9 Ekim 2024 Çarşamba

Göksu Çağan yazdı | Faşizmin siyasi suikastlarına karşı mücadele

Tarihten güncele somutlanan bir görüş optiğinden ve devrimci hafıza dağarcığından baktığımızda, siyasi suikastların Türk faşizminin şiddet pratiğinin çok temel bir karakteristiği olduğunu görürüz. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak tarafından siyasi suikastla imhası, Hrant Dink'in MİT-kontrgerilla marifetiyle katledilmesi, Kürt kadın siyasetçilerin Paris'te kalleş bir tuzakla infazı, faşizme karşı mücadelede siyasi suikastlara çok özel bir önem vermeyi öğütlüyor ve görevler koyuyor. Hrant Dink'in cenaze töreninde meydanlara taşan bilinç ve karşı koyuş, Sakine Cansız ve yoldaşlarının katledilmelerine Amed'de 700 bin kişinin uğurlama töreniyle cevap vermesi ve her yıl kitlesel siyasal gösterilerle anılmaları antifaşist güçlere yürünecek yolu ve eylemi gösteriyor.

Kurumsal faşizmin tanımını 'açık terörist diktatörlük' özelliğiyle ifade edebiliriz. Faşizm tanımının diğer ayırıcı özelliklerini bir 'an' askıya alıp ilerlersek; burada 'açık terörist diktatörlük'ten anlamamız gereken şudur: Faşizm tepeden tırnağa bir örgütlü şiddet pratiğidir ve şiddet içerilmiş ideo-politik bütünlüğü anlatır. Bir yönetme düzeneği ve rejimi olarak faşizm, olağanüstü yönetme biçimlerini olağan hale getirir. 'İstisna hali'ni kural haline getirir ve uygular. Yasal ve kurallı olanı daima yasadışı ve kuralsız-hukuksuz olanla tamamlar. Yasal devlet terörüyle birlikte yasadışı kuralsız ve sınırlandırılmamış bir devlet terörü siyasetini benimser ve ihtiyaç duyduğu her koşulda uygular. Sınırlandırılmamış her türlü şiddet biçim ve yöntemine başvurma özelliğiyle faşizm diğer devlet yönetim biçimlerinden ayrılır.

Sömürgeci Türk faşizminin en yüksek mevkilerinde görev yapmış  eski başbakan ve cumhurbaşkanı müteveffa Süleyman Demirel kurumsal faşizmin yukarıda vurgulanan özelliğini, 'devletin rutin dışı'lığı olarak tanımlamıştı. Faşizmin yalın ve veciz tanımlarından biriydi bu. Devletin bir rutin terörü vardı, bir de rutin dışı... Bu 'rutin dışı devlet' kontrgerilla örgütlenmesi ve pratiğinde somutlaşıyordu. Kontrgerilla örgütlenmesi Teşkilat-ı Mahsusa'dan miras alınan  Türk devlet geleneğinin ayrılmaz, tamamlayıcı ve en işlevli aygıtlarından biriydi.

Yaşadığımız topraklarda emekçi sol ve devrimci hareket, Kürt özgürlük hareketi on yıllardır faşizmin hem rutin hem de rutin dışı şiddet pratikleriyle mücadele ederek ilerliyor. Sömürgeci faşizme karşı güçlü bir antifaşist mücadele geleneğimiz var. Ancak kendi bilincini ve müktesebatını antifaşist bir direniş geleneği olarak kuran tüm bu politik kuvvetler kimi zamanlarda bakış açısı ve bilinç kaybına uğruyor. Faşizmin son siyasi suikastları ve girişimleriyle ortaya çıkan siyasal tavır tablosu bu konuda bir bilinç aşınmasına işaret ediyor. Kontrgerilla saldırılarını kanıksama veya güçlü yanıt verememe hali kötü bir sinizmi ve yabancılaşmayı gösteriyor.

Faşist şef Erdoğan önderliğinde TC kurumsal faşizmi halklarımıza karşı acımasız bir savaş yürütüyor. 2014 Eylül'ünde ilan edilen 'Çöktürme Planı' Kürt ulusunun son isyanını ve devrimini bastırma, bertaraf etme stratejisi olarak pratikleşiyor. Rojava devrimi ve Kuzey Kürdistan'daki özyönetim ilanıyla en ileri aşamasına varan Kürt ulusunun politik varlık iradesin ve statüsünü ortadan kaldırmayı amaçlayan 'Çöktürme Planı'; geride kalan yıllar içinde kapsamlı bir açık ve örtük savaş karakterinde gelişti. Sömürgeci faşizm tüm savaş kapasitesini ve imkanlarını limitine vardırarak topyekun bastırma ve devrimi tasfiye savaşı sürdürüyor. Haksız ve kuralsız savaşın bütün yöntemleri bu süreçte devreye sokulmuş bulunuyor. Sömürgeci savaş sınır aşan karakteri ve yeni işgal pratikleriyle, bölgesel savaş kapsamıyla sürdürülüyor.

Sömürgeci faşist diktatörlüğün 'Çöktürme Planı'nın en temel hedefi hiç kuşku yok ki, Kürt özgürlük hareketini ve tüm devrimci bağlaşıklarını yenilgiye uğratmak, ezip dağıtmaktır. 'Halklarımızı önderliksiz, önderliği halksız bırakmak' olarak özetleyebileceğimiz 'Çöktürme Planı'nda, her iki alana ve düzeye özel savaş yöntemleriyle terör ve imha saldırıları yapılıyor. Örgütlü kuvvetleri hedefleyen siyasi suikastlar, süregiden savaş konseptinin başat bir biçimi olarak öne çıkıyor. İHA ve SİHA'larla Kürt özgürlük hareketinin önder ve yönetici kadrolarına yapılan yargısız infazlar, Kürt demokratik hareket güçlerine karşı da kullanılmaya başlandı.

90'lı yıllarda kontrgerilla pratiğiyle ve bir iç savaş yöntemi olarak mütemadiyen başvurulan 'seçmeli terör' veya siyasi suikastlar günümüzde yeniden yürürlüktedir. HDP önder ve yönetici kadrolarını siyasi rehine olarak zindanlara dolduran, halkı önderliksiz ve örgütsüz bırakmayı hedefleyen faşist diktatörlük; Kürt demokratik hareketinde beklediği çözülme ve irade kırılmasını elde edemeyince şiddetin boyutunu yeni biçimlere doğru yükseltiyor. Sürecin başında özyönetim direnişlerinde, Amed, Suruç ve Ankara kitle katliamlarında dehşet ve korkuyla demokratik hareketi bozguna uğratmayı hedefledi. Şimdilerde yeni iç savaş ve spesifik terör biçimlerini devreye sokarak ilerlemeye ve sonuç almaya çalışıyor. HDP'li Deniz Poyraz'ın parti binasında kontrgerillanın profesyonel bir katili tarafından katledilmesi, özyönetim direnişleri sırasında hedef seçilerek katledilen Seve Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar'a yönelik politikanın güncel bir devamı olarak beliriyor. Sömürgeci faşizm korkuyu sürekli kılarak, gözdağı vermeye ve iradeyi çözmeye çalışıyor. Siyasi suikastlar bu amaçla kullanılıyor. Deniz Poyraz'ın katilinin yargılanacağı ilk duruşma günün arifesinde, bu kez Bahçelievler HDP ilçe binasına benzer bir saldırı girişimi gerçekleşti. Tüm veriler ve tarihsel analiz Türk faşizm pratiğinin siyasi suikastlara devam edeceğini gösteriyor.

Sömürgeci faşist rejim 90'lı yıllarda JİTEM, MİT, Hizbulkontra, MHP, faşist mafya gibi militer ve paramiliter kontrgerilla örgütleriyle, Kürt halkına ve devrimci harekete kuralsız ve kirli bir savaş yürüttü. Köy boşaltma, toplu katliamlar, kaybetme, kitlesel işkenceler ve yargısız infazlarda somutlanan siyasi suikastlar pervasızca kullanıldı. Vedat Aydın, Hasan Kaya, Ape Musa, Namık Tarancı, 90'lı yılların siyasi suikastların ve ilk akla gelen simgesel isim ve kişilikleridir. 2007 19 Ocak'ında katledilen Hrant Dink çok özel bir siyasi suikast örneğiydi. Kürt kadın siyasetinin Avrupa'daki önder kadroları olan Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez tıpkı Hrant Dink suikastında olduğu gibi MİT tarafından örgütlendi. Her iki siyasi suikastında özel hedefleri ve mesajlarının olduğunu vurgulamak yeterlidir. Tahir Elçi ile başlayan yeni suikastlar zincirinin ise bir iç savaş konseptinin başat boyutu olduğu açıktır. 90'lardaki siyasi suikastlar döneminden sonra ikinci dönem olarak ayırabileceğimiz yeni suikastlar serisi, Rojava'da ve Güney Kürdistan'da farklı düzey ve yoğunlukta sürüyor. Günümüzde faşist şeflik rejiminde kontrgerilla bileşimi yeni çete kuvvetleri ve paramiliter güçlerle yenilenip tahkim edildi. SADAT, İŞİD, El Nusra ,Osmanlı Ocakları, ülkücü mafya vd. militer ve paramiliter güçler, Türk kontrgerillasının yeni uzuv ve aparatlarıdır. Bu yeni kontrgerilla kombinasyonu bir iç savaş aleti olarak devrededir.

Tarihten güncele somutlanan bir görüş optiğinde ve devrimci hafıza dağarcığından baktığımızda, siyasi suikastların Türk faşizminin şiddet pratiğinin çok temel bir karakteristiği olduğunu görürüz. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının, 28 Ocak 1921'de Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak tarafından siyasi suikastla imhası, Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de MİT-kontrgerilla marifetiyle katledilmesi, 9 Ocak 2013'de Kürt kadın siyasetçilerin Paris'te kalleş bir tuzakla infazı, faşizme karşı mücadelede siyasi suikastlara çok özel bir önem vermeyi öğütlüyor ve görevler koyuyor. Hrant Dink'in cenaze töreninde yüz binler olarak sokaklara, meydanlara taşan bilinç ve karşı koyuş, Sakine Cansız ve yoldaşlarının katledilmelerine Amed'de 700 bin kişinin uğurlama töreniyle cevap vermesi ve her yıl kitlesel siyasal gösterilerle anılmaları antifaşist güçlere yürünecek yolu ve eylemi gösteriyor.