19 Nisan 2024 Cuma

Tahir Laçin yazdı | Bir eylemin aynasına yansıyanlar

Bir asrı aşan bir deneyin ardından, halen burjuva cumhuriyetten işçi ve ezilenler için özgürlük ve kurtuluş bekleyen iflah olmazlar varlığını sürdürüyor. Anlaşılan sürdürmeye de devam edecekler. Demokratik talepler, haklar için mücadeleye hiç tereddütsüz evet. Bu bağlamda burjuva demokrasisinden, cumhuriyetten, parlamentodan özgürlük ve kurtuluş savaşımı için yararlanmaya da evet. Ama, özgürlük ve kurtuluşu burjuva demokrasiden, parlamentosundan beklemek, işçi ve ezilenlerin ufkunu bu sınırlara hapsetmeye en güçlü şekilde HAYIR!

"Bireylerin yaşamındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi savaş da bazılarını baskı altına alır ve ezer, bazılarını çelikleştirir ve yeni bilgilerle donatır." (Emperyalist Ekonomizm Marksizmin Bir Karikatürü Lenin, Sol Yayınları syf. 8)

Bazen tek bir olay, eylem kişilerin, örgütlerin, partilerin vs.nin konumunu; durduğu yeri, rengini ortaya çıkarmaya yeter de artar. Mersin'deki feda eylemi de böyle çarpıcı bir rol oynadı. 6-7 yıldır sürdürülen topyekun faşist sömürgeci savaşın, Lenin'in yukarıda aktardığımız alıntıda belirttiği gibi; "bazılarını baskı altına" alıp "ez"di, "bazılarını" da "çelikleştirdi".

Faşist sömürgeci iktidar, sahip olduğu tüm olanakları kullanarak yarattığı sahte zaferin feda eylemine çarparak dağılmasının telaşına kapılarak, ilk andan itibaren sorumluluğu, "suçu", başta devrimci demokratik, yurtsever, sosyalist güçlere olmak üzere, "muhalefete" yükleme kampanyası başlattı. Başta burjuva muhalefetin sözcüleri olmak üzere küçükburjuva, şoven parti, çevre ve kişiler feda eylemini "kınama", "lanetleme", eylemle ilişkilendirilmelerine tepki gösterdi. "Asıl terör örgütleriyle işbirliği, ilişki içinde" olanın AKP olduğunu göstermeye, kanıtlamaya çalıştılar. Birbirlerini "terör örgütleriyle aralarına mesafe koymaya" vs. çağırdılar. Feda eylemini gerçekleştiren bir savaşçının kimliği üzerinden sürdürülen itham ve suçlamalar iktidar ve burjuva muhalefetin gerçek yüzünün görünmesinin çarpıcı bir aynası oldu. Aynı zamanda küçükburjuva reformcu parti, örgüt ve kişilerin, faşist sömürgeci savaş koşullarında nasıl pespayeleştiklerinin de en yalın göstergesi oldu.

Feda eylemi yalnızca faşist sömürgeci iktidar, burjuva muhalefet, küçükburjuva reformcuların gerçekliğini yansıtan bir ayna olmadı, aynı zamanda devrimci, yurtsever, demokratik ve sosyalist güçlerin bugünkü gerçekliğinin de su yüzüne çıkmasını sağladı. Daha dar anlamda, devrimci, demokrat, yurtsever ve sosyalist güçlerin oluşturduğu demokratik cephenin, bu cephenin kimi eski ve yeni yöneticilerinin savruldukları, konumlandıkları yerin görülmesi bakımında da turnusol rolü oynadığının altını çizmek gerek.

Son 6-7 yıldır yürütülen topyekun savaşın ruhsal ve düşünsel dünyalarda yarattığı sonuçlarla karşı karşıyayız. Faşist sömürgeci devlet geçen süre zarfında yurtsever, devrimci, sosyalist güçlerin örgütsel kuvvetlerini önemli düzeyde geriletmiş, savaş güçlerinin daha geri mevzilere çekilmesini sağlayarak, savaşı kuzeyde daha dar alanlara hapsederek, esas olarak çarpışmayı Batı ve Güney Kürdistan cephelerinde yoğunlaştırmıştır. Batı ve Güney Kürdistan'ın kimi bölgeleri işgal edilmiştir. Her gün bu parçalara dönük karadan ve havadan yapılan saldırılar, çok yoğun ve sistematik olarak sürdürülmektedir. Faşist sömürgeci devlet ağır kayıplar (insan ve araç gereç) verse de bunları gizlemeyi temel prensip edinip savaşı tüm şiddetiyle sürdürüyor. Özgürlük ve kurtuluş güçleri de, halkımız da bu süreçte ağır maddi ve manevi kayıplara uğradı. Dolayısıyla, devrim ve özgürlük savaşı, Türkiye'nin resmi sınırlarının ötesinde yoğunlaşarak devam ediyor. Savaş uçakları, SİHA, top atışı vb. savaş araçlarıyla gerçekleştirilen saldırılar ve bu saldırılar sonucu meydana gelen kayıplar, devletin resmi ve gayrı resmi medyası aracılığıyla her gün şu kadar "terörist etkisiz hale getirildi", şuralar şuralar "bombalandı" vs. biçiminde yayınlanmaktadır. Faşist sömürgeci devletin savaş uçakları ve top atışlarıyla gerçekleştirdiği sivil katliamlar ise, aynı medya aracılığıyla gizlenmeye çalışılıyor. Yaz aylarında top atışı ile Hewlêr'de turistik bir bölgede gerçekleştirilen ve kitle katliamıyla sonuçlanan saldırı, hafızalarda halen çok tazedir. Bu ve benzeri gerçekler, Türkiye ya da Batı'da fazla hissedilmemesi ve günlük yaşamını doğrudan etkilemiyor olması, yanı başında süren bir savaş gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bu savaş gerçekliği Mersin eylemi örneğinde de görüldüğü gibi, faşist sömürgeci devletin en "güvenilir" gördüğü yerlere de sıçraması her zaman olanaklıdır.

Kuzey Kürdistan halkımız savaş gerçekliğine gözleri kapalı, kulakları sağır değildir. Ancak on yıllardır süren savaşın, çektiği acıların vs. ağır yükü altındadır. Faşist sömürgeci devletin estirdiği terörün kimi sonuçları ile karşı karşıyadır. Örgütlülüğü zayıfladıkça söz söyleme ve eylem gücü en geri düzeye çekilmiştir. Bütün bu sonuçlar, yurtsever örgütlerin, partilerin yöneticilerinin ulus özgürlükçü çizgide, duruşta zayıflamaya, burjuva muhalefetten, faşist sömürgeci devletin parlamentosundan medet umar bir seviyeye düşürmüştür. Demokratik cephenin eşbaşkanları ve eski bir eşbaşkanın feda eylemi ardından yaptığı açıklamalar, bu geri seviyeyi yansıtmıştır. Yurt içinde ve kuzey dışındaki, Kürdistan varlığını, özgürlük hareketini, örgütlülüğünü ve tüm kazanımlarını yok etme amacını ortaya koymuş ve bunun için her türde kirli ittifakı ve yolu mubah görmüş sömürgeci faşist devlete karşı, hakları, özgürlükleri, varlıkları ve kurtuluşları için can feda bir direniş sergileyen bir halkın savaşımına tavır almak, onun haklı ve meşru direnişini, eylemlerini kınamak en hafif deyimle sömürgecilerin zokasını yutmak demektir. Sol Parti, TKP, EMEP vb. kimi partilerin, mevcut rejime karşı düzenin sınırlarına ve yasalarına hapsolarak, seçimlerden ve parlamentodan medet ummaları sürpriz değildir. "Sürpriz" olan devrimci, demokrat, sosyalist cephe yöneticilerinin bu geri anlayışa savrulmaları ve ortaklaşmasıdır.

Engels, Paul Lafargue'ye 6 Mart 1894'de yazdığı mektupta şöyle diyordu: "...Ama her hükümet biçimini olduğu gibi cumhuriyeti de içeriği belirler; bu burjuva egemenlik olduğu sürece, bize herhangi bir monarşi kadar hasımdır (yalnızca husumetin biçimleri farklı). Bu nedenle, cumhuriyeti özsel olarak, biçimde sosyalist saymak ya da burjuvazinin egemenliği altında iken ona sosyalist görevler vermek tamamen temelsiz bir yanılsamadır..."

Bir asrı aşan bir deneyin ardından, halen burjuva cumhuriyetten işçi ve ezilenler için özgürlük ve kurtuluş bekleyen iflah olmazlar varlığını sürdürüyor. Anlaşılan sürdürmeye de devam edecekler. Demokratik talepler, haklar için mücadeleye hiç tereddütsüz evet. Bu bağlamda burjuva demokrasisinden, cumhuriyetten, parlamentodan özgürlük ve kurtuluş savaşımı için yararlanmaya da evet. Ama, özgürlük ve kurtuluşu burjuva demokrasiden, parlamentosundan beklemek, işçi ve ezilenlerin ufkunu bu sınırlara hapsetmeye en güçlü şekilde HAYIR!

Partiler, örgütler, bireyler bir eylemi yanlış, zamansız, isabetsiz vs. görebilir, eleştirebilirler. Bu anlaşılırdır. Ancak söz konusu olan devrimci bakış açısının yadsınması, karartılması olunca en güçlü tepkiyi göstermek hakkımızdır. Ulusal özgürlük hareketinin sömürgeci devlete, demokratik cephenin eşbaşkanlarına ve bu yaklaşımlarla aynı çizgide duranlara yönelik eleştiri, uyarı ve ithamları doğru ve yerindedir.

Sömürgeci faşist iktidarın, burjuva muhalefetin devrimci, sosyalist, yurtsever güçlere karşı yürüttüğü savaşa karşı en kararlı şekilde durmak, keza küçükburjuva reformcu salvolara karşı durarak haklı ve meşru olan eylemlere sahip çıkmak, devrimci perspektifin karartılmasına izin vermemek asli görev olarak beklenmelidir.

Stalin'in dediği gibi; "Bir partisi olmayan" ezilenler ve sömürülenler, "kurmaysız orduya" benzer. İşçi ve ezilenlerin özgürlük ve kurtuluşunun yegane yolu devrimci kurmayının önderliğinde, devrimci bir savaşımı örgütlemek, yürütmektir. Burjuvaziden medet ummak değildir.

Devrimci, demokrat, sosyalist cephe, onun eski ve yeni yöneticileri saygınlıklarını korumak istiyorsa en zor zamanda bile burjuvazinin dayatmalarına boyun eğmemeliler. Ulusal varlığı yok sayılmış, işgal edilmiş ve her taraftan kuşatılmış bir ulusun savaşını desteklememek, ondan yana tavır almamak alçaklıktan öte, işçi ve ezilenlerin davasına, özgürlük ve kurtuluş kavgasına en büyük ihanettir.

Meksika'daki gerilla komutanının Che'den aktardığı şu sözler herkes için öğreticidir: "Che'nin dediği gibi, barış için en ufak bir şans varsa ve siz bunu uygulamıyorsanız canisiniz, ama barış için hiçbir şans yoksa ve siz hala silahlı mücadele yürütmüyorsanız siz yine canisiniz." (Gerillanın barışı Metin Yeğin)