24 Ekim 2025 Cuma

Umut Demir yazdı | Afrika'da 'kardeşlik' değil, sermaye ve sömürü ihracı

Afrika'da açlıktan, susuzluktan, emperyalist ikame savaşlarında ölenlerin sorumlusu yine Erdoğan ve diğer bölge güçlerinin çıkar savaşlarıdır. Dolayısıyla Afrika'da yoksulluğun sorumlusu olanlar ve evine ekmek alamadığı için intihar eden Türkiye'deki emekçinin hikayesi aynı barbar düzenin sonuçlarıdır. Bu yönüyle kaderleri ve kurtuluşları ortaktır. 

Faşist şef Erdoğan ve AKP-MHP bloku, içeride yoksulluğu, işsizliği, açlığı büyütürken dışarıda "yükselen güç", "Afrika'nın dostu", "kardeş ülke" palavralarıyla yeni bir sömürü cephesi açtı. Türk burjuvazisi ve onun temsilcilerinin çıkarlarını koruyan bu rejim, sermayenin ihtiyaç duyduğu yeni pazarları 2017'den beri yoğunlaştırılmış şekilde Afrika'da arıyor. Kamu kaynaklarını burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda peşkeş çeken iktidar; ülke içinde milyonlarca yoksul ve emekçiyi açlık ve ölümle terbiye etmeye çalışıyor.

Somali'nin IMF'ye olan birikmiş borcunun sembolik bir kısmının Türkiye tarafından üstlenilmesi, Afrika'da emperyalist düşler gören faşist şef Erdoğan'ın kuyruğu dik tutma ve kendi iktidarının kürsü propagandası hamlesidir. Bunu aynı zamanda kitle manipülasyonu yöntemi olarak kullanmak istiyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in Orta Vadeli Programı yeni vergilerle yoksul halkın belini bükerken, aynı gün ezilen ve yoksul halk ev kiralarını ödemek için bankaların kapılarını kredi için arşınlıyor. Ve bankalar yoksullaşan milyonlara "kira kredi" döneminin "müjdesini" verirken; Somali'nin 3 milyon 487 bin dolar borcu faşist şef Erdoğan'ın emriyle silindi. Bu borç silme, halkı yoksulluk krizi içerisinde kıvranırken; kamu kaynaklarının Afrika'da, özelde Somali'de iktidar blokunun sermaye temsilcilerinin çıkarlarını korumanın aracına dönüştürme hamlesidir. 2017'den bu yana milyarlarca dolar kamu kaynağı, askeri üsler ve savaş sanayisi hamleleriyle Türk burjuvazisinin hizmetine Afrika pazarına sunuldu.

Türkiye'nin Somali'deki askeri üssü, Sudan ve Libya'daki güvenlik işbirlikleri, Nijer ve Senegal'deki eğitim anlaşmaları, Albayrak grubunun liman işletmeleri ve askeri savaş sanayi ihracatçısı konumuna yükselme çabası… Bunların tamamı, aynı sınıfsal çıkarın parçalarıdır. Sermaye için yeni pazarlar, yeni kaynaklar, yeni işbirlikçi hükümetler yaratma politikasının araçlarıdır.

Faşist diktatörlük, içeride işçilerin, Kürt halkının, kadınların, gençliğin haklarını gasp ederken; dışarıda "Afrika dostluğu" maskesiyle Türk tekelci sermayesinin çıkarlarını koruyor. Emperyalist sistemde kendi çapı ölçüsünde saldırgan değil görece daha "ılımlı" bir politika izleyen faşist şef ve kabilesi; bölge emperyalistlerinin ayağına basmadan yer kapmaya çalışıyor. ABD, Çin, Rusya ve uluslararası finans çevrelerinin rızasını kazanmak, sermaye bloklarına ortak olmak için Afrika'ya "yatırım" adı altında asker, silah, liman, altyapı ve borç ihracı yoluyla yer kapma yarışına dahil olmak istiyor.

Afrika'ya yapılan her yatırım, Türkiye işçi sınıfının alın teriyle biriken kamu kaynaklarının sermayeye devridir. Asgari ücret açlık sınırının altındayken, milyonlar işsizken, son 10 yılda 742 çocuk iş cinayetlerinde katledilmişken, Somali'nin IMF borcu ödeniyor. Çünkü faşist şeflik rejimi için önemli olan halk değil, sermayenin çıkarıdır. Afrika'da açlıktan, susuzluktan, emperyalist ikame savaşlarında ölenlerin sorumlusu yine Erdoğan ve diğer bölge güçlerinin çıkar savaşlarıdır. Dolayısıyla Afrika'da yoksulluğun sorumlusu olanlar ve evine ekmek alamadığı için intihar eden Türkiye'deki emekçinin hikayesi aynı barbar düzenin sonuçlarıdır. Bu yönüyle kaderleri ve kurtuluşları ortaktır.

Liman ihaleleri, altyapı projeleri, silah ihracatı... Bunların hepsi aynı sınıfsal zincirin halkalarıdır. Albayrak'tan Baykar'a, Katmerciler'den ASELSAN'a kadar uzanan sermaye grupları, Afrika'da devlet eliyle büyütülüyor. Devletin dış politikası, bu tekellerin kar alanı haline getirilmiş durumda. Yani; sermaye ihracıyla siyasi nüfuz kazanmak, askeri üslerle o nüfuzu korumak, "yardım" söylemiyle meşrulaştırmak. Fakat şunu belirtmekte fayda var, Türkiye'nin Afrika'daki varlığı bölgedeki emperyalist güçlerin varlığından bağımsız değildir. Mali ekonomik sömürge durumunda olan Türkiye; kendisine açılan alan ve müsaade edilen sınırların dışında bir hamle yapamaz. Müstakil bir güç olmaktan ziyade, görece "ılımlı" bir siyaset izleyerek kendi burjuvazisine alan açma gayreti içerisindedir. Dolayısıyla, Türkiye'nin Afrika'daki hamleleri, onu doğrudan emperyalist merkezlerle aynı konuma getirmemektedir. Ancak, dünya kapitalist sistemi içinde alt seviyelerde sermaye ihracı yapan, bölgesel etki alanı oluşturmaya çalışan bir güç niteliği taşımaktadır. Emperyalist kapitalist düzen içerisinde orta gelişmiş kapitalist, mali ekonomik sömürge pozisyonundaki bir ülkenin savaş sanayisi ihracatçısı rolüne bürünerek pastadan pay alıp, kendi burjuvazisi için fırsat yaratma hamleleridir. Faşist şef, emperyalist merkezlerin izniyle, kendi bölgesel rolünü büyütmeye çalışıyor. Bu rol, halkların değil, sermayenin çıkarınadır.

Faşist diktatörlük, içerideki yoksulluk krizini dış politikada "güç gösterisiyle" örtmeye çalışıyor. "Afrika'da yükseliyoruz" naraları, açlığa mahkum edilen milyonların öfkesini bastırmak için kullanılıyor. İşçi sınıfı, yoksul halk, Kürtler, kadınlar, gençler baskı altına alınırken; "Afrika'ya yatırım" söylemiyle burjuvaziye yeni sömürü alanları açılıyor.

Faşist şef Erdoğan, hem içeride hem dışarıda aynı düzenin temsilcilerini savunuyor. İçeride faşist baskı, sömürü ve sefalet; dışarıda yardım ve borç silme adı altında yayılmacı politikalarını uygulamaya çalışıyor. Kurtuluş, ne Erdoğan'da ne de onun efendileri olan emperyalistlerde. Halkların kurtuluşu, bu bezirgan kan emici sistem ve onların temsilcilerini tepelediğimiz zaman gelecek!