Arzu Demir yazdı | Rojin'in katilleri hangi 'nüfuz sahibi' kişiler

Cinayetin birinci yılında bir yol alındı. Ancak hala yapılacak çok şey var. Rojin soruşturmasında tüm yaşananlar, bir yandan kadınların canının, bu devletin tüm kurumları için hiçbir değerinin olmadığını gözler önüne sererken, diğer yandan, kadınların, hayatta kalmak için de adalet için de mücadeleden başka bir yolunun olmadığını gösteriyor.
Rojin Kabaiş soruşturmasında, Adli Tıp Kurumu ağzındaki baklanın bir kısmını çıkardı. Yaklaşık bir yıldır, Rojin'in cansız bedeninde tespit edilen iki erkek DNA'sının kime ait olduğu sorusu yanıt bekliyordu. Önce, "Ceset taşınırken olmuştur" iddiasında bulunulmuştu. Ancak böyle olmadığı açığa çıktı. Fakat yine de aylarca DNA ile ilgili bilgiler aileden, kadınlardan, kamuoyundan ısrarla saklandı. Hala bütün gerçeğin bilgisine haiz değiliz.
Şu anda bildiğimiz, DNA'lardan birinin Rojin'in göğüs bölgesinde diğerinin de vajinanın iç kısmında bulunduğu yönünde. Bunun anlamı çok net ve çok ağır. Rojin'i katleden erkekler, öncesinde de ona tecavüz saldırısında bulunmuş. Şimdi yanıtını aradığımız soru, bu DNA'lar hangi "nüfuz sahibi" kişilere ait? Özellikle "nüfuz sahibi" kişiler kelimesini kullanıyorum. Çünkü, bir kadın cinayeti soruşturması dosyasına "gizlilik" kararı konulmuşsa, failler arasında "nüfuzlu kişiler" olma ihtimali yüksektir. Hala tüm dosyaların avukatlara açık olmaması, delillerin zamanında toplanmaması, hatta karartılması, ATK'nın cinayeti aydınlatabilecek bilgileri avukatlardan bile saklaması gibi faaliyetlerle, bir cinayetin üzerini örtmeye çalışmak için "nüfuzlu biri" olmanız ya da "nüfuzlu birinin yakını" olmanız gerekir. AKP eski milletvekili Şirin Ünal'ın evinde cansız bedeni bulunan ve intihar ettiği öne sürülen Nadira Kadirova'yı, kontrgerilla şefi Mehmet Ağar'ın oğlu ve AKP'nin eski Elazığ Milletvekili Tolga Ağar'ın katlettiği Yeldana Kaharman'ı unutmadık. Faillerin devlet mekanizmasının bir parçası olmasına, iki genç kadın göçmenliği ve sahipsizliği de eklenince, adalet yerini yıllardır bulmadı.
Rojin'in 15 Ekim'de cansız bedeninin bulunmasının ardından önce aile ve sonra kadın örgütleri, "intihar etti" hikayesine inandırılmak istendi. Başından beri, çok geniş bir kesim gibi, Rojin'in ölümünün bir cinayet olduğu fikrindeydim. Markete gitmek için 27 Eylül akşamı yurttan çıktıktan sonra yurt yönetiminden adli tıp kurumuna kadar resmi kurumların yaptıklarının tamamı bir cinayetin üzerini örtmektir.
Bir genç kadın, kaldığı KYK'ya bağlı yurda geri dönmüyor ve yurt yönetimi bunu önemsemiyor. Baba Nizamettin Kabaiş'in anlatımına göre, idare, aileye 28 Eylül günü saat 11.45 sıralarında bilgi veriyor. Rojin gece yurda dönmeyince arkadaşları da 28 Eylül'de saat 14.00'de polisi arıyor. Genç kadınların yaşamlarının her anının kontrol edildiği bir yurtta, gece geri gelmeyen bir öğrencinin ailesini aramak için ertesi gün öğle saatini beklemek, pek de hayatın doğal akışına uygun bir durum değil. Haliyle yurt yöneticileri de şüpheli hale geliyor. Rojin'in öldürülmesiyle ilgili gerçekler, tüm boyutlarıyla açığa çıkmadığı sürece, "Yurt yöneticilerinin katiller ile arasında bir ilişki mi vardı" sorusu da aklımızın bir köşesinde hep duracak. "Aman canım, dikkatsizlik olmuş" diyerek geçiştirilecek bir durumla karşı karşıya değiliz.
Adli Tıp Kurumu, otopsi raporunda Rojin'in ölümünün "suda boğulma" olduğunu, ancak intihar mı, kaza mı yoksa cinayet mi olduğunun tespit edilemediğini yazmıştı. Gerçekten Rojin'in ölümü intihar olsaydı, ATK, raporda çok hızlı bir biçimde ve çok net olarak bunu yazardı. İntihar olmadığının ve cinayetin kimi delillerinin farkındaydılar ki, ölüm sebebine ilişkin olarak net bir cümle kurmadılar ve bir kadın katliamını belirsizliğe ve zamanın "gündem eskitici" gücüne terk ettiler.
Kaybolduğu gün katledildiği tahmin edilen Rojin'in cansız bedeni, günlerce suda kaldı. Belli ki, böylece delillerin yok olması amaçlandı. Ancak başaramadıkları ortada. Rojin'in bedeninde bulunan DNA'lar, katillere giden yolu gösterecek bir ışık tanesi olabilir. Ancak adalet ve hakikat, bugüne kadar olduğu gibi yine saray yargısına, onun kurumlarının niyetlerine bırakılamaz.
Dün 15 Ekim'di. Günlerce kızlarından bir haber bekleyen Kabaiş ailesinin en zor günüydü. Bir yıldır kızlarını kaybetmenin derin acısının, katillerin cezasız bırakılması nedeniyle daha da ağırlaştığına baba Nizamettin'in adalet arayışındaki çığlıklarında tanık olduk. Aile, ilk andan itibaren Rojin'in intihar ettiğine inanmadı. İyi ki de inanmadılar. Yoksa, bir kadın katliamının üzeri daha kapatılacaktı. Acısını adalet arayışına dönüştüren Kabaiş ailesine borçluyuz.
Cinayetin birinci yılında bir yol alındı. Ancak hala yapılacak çok şey var. Rojin soruşturmasında tüm yaşananlar, bir yandan kadınların canının, bu devletin tüm kurumları için hiçbir değerinin olmadığını gözler önüne sererken, diğer yandan, kadınların, hayatta kalmak için de adalet için de mücadeleden başka bir yolunun olmadığını gösteriyor. Alınan yol, mücadele ile alındı. Bundan sonra da o katiller ve tüm işbirlikçileri ancak ve ancak adalet mücadelesi sayesinde cezasız kalmayacak.