğla'ya, Antalya'dan Mersin'e yaşamlarını sürdürüyor.

Kitapta onların dışında Kürtler, Çerkesler, Arnavutlar, Rumlar var.

Bu arada Yaşar Kemal hapishanelerde Kürtlerin çok olduğu bilgisini verir ve Hacı Mustafa'nın aşiretiyle birlikte o muhite yollandığını anlatır. Biz de anlarız ki Kürdün kaderi Osmanlı'nın son zamanlarında da bugünkünden farklı değildir.

Kuşkusuz Osmanlı Kürt ilişkilerinin başladığı 16. yüzyıldaki ilişki çok daha niteliklidir ve mesela Kanuni'nin Kürt beyleriyle anlaşmasını anlatan maddeler görece özerk ve karşılıklı bir ilişkiyi içermektedir.

Namlı bir Kürt eşkıyasının, Kürt bölgeleri eşkıya kaynarken, Batı Anadolu'da "liderlik" duygusunun olmamasını neyle açıklayabiliriz? Herhalde yurdundan sürülmek ve gurbet hissiyatı, olağan şartlarda gelişen liderlik özelliğini baskılamakta ve Hacı Mustafa gibi isimler "ikinci adam"lıkla iktifa etmektedirler.

Sadece bu değil, kültürel olarak Türk ile Kürt arasında, birbirini bütünleyebilecek ama ayrı olduklarında iki farklı özellik olarak öne çıkan davranış çizgileri de vardır.

Kürt asimile olmaz, kim olduğunu ve geçmişini unutmaz, siyasal mücadele içine girmese de aslını bilir ve hatırlamayı onur meselesi sayar, hatta sözlü kültürünü bunun üzerine bina eder.

Ancak mesela zorla iskan edilen bir aşiretten gelen Hacı Mustafa Batı Anadolu'da eşkıya liderliğine kalksa bütün topluma değil, kendisi gibi sürgünlere ulaşabilir. Bu durumda siyasal kadrosal getto haline hapsolur. Yıkıma uğraması mukadderat olur.

Diğer yandan Türk'ün davranış çizgisinde teşkilatçılık öne çıkar, o her halükarda örgütlemeyi başarır ki bunu devlet kurma geleneğinde gözlemek mümkündür. Hiç küçümsememeli, teşkilatçılığın bir güdü halini alarak kültür bileşenine dönmesi çok kıymetlidir.

Çakırcalı'da Kürt ile Türk ortaklaşarak güçlü bir teşkilatlanmaya ulaşır. Anlatının sonundaki gerçek olay çatışma aktarımı raporunda Çakırcalı Mehmet'in jandarma tarafından öldürüldüğü ama oradan bir tek Hacı Mustafa'nın sağ kurtulduğu bilgisi verilir ki ilginçtir ama dağları mesken tutmak bir davranış çizgisi olarak on yıllar boyunca daha Kürdün kaderi (veya kadersizliği) olacaktır.

Ancak en nihayet devlet katı egemenlere ait bir alandı ve halk ile arasında dağlar vardır. Geniş halk kitleleri bakımından Osmanlı, bugün ecdat denilen ve çeri çöpüyle birlikte savunulan yekun, zaptiye çavuşuyla tahsildardan ibarettir.

Erken dönem Osmanlı, Bizans'a karşı akıncılıktır ve dönemin çürümüş Batı Roması anlamına gelene Bizans'ın yıkılması bir tarihsel devrimdir.

Devrimin ömrü, bütün tarihsel devrimlerde olduğu gibi kısa ömürlüdür. Fetih rüyası ve örgütlenmiş yabancı karşıtlığıyla birlikte gericileşir ve tipik bir saray sultasına döner.

Kadının eve kapatılması, yöneten yönetilen arasında görece eşitlik biçimindeki kabile demokrasisi ortadan kalkar. Artı ürün belli ellerde toplanır. Seferler talana döner ve saraya akıtılmaya başlanır.

Sonrası bir avuç azınlık için zevku sefa en geniş nüfus için yoksulluktur ve yoksula karın doyurma yolu olarak talana katılma mecburiyeti vardır.

Toprak her şeye rağmen uzun süre özel mülk değildir ve köylü ekip biçerek karnını doyurmaktadır. Savaşlar için asker, askerler için yiyecek içecek, saray için vergi diye diye köylü inletilir.

Bu durumda umutsuzca da olsa yerel isyanlar patlar. Bazı durumlarda isyanlar geniş bir coğrafyaya yayılır ama en nihayet şiddet tekelini ve örgütlü şiddet imkanlarını elinde bulunduran Osmanlı ezerek, yok ederek galip gelir. Her yenilgi, fakir fukaranın bilincini örseler. İsyana kalkışmanın sonuçsuzluğuna iman edilir. Din, bir çığlık olarak öne çıkar ve yoksullar dine kuvvetle sarılır.

Ancak o din, egemen dini değildir ve bu durumda Ebu Suud gibi karşıdevrim hizmetkarı şeyhülislamlarla halk saflarındaki sufi ve dervişler karşı karşıya gelir ve halk genellikle kendi içlerinden çıkan alimlere hürmet eder. Bu durumda ortaya çıkan "dine karşı din"dir ve bunun teorisini, çok sonraları Ali Şeriatı gibi isimler yapacaktır.

Ecdat mı evet ecdat. Ama kimi kastediyoruz? Kanuni ise hayır. Biz neden egemenlerin devamcısı olalım. Halk olarak biz neden geçmişte olan ve sefahat süren saraylıların kanlı mirasının mesuliyetini üstlenelim.

Osmanlı geniş halk için vergi ve asker zulmü iken onu mistifikasyona tabi tutarak cicileştiremezsiniz.

Ama hakkınız var; saraylılar saraylıların geleneğini savunacak ve bunu bütün halkın geleneği diye yutturmaya çalışacak.

Kötü anlamlı ideoloji tam da bu oluyor ve Marks bunu mesela Alman İdeolojisi'nde nefasetle anlatıyordu.

O halde sizin tarihiniz size bizimki bize.

Sizin ecdadınız sizin bizimki bizim.

Bunların birbirine karışması helale haram karıştırmaktır.

Birbirine karışmasına izin vermeyiz.

Sizinkinde Kanuniler var Abdülhamitler var Vahdettinler var.

Bizimkinde Baciyan-ı Rum var Bedrettin var Ubeydullah-u Nehri var.

Bütün ezenlerin temsilcisisiniz ve onların bütün suçu size.

Çok şükür bütün garip gurebanın temsilcisiyiz, hepsi ecdadımızdır ve günahıyla onlar bizimdir.