Erkek egemen devlete karşı kadın adaleti mücadelesi

Bugün görevimiz, adalet mücadelesini sistematik biçimde örgütlemektir. Şimdiye kadar bütün deneyimlerimiz tek bir gerçeğe işaret ediyor: Adalet mücadeleyle kazanılır. Israrlı, kararlı, eylemiyle söküp alan bir kadın adalet mücadelesi bize yürünecek güzergahı göstermektedir. Rojin Kabaiş İçin Adalet Komisyonlarının ortaya çıkardığı kadın adalet mücadelesi deneyimi çoğaltılmalı; her üniversitede, lisede, mahallede ve işyerinde kadın adalet komisyonları kurulmalıdır. Genç kadınlar, komisyonlarda aktif rol ve görev almalıdır. Kadınların adalet mücadelesini sahiplenmek, hepimizin tarihsel sorumluluğudur.
Yıllardır kadınlar öldürülüyor, yaşamları korunmuyor, failler aklanıyor. Her dava dosyasında aynı ihmaller, aynı sessizlik, aynı devlet refleksiyle karşılaşıyoruz. Bu sessizlik tesadüf değil; erkek egemen iktidarın, kadınlara karşı yürüttüğü sistematik ve örgütlü savaşın en net göstergesidir. Medya, yargı, iktidar aygıtları; her biri kadınların yaşam hakkını gasp eden araçlar haline gelmiş durumda. Sessizlik, yalnızca bireysel ihmallerin sonucu değil, devlet politikalarının ve kadın düşmanı düzenin bir yansımasıdır. Adalet talebi artık bir tercih değil; kadınlar için yaşamsal bir zorunluluktur.
Faşist AKP erkek rejimi, uzun yıllardır kadın cinsine karşı sistemli bir cins savaşı yürütüyor. Medyanın trollerinden bakanların söylemlerine, erkek yargının cezasızlık kararlarına ve iktidarın ideolojik aygıtlarına kadar her alanda kendini gösteriyor. Kadınların yaşam hakkı, erkek tahakkümü ve devletin açık baskısı altında gasp ediliyor. Bu, yalnızca bireysel erkek şiddetiyle açıklanamaz; rejimin çıkarlarını koruyan çok katmanlı, örgütlü ve planlı bir saldırıdır.
2025 yılı, bu çıplak gerçeğin bir kez daha ortaya çıktığı bir yıl oldu. Yalnızca ilk dokuz ayda 216 kadın erkekler tarafından katledildi, 225 kadın ise "şüpheli" biçimde yaşamını yitirdi. Her ölüm, devletin ve adli mekanizmaların ihmaliyle birleşmiş bir cinayeti işaret ediyor. Cinayetler çoğunlukla "intihar" ya da "kaza" süsüyle kapatılıyor; adli incelemeler eksik ve failler koruma altında. Böylece erkek şiddeti bireysel bir eylem olmaktan çıkıyor; devletin adalet mekanizmalarıyla bütünleşmiş, kadının yaşam hakkını hiçe sayan bir rejim pratiğine dönüşüyor.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 17 Ekim tarihli 240. sayısında yayımlanan başyazısı.Bu sistematik ihmallerin ve erkek şiddetiyle devlet işbirliğinin en çarpıcı örneklerinden biri Şule Çet davasıdır. Şule'nin yaşamı hiçe sayıldı, ölümü "intihar" diye sunuldu; yargı ve medya katilleri korumak için manipülasyon üretti. "Gecenin bir vakti plazada ne işi vardı" sorusuyla suç genç kadına yüklendi, katil görünmez kılındı. Kadın örgütlerinin ısrarlı mücadelesi olmasaydı, Şule'nin ölümü de binlerce kadın gibi istatistiklerde kaybolacaktı. Bu dava gösterdi ki adalet ancak kadınların direnişiyle mümkündür ve erkek şiddeti yalnızca ısrarlı, örgütlü mücadeleyle teşhir edilebilir.
Erkek şiddeti ve adaletsizlik, yalnızca bireysel davalarla sınırlı değil; Kürdistan'da devletin militarist ve sömürgeci politikalarıyla birleşerek kadınların yaşamını hedef alıyor. Genç Kürt kadınlarının hayatı, devletin militarizmiyle iç içe geçmiş erkek şiddetinin odağında. Gülistan Doku hala kayıp; sevgilisi Zaynal Abakarov'un üvey babası emekli polis, soruşturma yıllardır ilerlemiyor. İpek Er, uzman çavuş Musa Orhan tarafından sistematik cinsel saldırıya uğradı ve intihara sürüklendi. Katillerin çoğu zaman asker, polis veya uzman çavuş olması tesadüf değildir; bu, devletin Kürt kadınlarının örgütlülüğünü parçalama yöntemidir.
Bu saldırının güncel ve en çarpıcı örneği Rojin Kabaiş davasıdır. Rojin, 27 Eylül 2024'te kayboldu ve kısa süre sonra Van Gölü kıyısında cansız bedeni bulundu. ATK ilk raporunda "darp yok" diyerek ölüm nedenini "boğulma" olarak açıkladı. Otopsi tamamlanmadan Van Valisi aileye, "Kızınız intihar etmiş, yapacak bir şey yok" dedi. Oysa ATK Biyolojik İhtisas Dairesi'nin raporu, Rojin'in bedeninde iki erkeğe ait DNA profili tespit etti. Bu rapor bir yıl boyunca gizlendi; devlet, genç bir kadının cinayetini sakladı. Bu yalnızca ihmalkarlık değil, katilin korunmasına dayalı pratik ve ideolojik bir örtbas mekanizmasıdır. Rojin'in ailesi, Rojin Kabaiş İçin Adalet Komisyonları ve kadın örgütleri bu yalanı sokakta boşa düşürdü. Kadınların örgütlü mücadelesiyle gerçek açığa çıktı; ancak rejim hemen ardından manipülasyonlara başvurdu. Adli süreçte, Rojin'in katillerinin açıklanmaması kadın düşmanı politikaların bir sonucudur. "Cinsel saldırı yok", "DNA bulaşmış olabilir" gibi haberlerle gerçeği yeniden karartmaya çalıştı. Ama Rojin Kabaiş İçin Adalet Komisyonlarının refleks gücü, ısrarlı mücadelesi, erkek devletin kadınların adalet ısrarından korktuğunu bir kez daha gösterdi.
Bu dava, sadece Rojin'i değil, tüm genç kadınların yaşam hakkına dönük sistematik tehdidi ortaya koyuyor. Genç kadınların yaşamı sürekli denetim altında tutuluyor; telefonları, sosyal ilişkileri ve sosyal medya paylaşımları delil adı altında dosyalara ekleniyor, davranışları suçun gerekçesiymiş gibi sunuluyor. "Aileyi koruma" söylemi, kadının özgürlüğünü sınırlandıran ideolojik bir maske haline gelirken, suçun gerçek nedeni failin eylemi olmaktan çıkarılıyor. Bu tablo bireysel bir ihlal değil; erkek egemen devletin yapısal tahakkümünün doğrudan sonucudur. Bütün kadın cinayetlerinde görülüyor ki devlet kendi varlığını gerekçelendirmek için sunduğu bireyin yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Kadının yaşam hakkını koruyup güvenceleyecek anlamlı hiçbir yasal ve politik adım atmıyor. Tam aksine, bu alanda İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm kadın kazanımları gasbederek, kadın cinayetlerindeki erkek failleri kollayan ve koruyan pratiğiyle erkek egemen sistem çarkının işlemesini sağlıyor. Bu eylemiyle erkek suçlarının görünmez ortağı oluyor.
Bu sistematik tehdit yalnızca bireysel davalarla sınırlı kalmıyor; kurumlar aracılığıyla da kadınların yaşam hakları sürekli gasp ediliyor. Adli Tıp Kurumunun taraflı uygulamaları, hasta tutsakların serbest bırakılmaması, kadın cinayetlerinde delillerin geciktirilmesi ve rapor manipülasyonları, kurumun "bağımsız bilim merkezi" iddiasını çürütüyor. ATK, uzun zamandır bir bilim kurumu değil; iktidarın politik çıkarlarını meşrulaştıran, taraflı ve kadın düşmanı bir aygıt olarak işliyor. Rojin ile ilgili açıklanan rapor yalnızca birkaç memurun hatasıyla açıklanamaz; faşist erkek düzenin bilinçli tercihidir. ATK'nın dolaysız biçimde bir devlet çarkının parçası olduğu ve iktidarın bir politik aleti olarak kullanıldığı açık bir gerçektir. Raporların geciktirilmesi, delillerin yok edilmesi ve kadınların ve hasta tutsakların cezalandırılması, adalet sisteminin erkek cinsini koruduğunu ve sınıfsal karakterini bütün çıplaklığıyla açığa çıkarıyor.
Şule Çet, Gülistan Doku ve Rojin Kabaiş davaları, erkek şiddeti ile devletin sistematik işbirliğini gözler önüne seriyor. Kadınların yaşam hakkının sistematik gasbı, erkek egemen devletin ideolojik ve kurumsal mekanizmalarıyla bütünleşmiş durumda. Adalet ancak kadınların kolektif direnişiyle sağlanabilir. Adalet tarafsız bir kavram değil; rejimin çıkarlarını ve erkek iktidarını yeniden üreten bir savaş alanıdır. Mücadele hala esas olarak kadınların öfkesi, direnci ve dayanışmasıyla sürüyor.
Kadın özgürlük mücadelesinin birleşik ve örgütlü zemini güçlendirilmelidir; çünkü adalet ancak bu zeminde inşa edilebilir. Rojin'in katilleri açıklamalı; her şüpheli kadın ölümü gizlenmeden, deliller karartılmadan, failler ve suçu örtbas eden kamu görevlileri birlikte yargılanmalıdır. Kadınların ölümü bir istatistik ya da magazin malzemesi değildir; kadınların yaşamı incelenmemeli, özel hayatları değil adalet talebi konuşulmalıdır. Kadın beyanı esas alınmalı, cezasızlık ve indirim politikaları son bulmalı, İstanbul Sözleşmesi yeniden yürürlüğe girmelidir. Faşist şeflik rejiminin kadınlara savaş ilanı olan "aile" söylemi ise kadınların yaşam hakkını sınırlayan ideolojik bir araç olarak ifşa edilmelidir. Çünkü adalet mücadelesi yalnızca bir hak arayışı değil, aynı zamanda kadın özgürlüğü, gerçek eşitlik ve yaşam hakkı için yürütülen politik bir direniştir.
Bugün görevimiz, adalet mücadelesini sistematik biçimde örgütlemektir. Şimdiye kadar bütün deneyimlerimiz tek bir gerçeğe işaret ediyor: Adalet mücadeleyle kazanılır. Israrlı, kararlı, eylemiyle söküp alan bir kadın adalet mücadelesi bize yürünecek güzergahı göstermektedir. Rojin Kabaiş İçin Adalet Komisyonlarının ortaya çıkardığı kadın adalet mücadelesi deneyimi çoğaltılmalı; her üniversitede, lisede, mahallede ve işyerinde kadın adalet komisyonları kurulmalıdır. Genç kadınlar, komisyonlarda aktif rol ve görev almalıdır. Kadınların adalet mücadelesini sahiplenmek, hepimizin tarihsel sorumluluğudur.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 17 Ekim tarihli 240. sayısında yayımlanan başyazısı.