Süreç ve AKP, MHP ve CHP raporlarının söyledikleri
Türk egemen barışı, "Türklük sözleşmesi"ni güncelleyip yeniden Kürt ulusal demokratik hareketine dayatmaya çalışıyor. TBMM komisyonuna sunulan AKP, MHP ve CHP raporları tam da bu egemen barışı ya da teslimiyeti belgeliyor ve dayatıyor. AKP, MHP ve CHP'nin raporları sorunun çözümünü "terör sorunu"nun çözümü olarak çerçeveliyor.
Sömürgeci Türk burjuva devletinin Kürt ulusal demokratik hareketine teslimiyeti dayatan yeni bir konum aldığı, bunu tüm sahalara bütünlüklü ve berrak bir biçimde yansıttığı görülüyor. Sürecin kritik araçlarından biri olan TBMM bünyesinde oluşturulan özel komisyon çalışmalarının tüm aşama ve serencamında bu hakikat bariz biçimde yansıdı. Örneğin komisyonda Kürtçeye getirilen yasak bir siyasal turnusoldü. Bu aynı zamanda egemenin barışını ve kapsamını somutluyordu. Sömürgeci efendilere göre süreçte tartışılan Kürtçe ve Kürt ulusal sorunu değil, "terörsüz Türkiye" ve "terörsüz bölge" yani PKK'nin ve Kürt ulusunun dört parçadaki mücadelesinin silahsızlandırılıp düzen içine çekilmesi sorunuydu. Hakeza komisyon çalışmasının tümüyle MİT ve saray cuntasının sımsıkı kontrolünde güçlü devlet imajıyla yürütülmesi, egemenin barışı konseptinin diğer bir veçhesiydi.
Sömürgeci devletin azami çıkarlarının realize edildiği, egemen ulus kibri ve devlet otoritesinin her anda gösterildiği bu süreçte, bir egemen barışı dayatıldığını ve bütünlüklü bir devlet politikası konseptiyle yürütüldüğünü görüyoruz. Egemen barışı dediğimiz olgu tarihin, sayısız tecrübenin ve teorik birikimlerin gösterdiği gibi, egemenin ve yönetenin ezilen ve yönetilene kendi şartlarını dayattığı ve kabul ettirdiği barış halidir. Çoğu durumda isyan eden ezilenlerin örgütlü kuvvetlerinin teslim alınıp tasfiye edilmesinden başka bir anlama gelmez. Bugün Kürt ulusal demokratik hareketiyle uzlaşı süreci, diyalog ve müzakere sürdüren sömürgeci Türk egemen sınıfları sorunu eşit ve demokratik barış süreci olarak ele almıyor. Tam aksine uzlaşma sürecini tümüyle bir egemen barışı konseptiyle kavrıyor ve yürütüyor.
Saray cuntasının süreçle ilgili atanmış sözcüsü Mehmet Uçum'dan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler'den MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve faşist şef Erdoğan'a tüm sömürgeci zevat ve siyaset erbabı ortak bir devlet aklı ve pratiğini birlikte örgütlüyor. Türk egemen barışı, "Türklük sözleşmesi"ni güncelleyip yeniden Kürt ulusal demokratik hareketine dayatmaya çalışıyor. TBMM komisyonuna sunulan AKP, MHP ve CHP raporları tam da bu egemen barışı ya da teslimiyeti belgeliyor ve dayatıyor. AKP, MHP ve CHP'nin raporları sorunun çözümünü "terör sorunu"nun çözümü olarak çerçeveliyor. Üç rapor birbirine benziyor. Bu raporlar, yaşanan süreci, A. Öcalan'ın Kürt ulusal hareketi adına yaptığı çağrıları, yürüttüğü görüşme ve müzakereleri yok sayıyor. AKP raporunda Kürt sorununu kendisinin çözdüğünden söz ediyor. Rojava'yı sömürgeciliğin hedefi olarak merkeze koyuyor. MHP Türkiye'nin birlik ve beraberlik meselesinden dem vurup daha önce söylediklerini de yutarak Kürt ulusal hareketine teslimiyeti dayatan bir konakta duruyor. CHP kendi iç sorunlarının ve AKP'yle mücadelesinin etrafından dolanıyor, sömürgeci devlet politikasının çemberi içinden güya çözüm öneriyor. Sömürgeci düzen partileri devlet ve saray rejimiyle tek bir cephede bütünleşip süreçteki rollerini yerine getiriyor.
Mehmet Uçum'un süreçle ilgili saray rejimi adına sistematik biçimde yazdığı yazılar, sömürgeci Türk burjuva devletinin Kürt ulusunun demokratik taleplerini kabule yanaşmayan ve reddeden fikriyatını ve tavrını ortaya koyuyor. Bu sömürgeci devlet aklı ve söylemi silahlı ya da silahsız Kürt ulusunun varlık ve hak taleplerini kategorik olarak reddediyor. Sömürgeci sistem içinde demokratik yoldan dahi olsa, Kürt halkının kolektif haklarının mücadelesine varlık hakkı tanınmayacağını açıktan bildiriyor. Devşirilmiş ve atanmış saraylı zevat Uçum tam da bunu söylüyor. "Silahla başaramadığınızı siyasetle başarmanıza imkan tanımayacağız" fetvaları verebiliyor. Kürt ulusunun, sömürgeci boyunduruk altında kimliksiz, statüsüz ve ilelebet varlığı tanınmadan, ezilen ulus olarak yaşamasını buyurma küstahlığı gösterebiliyor.
Egemenin barışının rafineleştiği TBMM komisyonundaki ana burjuva düzen partilerinin tavrı sömürgeci devlet politikasının somut çerçevesini veriyor. Bu bağlamda faşist saray rejiminin kumanda mevkinde bulunan AKP ve ortağı MHP'nin komisyon raporları, sürecin nasıl bir eşiğe geldiğini ve hangi yönden ilerletilmek istendiğini belgeliyor. AKP'nin raporunda, Kürt sorunu ve Kürt ulusunun demokratik talepleri bulunmuyor. Sürecin kapsamı tam da "terörsüz Türkiye", "terörsüz bölge" konseptine uygun olarak, Kürt ulusal demokratik hareketinin tepeden tırnağa silahsızlandırılmasını ve tümüyle tasfiye edilmesini somutluyor. Kürt ulusal demokratik hareketinin salt askeri değil, siyasal ve ideolojik olarak da silahsızlandırılması temel bir hedef biçiminde konuluyor. Sürecin başlangıcında bir vaat olarak bolca dillendirilen umut hakkını buharlaştıran AKP ve MHP raporları, yeni bir pişmanlık yasası anlamına gelecek düzenlemeler öneriyor. Özel geçiş yasası olarak öngörülen hukuki düzenleme bu haliyle Kürt demokratik hareketini teslim almayı amaçlıyor. Söz konusu özel geçiş yasasının ve mekanizmalarının, Kürt ulusal demokratik hareketini siyasi olarak etkisizleştirip tasfiye etmenin yöntemlerini somut olarak kurguladığını görüyoruz.
AKP raporunda, özel geçiş yasa düzenlemesi sadece PKK'yi kapsayacak "müstakil" bir yasa olarak tarif ediliyor. Bu yasanın yürürlüğe girmesi için örgütün silah bıraktığını, varlığını tamamen sona erdirdiğini devletin en üst düzey kurumları olarak işaret edilen MİT, MGK vs. tarafından "tespit" ve "teyit" edilmesi şartı getiriliyor. Fakat AKP bununla yetinmiyor, özel geçiş yasası için, Rojava, Irak, İran ve Avrupa'da, "örgütün illegal ideolojik ve finansal yapılanmaları, tüm şube, unsur ve uzantılarıyla silah bırakması ve kendini tasfiyesi somut, ölçülebilir ve teyit edilebilir biçimde kayıt altına alınmalıdır" şartını öne sürüyor. Özel geçiş yasasında öngörülen kimi koşul ve mekanizmalar, Kürt ulusal demokratik hareketinin hapishanedeki kadro ve halk gücüne pişmanlık dayatıyor.
Buna göre; silahlarını bırakacak olan gerilla güçleri gelip devlete teslim olacak ve zindanlara konulacak, ardından pişmanlık yasası kapsamında tahliye edilecekler. Bu güçlerin uzun yıllar boyunca siyaset dışında ve sürekli denetim altında tutulması hedefleniyor. Kürt ulusal demokratik hareketinin siyaset gücü ve kadro rezervinin dağıtılıp düzen içinde eritilmesi başlıca amaç olarak öneriliyor.
Öte yandan AKP, MHP, CHP'nin raporları ve esasen Rojava merkezli vuku bulan diğer gelişmeler, sürecin bir tıkanma eşiğine geldiğini, yeni bir aşamaya geçemediğini işaretliyor. Çünkü sömürgeci devlet ve düzen partilerinin raporlarında da açığa çıktığı gibi, sorun hala bir Kürt sorunu olarak değil, salt bir "terör sorunu" olarak görülüyor. Bu egemen yaklaşıma göre; PKK yenilmiştir, Öcalan bu yüzden uzlaşmak istiyor, dolayısıyla bu süreçte başta Rojava olmak üzere Kürt ulusal demokratik hareketinden daha çok taviz koparılabilir. 27 Şubat çağrısıyla başlayan, PKK'nin silah bırakması ve kendini feshetmesiyle ilerleyip gelişen süreç, sömürgeci devlet için çok büyük ve tarihsel tavizler olarak görülüyor. Bunun için daha büyük tavizleri kovalıyor ve zorluyor. Bugün Rojava Türk sömürgeciliği için temel ve öncelikli taviz konusu olarak öne çıkıyor. Rojava düğümünün çözülmesi için bütün tazyik ve özel psikolojik savaş yoğunlaştırılıyor. Rojava 10 Mart Mutabakatı gerekçe gösterilerek sürecin boşa çıkarılması yüksek ihtimal olarak görünüyor. AKP, MHP ve sömürgeci devletin Rojava'yı bir taviz koparma ve sömürgeci sıçrama trampleni haline getirdiği bugünkü uğrakta, süreç ancak karşılıklı ödünlerle ilerleyebilir.
Bugün bu kritik eşikte Kürt ulusal demokratik hareketine sömürgeci faşist rejim tarafından teslimiyet dayatılması karşısında, Kürt ulusu başta gelmek üzere tüm Türkiye halkları, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler ezilen ulusun özgürlük mücadelesinin yanında saf tutmalıdır. Rojava'ya işgal savaşı saldırısı riski yeniden yükseliyor. Tüm emekçi sol hareket, sömürgeci faşist rejimin Kürt ulusal demokratik hareketinin iradesini kırmak ve teslim almak için Rojava'ya girişeceği işgal savaşına karşı halkların birleşik mücadelesinin cephelerinde ve mevzilerinde yerini tereddütsüzce almalı, saray rejimine karşı amansız ve güçlü bir direnişi hazırlama ve büyütme yolunda yürümelidir. Devrimci sosyalistler ve tüm emekçi sol hareketimiz Kürt ulusunun eşit ve demokratik barış mücadelesinde Kürt ulusunun güncel demokratik taleplerini tüm halklarımızın ve ezilenlerin ortak mücadelesinin propaganda ve siyasal eylem konusu haline getirmelidir. Faşizmin tasfiyeci ve teslimiyetçi saldırılarına, dayatmalarına karşı halkların birleşik direnişini yükseltelim.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 26 Aralık tarihli 250. sayısında yayımlanan başyazısı.