28 Aralık 2025 Pazar

Jasmine dizisi üzerine

Jasmine dizisine dört kolla sarılmak ya da AKP'nin yasakçılığını onaylamak zorunda değiliz. Kadın özgürlükçü ele alış bu ikiliğin dışında edilmelidir. Bu tipte yapımlara eleştiriler getirenler, kadınları tasvir ediş biçimini mahkum edenler yine biz kadınlar olmalıyız.

Jasmine dizisi, yayınlanacağı duyurulduğu günden RTÜK tarafından erişime engellendiği güne bir çok tartışmanın ve değerlendirmenin konusu oldu. Kimi tartışmalarda "aile yapısını bozduğu" gerekçesi ile yasaklanmış olması alkış toplarken kimi tartışmalarda dizinin erkek şiddetini teşhir eden yönü, onun kadın özgürlükçü bir yapım olduğu değerlendirmelerine neden oldu. Bu yazımızda dizinin işlediği gerçeklik ve onu işleme biçimi ardından sansürlenerek yasaklanmasını tartışacağız.

Jasmine, Yasemin isimli ağır bir kalp hastalığı ile cebelleşen, genç, yoksul seks işçisi bir kadının yaşamını ele alıyor. Dizi izleyiciye "Hayatta kalmak için ne kadar ileri gidebilirsin" sorusunu sorarken aile içi şiddet gibi başlıkları da gündemine alıyor. Yasemin yoksullukla ve hastalıkla boğuşurken seks işçisi bir genç kadın olarak sistematik olarak erkek şiddetine uğruyor. Dizinin anlattıkları bu yönüyle bir gerçekliği ifade ediyor. Fakat asıl soru, Jasmine bu gerçekliği nasıl ve hangi bakış açısıyla işliyor?

Jasmine'de Yasemin'in hayatı ile gördüklerimiz nesnel gerçekler. Derinleşen yoksulluk krizi genç kadınların yaşamlarını da hedef alıyor. Genç kadınlar açlığa, yoksulluğa, geleceksizliğe mahkum ediliyor. Genç kadınlar barınma, beslenme, sağlığa erişim gibi yaşamsal gereksinimlerinden yoksun bırakılıyorlar. Üniversite öğrencisi genç kadınlar barınamıyorlar. Niteliksiz devlet yurtları ya da cemaat ve tarikat yurtları kadınlara tek adres olarak gösteriliyor. Kredi ve burslar ile geçinemiyorlar. Okurken bir yandan çalışmak üniversiteli kadınlar için bir zorunluluk halini alıyor. Genç kadınlar part-time işlerde düşük ücret, belirsiz saat ve iş tanımları, gündelik ödemelerle sigortasız biçimde çalıştırılıyorlar. Üstelik sistematik olarak patron ve müşteriler tarafından taciz ediliyorlar. Diğer yandan erkek egemen faşist şeflik rejimi, 10 yıla uzattığı "aile yılı" projesi ile kadınlara sürekli olarak evlilik çağrısı yapıyor. Evlilik teşvik paketleri, krediler ve kampanyalar ile erkek devlet evliliği adeta pazarlıyor. Evlilik yoluyla kadınlar evlere, evsel köleliğe hapsediliyor. Kadınların yüzde altmışının evlerinde katlediliyor; evlerde kadınları taciz, şiddet, sömürü ve ölümden başka hiçbir şey beklemiyor.

Yoksulluk krizi koşullarında ailenin dışında bir hayat sürmek isteyen genç kadınlara ise ilk sunulan cinsel sömürü ve beden sömürüsü oluyor. Genç kadınlar seks endüstrisine itiliyor. Genç kadınlara eğlence sektöründe figüran olarak çalışmak, erkeklerle zaman geçirerek para kazanmak, OnlyFans gibi dijital mecralarda içerik üretmek yoksulluktan çıkışın adresiymiş gibi sunuluyor. Öte yandan, seks işçilerine yönelik sömürü ve şiddet ise her geçen gün katmerleniyor. Seks işçileri barınma, sağlığa ulaşım gibi en temel haklarına erişemiyorlar. Hem polis şiddetinin hem de bir bir erkeklerin şiddetinin hedefi oluyorlar.

Yukarıda çizdiğimiz tablo, genç kadınların gerçekliğini yansıtıyor. Bu gerçek Jasmine'in yasaklanması ile değişmiyor. Tıpkı Jasmine'de işlendiği gibi seks işçisi kadınlar erkek şiddetinin hedefi oluyorlar. Tıpkı Jasmine'deki gibi yoksul genç kadınlar sağlığa erişemiyorlar. Tıpkı Jasmine'deki gibi kadınlar aile içinde şiddete, istismara uğratılıyorlar. Fakat şimdi biz bakalım, Jasmine dizisi bu gerçekliği nasıl işliyor?

Jasmine'de Yasemin bir özne değil, erkek bakış açısıyla gözlenen bir nesnedir. İzleyiciye bir kadının erkek şiddeti sarmalında hayatta kalma öyküsü değil, o kadının bir nesne olarak konumlandırılmış bedeni izletiliyor. Pornografik imgelerle bezeli bu dizi yine erkek izleyiciye pazarlanıyor. Dizide kadın karakterin erkek egemenliği ile çatışması izletilmiyor, karakter tamamen erkek beğenisi için erkekler tarafından yaratılmış. Projenin hem yönetmeninin hem de senaristinin erkek olması bu yorumumuza delil oluşturuyor.

Kadın karakterin erkek bakış açısıyla kurgulandığı tarzda üretimler yeni değil. Erkek egemen kapitalizmin kültür ve sanat endüstrisinde ekranlara yansıyan üretimlerde kadınlar ya bir şehvet nesnesi ya da itaatkarlığıyla bir övgü nesnesi olarak işleniyor. Kadın karakterler erkekler tarafından ya aşağılanan ya da onaylanan nesneler olarak karşımıza çıkıyor. Karakter kurguları, "Piyasada ne daha çok satar, ne tarz bir üretimden daha çok kar elde edilir" sorusu üzerinden şekillendiriliyor. Jasmine de bunun dışında değil, tam göbeğinde duruyor. Erkek şiddeti ile mücadele eden "sıradan" bir seks işçisi kadının piyasada değeri olmayacaktır, dev dijital platformlara bu hikaye satılamaz. Çünkü bu tarzda bir üretim, erkeklerin karşısına uygulayanın kendisi oldukları bir şiddet, baskı, sömürü gerçekliğini koyacaktır. Bunun yerine satılabilecek olan hikaye; erkeğin şehvet duygularını uyandıracak, kadın karakterin tüm çatışmalarının dışında bir arzu nesnesi halini aldığı, onların bakış açısından onlar için üretilmiş pornografik bir hikayedir. Burada eleştirimiz konusu olan, bir seks işçisinin hayatta kalma öyküsünün dizileştirilmesi değil, bunun nasıl yapıldığıdır.

Dizinin yasaklanmasına nasıl yaklaşacağız? Jasmine'i geniş kitlelere duyuran dev bütçeli reklam çalışmasının yanında RTÜK tarafından yasaklanması oldu. Jasmine, RTÜK tarafından yasaklanan ya da sansürlenen ilk dizi değil. AKP- MHP iktidarı dört koldan "kutsal ailenin" korunması için seferber oluyor. Genç kadınların emeğini, bedenini sömüren politikalarını yaygınlaştırıyor, açıkça yaşamlarımıza saldırıyor. Daha önce de ele aldığımız gibi, iktidarın şef tipi ailesi, genç kadınlar için şiddet ve sömürüden başka bir şey ifade etmiyor. Her güne yeni bir kadın cinayetiyle veyahut şüpheli kadın ölümüyle başlarken korunmak istenen kadınlar değil, bu şiddetin mekanı evler oluyor. Erkek devlet, kadın düşmanı politikalarını uygulamak adına her aracı kullanıyor. RTÜK de bu araçlardan biri olarak karşımızda duruyor.

Kadınların bedenlerinin denetlenmesini, yasaklanmasını, sansürlenmesini elbette sorunsallaştırmak gerekiyor. Jasmine örneğinde olduğu gibi, AKP iktidarı bu yasaklama üzerinden kadınların bedenlerini erkek egemen ahlak anlayışı için dilediğince yasaklayabileceği mesajını veriyor. Bu sansürün erkek egemen bir saldırı olduğu boyutu diziye ilişkin tüm eleştirilerimize rağmen yine de vurgulanmalıdır. Jasmine ile benzer bir çerçevede, benzer bir dijital platformda yayınlanan erkek baş karakterli bir dizi yasaklanmazken kadın karakterle çekildiğinde sansür ve yasağa uğradığı görülmelidir.

Sanat şüphesiz eleştirel olmalıdır. Üretildiği toplumun gerçekliklerini yansıtmalı, çözümlemeli ve eleştirmelidir. Tüm bunları yaratıcı bir yorumlayış ile yaptığından elbette üretimlerde yer alan ifade biçimleri çeşitli ve değişken olacaktır. Fakat bu eleştirelliğin de neye yaslandığını sorgulamak gerekiyor. Bir toplumsal gerçekliğe değindiğini söylerken kadın cinsini nesneleştirmenin ilerisine gitmeyen yapımları da kadın özgürlükçü bir bakış açısı ile sorunsallaştırmak gerekiyor. "Ailenin korunması" nidalarıyla bir yapımın yasaklanmasının karşısında durmak gerektiği gibi, içeriği ile kadını nesneleştiren bir erkek egemen piyasa üretimlerinde de karşı çıkmak gerekiyor. Kadın özgürlüğünün yolu ne kadın cinsine yönelik saldırılarını her gün artıran erkek devletin yasaklamalarını kabullenmekten ne de sırf yasaklandığı için kadın özgürlükçü olmayan bir üretime öyleymişçesine anlamlar atfetmekten geçiyor. Jasmine dizisine dört kolla sarılmak ya da AKP'nin yasakçılığını onaylamak zorunda değiliz. Kadın özgürlükçü ele alış bu ikiliğin dışında edilmelidir. Ne saldırıyı kabullenmek ne de cins özgürlükçü olmayan bir üretimi sahiplenmek zorunda değiliz. Bu tipte yapımlara eleştiriler getirenler, kadınları tasvir ediş biçimini mahkum edenler yine biz kadınlar olmalıyız.

Yasaklamaların karşısında durmak kadar medya ve kültür-sanat alanında kadının ele alınışını da alt üst etmek bir gereklilik olarak önümüzde duruyor. Başka bir sanat, cins özgürlükçü bir üretim mümkündür. Seçmemiz, açmamız gereken yol bu olmalıdır.

*Özgür Gençlik sitesinde yer alan Simay Ada Kart'ın yazısına buradan erişebilirsiniz.