19 Nisan 2024 Cuma

Halk yanlısı yaklaşım süper zengin spekülatif sınıfın sınırlandırılmasını içerir

İşçi sınıfının, köylülerin ve ezilenlerin maddi koşullarında ve yaşam standardında bir gelişme vaat eden partiler, neoliberalizmin yandaşları olarak kalmalarına rağmen, halkı kandırmakla meşgullerdir. Söylemleri sadece başka bir seçim oyunudur. İstihdam odaklı üretken faaliyetlerden ayrıldıktan sonra en büyük şirketlerin parazitizm, spekülasyon ve balon ekonomisini şişirmekle meşgul olduğu neoliberal korporatifleşme altında, bunlara kesin kısıtlamalar getirmeden, gerçek bir halk yanlısı bir program için çok az alan bulunmaktadır.
Hindistan'ın, korporatif-safran (1) faşist rejimi altındaki, başka şeylerin yanı sıra, ezilen ve emekçi kitlelerin büyük çoğunluğunun aşırı mahrumiyetini de içeren genel sosyoekonomik çöküşü, sadece bir rejim değişikliği ile çözülemeyecek kadar köklüdür. 17. Lok Sabha seçim kampanyasının ortasında burjuva medyada gelişen ana akım tartışmanın ise bu ağır soruyu ele almak için derinlere inmekle hiçbir ilgisi yok. Bu kritik noktada, BJP (2) manifestosu korporatif-safran bir açıklamadan başka bir şey değilken, geçmiştekinin aksine, diğer büyük Hint egemen sınıf partisi Kongre manifestosunda, insanların acınası ekonomik koşullarını iyileştirmeye oldukça önem vermiştir. İnsani bir yüzü olan böyle bir manifesto hazırlarken, Kongre'nin, Nobel ödüllü ekonomist Thomas Picketty'den eski RBI valisi Raghuram Rajan'a kadar geniş çapta ahbap çavuş kapitalizmi eleştirmeni liberallerin fikirlerinden ilham aldığı da belirtildi. Bu bağlamda, bu yazı, Kongre'nin, şu ana kadar herhangi bir yeniden incelemeye girişmediği mevcut neoliberal programı kapsamında manifestolarında açıklandığı gibi bir popülist politikanın yerine getirilmesinin uygulanabilirliği üzerine bir incelemedir.
 
Kongre ve onun lideri Rahul Gandhi, diğer önerilerinin yanı sıra, bir dizi istihdam yaratma programı, yoksulluk sınırının altındakilere asgari garanti gelir, artan sosyal refah harcaması vb. ile ortaya çıktı. Örneğin, merkezi hükümet bakanlıklarındaki 4 yüzbin boşluğunun vakit kaybetmeden doldurulmasını vaat ediyorlar. Her yeni çalışan başına ortalama hükümet harcamasının yaklaşık 600 bin rupi. olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu vaat tek başına merkezi hükümetin minimum 10 milyon 24 bin rupi tahsis etmesini gerektirir. Ve eğer Kongre merkezi bir hükümet kurmayı başarırsa eyalet hükümetlerinin her yıl on milyon yüzbin'den fazla bir diğer harcamasını gerektirecek eyalet düzeyinde boş kalan 200.000 poziyonunun doldurulması için eyalet hükümetleri üzerinde ısrarcı olacaklardır.
 
Hiç şüphe yok ki, Rahul Gandhi'nin 'yıldız' vaadi ve Kongre manifestosuna damgasını vuran bu kez yaklaşık 250 milyon kişiyi kapsayan 50 milyon yoksul ailesi için yıllık 72 bin Rs'lik Asgari Garanti Geliri (NYAY) oldu. Bunu uygulamak için, her yıl merkezi bütçede on milyon 3,6 yüzbin rupinin ayrılması gerekir. Tabii ki, asgari garanti geliri fikri hiç de yeni bir fikir değil. Burjuva politika icrasındaki reformist ve hayırsever geleneğe aittir, dikkatleri açgözlü sermayenin talanından uzaklaştırmak veya bu yağmayı kamufle etmek amacını taşır. Toplumun büyük çoğunluğunun birikimin özel niteliği nedeniyle tüketim gücü azalırken ve talep yetersizliği nedeniyle ekonomi çökerken, geçmişte ihtiyatlı burjuva liderleri bu tür girişimleri öne sürmüşlerdi. Aslında, kapitalist ekonomide devletin liderlik rolüne ihtiyaç duyan savaş sonrası Keynesyen refah devleti, bu garantili asgari gelirin genişletilmiş bir versiyonuydu. Refah devletinin yetmişlerden beri terk edilmesinden sonra bile, bazı burjuva uzmanlar, insanların satın alma gücünü istenen düzeyde tutmak için "garantili yıllık gelir" öneriyor. Ancak bu görüşler neo-muhafazakar neoliberal politikaların küresel düzeyde hızla yayılmasıyla anlamsız hale geldi.
 
Örneğin, Rahul Gandhi'nin NYAY planı duyurusu ve yine onun mal ve hizmet vergisi'nin (GST) kaldırılması önerisinin ardından neoliberal entelektüeller ve kurumsal merkezler şiddetle bunlara karşı çıkmaya başladılar (3) ve Kongre manifestosunu kendi deyimleriyle "ekonomiye ağır yük" getirecek "savurgan popülizm" olarak nitelendirdiler. Onlara göre, tek başına bütçe harcamalarının en az yüzde 13'üne mal olacak NYAY projesi, Vajpayee hükümetinin IMF emriyle 2003'te yürürlüğe soktuğu FRBM (Mali Sorumluluk ve Bütçe Yönetimi) yasasının öngördüğü zorunlu bütçe açığı limitlerinin ihlal edilmesine yol açacak. Neoliberal uzmanlara göre, bu yine uluslararası yatırımcılar arasında para yatırımı ve yeni projelere başlama konusunda güvensizliğe yol açacak. Keza, Tüm Hindistan Yatırımcılar Konfederasyonu (CAIT) da GST ile ilgili popülist söyleminden dolayı Rahul Gandhi'yi şiddetle eleştirdi. Hatta borsa spekülatörleri ve onların ideologları, Kongre manifestosunu bir "serap" tanımladılar, onlara göre, bugün hükümet tarafından yapılacak her sosyal harcama Bretton Woods kurumları tarafından belirlenen mali ve gelir açığı sınırlarına uygun olmak zorunda.
 
Bu durum göz önüne alındığında, Modi'nin 2014'teki iktidara gelir gelmez 100 gün içinde her Hint'in cebine 1.500.000 rupi koymak gibi öne sürdüğü o en yanıltıcı ve kötü niyetli seçim aldatmacalarından farklı olarak Kongre eğer manifestosu konusunda ciddiyse, vaat edilen refah programları için gerekli fonları sağlayacak kadar yeterli bir kaynak seferberliği stratejisi açıkça ortaya konmalıdır. Aksi takdirde, Kongre'nin popülist vaadi olarak başka bir seçim numarası olarak yerini alacak. Bu, en azından servetin spekülatife, son birkaç yıl içinde yaşadıkları sayısız vergi muafiyetinin tersine çevrilmesinin yanı sıra süper zengin ve milyarder kesimlere o muhteşem akışı üzerinde bir kısıtlama gerektirir.
 
Örneğin, UPA ve NDA hükümetlerinin bütçe politikaları ortalama olarak sırasıyla yıllık 400.000 milyon rupi ve 6.000.000 milyon rupi kurumlar vergisi muafiyeti vermektedir, aynı sınıfın ilk yüzde birlik kesimi şu anda Hindistan'da üretilen servetin yüzde 73'ünü kapıyor olmasına rağmen. Ve Ambani, Essar, Adani, vb. liderliğindeki ilk 10 dev şirket, "karlı olmayan varlıklar" (NPA'lar) kimliğine bürünmüş varlıklarıyla kamu bankalarından 15.000.000 milyon paranın yüzde 90'ından fazlasını kondular. Bugün, Modi'nin aşırı sağcı, şirket yanlısı politikaları, Hindistan'daki en büyük 9 spekülatif milyarderin kasasına günde 22.000.000.000 rupi kanalize ediyor. Hindistan devletinin Modi hükümeti altındaki rolü, ülkedeki parayı döndüren en parazitik sınıf tarafından gerçekleştirilen bu şirket talana "kolaylaştırıcı" olarak hareket etmektir. Bu milyarderler temel olarak, üretken ekonomiden çeşitli kanallar aracılığıyla serveti emen borsalarda finansal spekülasyon alanında faaliyet gösterdikleri için servet birikimleri, ülkede sürekli olarak korkunç işsizlik seviyelerine yol açmaktadır.
 
Bu argümanın bir sonucu olarak, şirket spekülatörleri üzerindeki eski Nehruvian kısıtlamalarının kaldırılması ve bunun sonucunda ortaya çıkan muhteşem servet birikimi doğrudan işsizliğe, fiyat artışına ve geniş işçi kitlelerinin ekonomik yıkımına yol açıyor. Hafifletilmiş iş yasaları ve kuralsız vergi ve çevre yasalarının olduğu bir ortamda, yağmacı şirketler insanların varlığının maddi koşullarına el koyuyor, tarım ve sanayi gibi üretken alanların adeta suyunu sıkıyorlar. Bu bağlamda, insanların kelimenin tam anlamıyla hayatta kalması, hükümetin neoliberal söyleve uygun olarak sübvansiyonları ve sosyal harcamaları büyük ölçüde azaltmasıyla birlikte daha da zorlaşıyor. Bu nedenle, halkın yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik herhangi bir teklif, kaçınılmaz olarak, birkaç finansal-kurumsal elitin elindeki eşi görülmemiş servet yığınına ve borsa, emlak ve emtia piyasalarında kaptıkları spekülasyonlar da dahil olmak üzere peşinde düştükleri diğer birikim yöntemlerine karşı olmak zorundadır. Ancak bu tür bir müdahale, ekonomik yavaşlama, tarımsal gerileme, sanayisizleşme, işsizlik, fiyat artışı ve korkunç yolsuzluğun temellerini tersine çevirebilir.
 
Bu açıdan bakıldığında, reformist olarak nitelendirilebilecek vatandaşlara asgari gelir garantisinin sağlanması için gerekli olan temel kaynak seferberliği, imkansız bir görev değildir. Gereken, mevcut şirket ve zengin yanlısı vergi oranlarının yeniden yapılandırılmasıdır. Örneğin, daha önce de belirtildiği gibi, Hint mali seçkinlerinin neoliberal küreselleşmenin önceki çeyrek yüzyılındaki büyük mali birikim kaynaklarından biri, borsadaki dizginsiz spekülasyonları olageldi. Bankalar ve finansal kurumlarla paranın büyük bir kısmı, "öncelikli sektörler" için daha önce kullanılabilir olan bir bölümü bile, Manmohan Singh'in 1990'ların başında finansal sektörün serbestleştirilmesi için harekete geçmesiyle birlikte borsadaki spekülasyon balonuna akmaya başladı. Sonuç olarak, bugün Mumbai Menkul Kıymetler Borsası ve Ulusal Menkul Kıymetler Borsası'nda günlük ortalama işlem, 40 bin on milyon'u veya yılda 14 milyon 600 bin on milyon rupi'yi geçti. Ancak bugün yabancı ve Hint spekülatörlerin baskısı altında borsalarda bu ciroya vergi uygulanmaz. Sadece hisse senedi alım satımında asgari yüzde 5 vergi, 7.300.000 rupi değerinde yıllık bir kaynak hareketliliği sağlayabilir, ki bu Rahul'un NYAY'ını uygulamak için gereken miktarın iki katından fazla.
 
Bununla birlikte, Hindistan vergi yapısının içsel bir şekilde gerici olan doğasını yenilemek için ortak bir çaba gösterilmesi gerekiyor. Kapitalist ülkeler vergi gelirleri olarak GSYİH'nın yüzde 40'ını biriktirirken, Hindistan dünyadaki en düşük doğrudan vergi oranlarından ve en yüksek dolaylı vergi (GST) oranlarından birine sahip ve vergi-GSYH oranı yüzde 15 civarında. Hindistan'daki en yüksek nominal kurumlar vergisi oranı yüzde 30 iken, bir dizi vergi muafiyeti nedeniyle geçerli kurumlar vergisi oranı yüzde 16 kadar düşük bir oranda. Dahası, kapitalist ülkelerde doğrudan ve dolaylı vergilerin oranı 65:35 civarındayken bu oran, Hindistan'da bir yandan sıradan halka getirdiği vergi yükünün diğer yandan hükümetin gelir kaybının çapını belirtir bir şekilde tam tersidir.
 
Dünyadaki en eşitsiz ülkeler arasında yer alan Hindistan, halkı etkilemeden, esasen kurumlar vergisi artışı yoluyla doğrudan vergilendirmenin (gelir vergileri, karlar, sermaye kazancı, servet ve diğer varlıklar) tahsilatının artırılmasına uygun büyük bir alan var. Tüm gelirini ihtiyaçlarına ve temel hizmetlere harcayan halkın büyük çoğunluğu dolaylı vergilerin yükünü taşırken, şaşaalı ve lüks tüketimiyle kötü-ünlü zengin kesimler dolaylı vergilerin ancak önemsiz bir kısmının yükünü taşımaktadır. İhtiyaçlara, kitlesel tüketim mallarına ve temel hizmetlere ilişkin vergilerin kaldırılması ve lüks tüketim vergilerinin arttırılması zamanı gelmiştir. Hindistan'da yirmi yıldan fazla süredir devam eden neoliberal küreselleşme, zenginlerin lüks tüketiminin dörtnala şahlanışını sağladı. Özel jetler, ithal edilmiş lüks arabalar, yatlar, eğlence gereçleri, lüks ev mobilyaları ve benzeri diğer ekstra abartılı lüks ürünler, hükümet için tükenmez bir vergi geliri kaynağıdır. Bunlar, sağduyulu bir halk yanlısı rejimin, ekonomideki yükselen tüketim eğilimine ilerici bir tarzda uygun şekilde müdahale etmesinin yollarıdır. Ancak, korporatif-safran rejimi ya da bariz nedenlerle daha önceki rejimler bu halk yanlısı görevi omuzlama kabiliyetinde değildiler.
 
Açıkçası, neoliberalizm altında, insan odaklı, aktif bir devlet müdahalesi, aşırı şekilde empoze edilmiş IMF-Dünya Bankası direktifleri uyarınca yasalarca yasaklandı. Örneğin, Hindistan'daki merkezi ve eyalet hükümetlerinin şu anki vergi harcaması politikaları 2003 yılında Hindistan'da "ikinci nesil küreselleşme"ye doğru bir mihenk taşı olarak IMF'nin emriyle Vajpayee hükümeti tarafından yürürlüğe giren Mali Sorumluluk ve Bütçe Yönetimi (FRBM) Yasası'na göre formüle edildi. Bu yasaya göre devlet, kamu harcamalarını azaltarak ve 'yatırımcı dostu' bir vergi rejimi izleyerek ve Dünya Bankası'nın 'iş yapma kolaylığı endeksi' dediği listede yükselmesini sağlayacak kökten-piyasacı politikalar yoluyla kendini kurumsal bir kolaylaştırıcıya dönüştürerek büyük ölçüde küçültmek zorundadır.
 
Böyle bir ortamda, asgari gelir garantisi olarak bir "hayırseverlik programı" bile seçilmiş hükümetin halk yanlısı bir vergi harcama politikasına girişmesi yasak olduğundan bir hüsnü kuruntudan ibarettir. Dünyadaki en yüksek yetersiz beslenme, açlık, okuma yazma bilmeme, hastalık oranı, bebek ölümü vb. seviyelerine sahip Hindistan gibi bir ülkede, neoliberal reçete, her şeyi özel kurumlar sektörünün ve pazar köktenciliğinin kaprislerine bırakmak demektir. Bir kez daha basit bir örneği ele alalım. ABD merkezli Hastalık Dinamikleri, Ekonomi ve Politika Merkezi'nin (CDDEP) yayınladığı son bir rapora göre, bugün Hindistan'da her 10189 kişiye yalnızca 1 doktor düşüyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün tavsiye ettiği oran ise 1:1000'dir. Bu, 600 bin doktor açığı anlamına gelirken, hemşire açığı ise 2 milyondur. Yalnızca bu durumu düzeltmek için 2 yüzbin rupi civarında yıllık bir yatırım yapılması gerekir. Bu ve diğer halk yanlısı görevler özel sektöre bırakılamaz ve ancak devletin ekonomideki proaktif rolüyle çözülmesi gerekmektedir. Bu da kaçınılmaz olarak, neoliberalizm felsefenin ve çerçevesinin kendisinin reddedilmesini gerektirir.
 
Bu nedenle, işçi sınıfının, köylülerin ve ezilenlerin maddi koşullarında ve yaşam standardında bir gelişme vaat eden partiler, neoliberalizmin yandaşları olarak kalmalarına rağmen, halkı kandırmakla meşgullerdir. Söylemleri sadece başka bir seçim oyunudur. İstihdam odaklı üretken faaliyetlerden ayrıldıktan sonra en büyük şirketlerin parazitizm, spekülasyon ve balon ekonomisini şişirmekle meşgul olduğu neoliberal korporatifleşme altında, bunlara kesin kısıtlamalar getirmeden, gerçek bir halk yanlısı bir program için çok az alan bulunmaktadır.
 
Ortalama olarak bugün, milyarder sınıfının sadece yüzde 10'u istihdam üreten imalatla ilişkili. Süper zenginlerin kalan yüzde 90'ı, insanlığın ilerici-demokratik yönde yürümesi karşısında bir tökez olarak varlığını sürdürüyor. Neoliberal devlet aygıtını kullanan bu ahbap-çavuş kapitalistleri politikaları dikte etmeye devam ettikçe, "yatırımcı güveni"ni arttırmayı amaçlayan tüm bu pohpohlanan kalkınma programları, mâli seçkinlerin kasasına servet transferini hızlandırmaktan başka bir şeye yol açmaz. Refah kapitalizminin Hint baskısı olan eski Nehruvian modelinin tersine, ekonomi politikasında insanların ve doğanın en çıplak şekilde yağmalanmasına yol açan neoliberalizme geçiş gerçekleşti. Bu yağmalamayı kolaylaştırmak için, önde gelen şirketler sınıfı tüm devlet kontrol ve düzenlemelerinden kurtuldu ve bu, tam da bugün geniş kitlelerin eşi benzeri görülmemiş yoksunluğunun doğrudan nedenidir.
 
Bu nedenle, neoliberal eğilimi tersine çevirecek bir program olmadan insanlar için asgari gelir garantisi veya asgari geçim standardı vaadi, insanlara ek bir hakaret olacak ve daha fazla zarar verecektir.
 
*Hindistan KP-ML Kızıl Yıldız MK üyesi
 
1. Safran rengi hinduizm ile, ve kendini Hindu kültürünün temsilciliği iddiasıyla ve baskıyla ortaya koyan RSS ve BJP ile özdeşleşmiş durumda.
2. Bharatiya Janata Party. Hindistan Başkanı Narendra Modi'nin şu an tek başına iktidardaki partisi.
3. Örneğin, bkz. TS Ramakrishnan, "Kongre Manifestosu: Mutlak Savurganlık", The New Sunday Express, 07.04.2019
 
Kaynak: Hindistan KP-ML Kızıl Yıldız aylık yayın organı Red Star Monthly Mayıs sayısı
 
Çeviri: Ivana Benario