19 Nisan 2024 Cuma

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Kendi gerçeğini inşa etmek

Sevgide, işte, aşkta üretemeyen aşınır. Gelişmenin önünün tıkanması, hareketsizlik aşındırıcıdır. Gelişmeyen, değişmeyen, yenilenmeyen, geliştirerek değiştiremeyen alışkanlıklara yenik düşer. Alışkanlıkları yenmek reddetmekten geçmektedir. Ret bir başlangıçtır. Devrimci kendi gerçeğini inşa eden kişidir. "Ben kendi çıkarımı gözetirim, başkaları umurumda değil" diyen ruh halini değiştirmek, eylem içinde eğitimi gerektirir. Eylemli değişim içinse örgütlü olmak şarttır. Önemli olan hatalar yapılması değil bunların sistemleştirilmesinin hoş görülmesidir. İnsani değerleri metalaştıran kapitalizm koşullarında eylemin ahlakını korumak, tavizsiz eleştirel değerlendirmeyle mümkündür çünkü.

Ağustos göğünün altında her şey tutuşmuş görünüyor. Ateş gibi bir günden geçiyoruz. Deniz mavi bir durgunlukta, yaz günlerinin sessizliğine bürünmüş ortalık. Serin olan tek şey deniz. Ağustos boylu boyunca denizin üstünde uzanmakta. Belki de hayatı ağustos gibi yaşamalı. Hiçbir yeri gölge almadan. Mavi göğün altındayız. Omuzlarımızda zamanın ağırlığı. Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hala/ sevgiler bekliyor sürekli senden/ insanın bir yanı nedense hep eksik/ ve o eksiği tamamlayalım derken/ var olan aşınıyor azar azar zamanla derken haklı mı acaba Metin Altıok?

Aşınmak ve eskimek kendini yeniden üretmemekten kaynaklanmaz mı? Sevgide, işte, aşkta üretemeyen aşınır. Gelişmenin önünün tıkanması, hareketsizlik aşındırıcıdır. Gelişmeyen, değişmeyen, yenilenmeyen, geliştirerek değiştiremeyen alışkanlıklara yenik düşer. Alışkanlıkları yenmek reddetmekten geçmektedir. Marx; "Hiçbir alanda hiç kimse önceki varlık biçimini reddedemeden ilerleme kaydedemez. Ahlak diline çevrildiğinde ret, inkar demektir" diyor. İnkarsız gelişme olmuyor.

Peki, inkar edilecek olan nedir? "Eski toplum şu ilkelere dayanıyordu: Soy ya da soyul, başkaları için çalış ya da başkalarını kendin için çalıştır; köle sahibi ol ya da köle ol. Böyle bir toplumda yetişen insanlar, doğal olarak analarının sütünü emerken, bir yandan şu psikolojiyi, alışkanlığı ya da kavramı da hazmedeceklerdir: Sen bir köle sahibisin ya da köle. Ya da küçük bir mal sahibi, küçük bir memur ya da bir aydın. Kısaca sadece kendisiyle ilgilenen, başkalarına bir nebze olsun önem vermeyen bir insan" diyordu Lenin. Devrimciler bakımından reddedilecek olan bu ahlak, değiştirilecek olan bu ruh halidir işte.

Ret, bir başlangıçtır. Devrimci kendi gerçeğini inşa eden kişidir. "Ben kendi çıkarımı gözetirim, başkaları umurumda değil" diyen ruh halini değiştirmek eylem içinde eğitimi gerektirir. Eylemli değişim içinse örgütlü olmak şarttır. Konuyu bilerek ve isteyerek karar verme gücü olan irade işte bu noktada devreye girer. Örgüt, kolektif değişim iradesi demektir. Değişim söz konusu olduğunda Marx'ın, Feuerbach Üzerine Tezlerinin Üçüncüsü akılda tutulmalıdır: "Ortamın değişmesi ile insan faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin çakışması, yalnızca devrimci pratik olarak kavranabilir ve ussal biçimde anlaşılabilir." Dünyayı ve kendimizi değiştirmenin yolu bilinçli eylemdir.

Günümüzde egemenlerce yürütülen ideolojik saldırının temeli, "insanın dünyayı anlamaya ve değiştirmeye gücü olmadığı" savına dayanmaktadır. Amaç, benliğin sınırlandığı, duyguların denetlendiği, ruhun boyun eğdiği böyle bir dünyayı değiştirme umudunu kırmaya çalışmaktır. Bu koşullarda eylemsizlik bir ahlak silicisi işlevi görmektedir. Çünkü ahlak eylemde davranış ilkelerinden başka bir şey değildir. İlerlemeye ve insana inanmak geleceğe güvenmek demektir. Güvenini yitirmiş insan eğilip bükülür. Ahlaka gereksinmesi yoktur. Kendini ortaya koymak yerine kolay çözümü yeğler. Bu tür insan yaşamda çözülür ve geriye çekilir. Güven sistemi sarsılmış insan, her türlü suçlamaya ve horlamaya alıcıdır. Kurtuluşunu düşünmez ve geleceğe doğru bakma istemi yoktur. Bu ise umutsuzluktur. Albert Camus'un dediği gibi; "İnsanın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan daha beterdir."

Alışmamak umutlu olmaktır. Değişmek ve değiştirmek, aşınmaya izin vermemek demektir. Aşınmaksa başkalaşmaktır. Başkalaşım, sevginin, sevincin, sevdanın, coşkunun ve beklentilerin farklılaşmasıdır. Farklılaşmanın nedeni üretimsizlik ve müdahalesizliktir. Gerçeğin sürekliliği içinde hiçbir şey mutlak ve sonsuz değildir kuşkusuz. Gelişme kararlılığına sahip olmayan yok olur. Hani Nazım, Kerem için; "Ben Kerem'i bilirim/ Öyle acayip bir heriftir ki/ Aslı olmasaydı/ Yanmak için bir başka vesile bulurdu mutlaka/ Nasıl bulmasın ki/ kafasına yanmayı koymuş bir kere/ Sebep Aslı'da değil/ sebep daha derinlerde/ İş böyle olunca Kerem/ yanmak için vesile mi bulmazdı" diyor ya, öyle bir yanma kararlılığı gerekmektedir artık, sevdayla üretebilmek için.

Gündelik ilişkilerin metaların gösterge değeri üstünden kurulduğu günümüzde kolektif içindeki bireysel değişim iradesinin ölçütü gündelik ilişkilerdir. Gündelik ilişkiler içinde üretici olamayan, sevgiyi, işi, aşkı, yapmak ve üretmekle birlikte düşünmeyen bir devrimci bireysel yabancılaşmayı yaşamaktadır. Devrimcileri sıradan insanlardan ayıran, yaşadıkları gündelik hayatın dünyasını aşacak güçte oluşlarıdır. Devrimci, toplumla ilişki kurma yeteneği gelişmiş, bilinçli insan demektir.

Kuşkusuz devrimci kimlik belli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünüdür. Devrimcilik söz konusu olduğunda kendiliğindenlikten değil nesnel koşullardan söz edilebilir. Bunun ötesinde özne, bilinç ve irade gündeme gelir.

Nesnel koşulların bilinç ve iradenin diyalektik birliğidir devrimci kimliği var eden. Devrimci özne devrimci eylem pratiği içinde gerçekleşir ve gelişir. Devrimci birey statik değil, dinamiktir. Toplumsal gerçeklikle diyalektik bağlantı içinde gündelik hayat pratiği içinde gelişir ve yenilenir. Devrimci kimlik; devrimci teori ve devrimci ideolojiden beslenir. Örgütlü kolektif etkinlik olarak eylemleşen politik mücadele içinde gelişir, yetkinleşir. Eylemsiz devrimcilik tıpkı eylemsiz sevgi gibi çözülmeye mahkumdur.

Çözülmenin en iyi gözlendiği yer yine gündelik pratiktir. Gündelik pratik devrimcinin içindeki diğer beni; ezilenin içindeki ezeni ortaya çıkarır. Çünkü gündelik hayatta insan, ezenin imajını benimsemiş, ilkelerini içselleştirmiştir. Eleştirel aklın ve başkaldırının yokluğu demektir bu. Toplumsal gerçeklerden kaçış ve çifte standartlılık söz konusu olduğunda çözülmenin işaretleri belirmeye başlar. Özgüvenini yitirmenin ardından kuşku, umutsuzluk ve düş kırıklığı işaretleri belirir. Yayılmacı bir karakteri vardır üstelik böyle duyguların.

Sürekli insan ruhunu ve duygularını sorgulayan niteliğiyle kolektif devrimci, ikiyüzlülükleri sergilemeli ve kapitalizmin bulaşıklığıyla mücadele etmelidir. Uzlaşmak kirleticidir. Devrimcinin içinde yaşadığı düzenin ürünü olmasını bütün zaafların ve zayıflıkların gerekçesi yapmak bir tür boyun eğiştir. Boyun eğişse kadercilere yakışan bir niteliktir. Kuşkusuz yenilgisiz başkaldırı, hatasız eylem olmayacağı gibi kusursuz bireysel devrimci gelişme de olmayacaktır. "Günahlarımız yaşamaktan doğan suçlarımızdır" demiş şair. Önemli olan hatalar yapılması değil bunların sistemleştirilmesinin hoş görülmesidir. İnsani değerleri metalaştıran kapitalizm koşullarında eylemin ahlakını korumak, tavizsiz eleştirel değerlendirmeyle mümkündür çünkü.

Devrimci olmak günümüzde insan olmak ve insan kalmak sorunudur. Söz ve eylem diyalektiğini ilke edinmektir. Bunun için tavizsiz eleştiri kadar kendisiyle yüzleşme ve hesaplaşma cesaretine sahip olmak da gerekmektedir. Devrimci değer ve kavramların bastırılmak, zihinlerden silinmek istendiği koşullarda devrimci değerleri savunmak kendimize ve karşımızdakilere karşı gerekçesiz eleştirellikten geçmektedir.

"İnsan düşüncesinin objektif gerçekliğe ulaşması ya da ulaşamaması sorunsalı kuramsal değil pratik bir sorundur. İnsan doğruyu, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya ait olduğunu pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten soyutlanmış bir düşüncenin gerçekliği/gerçek dışılığı tartışması skolastik bir sorundur" demişti Marx. Devrimci olmak, pratik mücadele yürütmektir. Anlamak ve eleştirel yaklaşmaktır. Saygı, güven, onur, dostluk ve insan sevgisi gibi değerlerin yeniden tanımlanarak yükseltilmesidir. Ve kendini yenileyerek sürekli üretmektir. Devrimci etikle silahlanarak yürümektir. Yolundan şaşmadan, yılmadan olması gerektiği gibi olabilmektir. Hayata sevdalanmaktır ve geçicilikten uzak durmaktır. Bundan gayrisi insanca yaşamak isteğidir. Hayatta olmanın onuru, günümüz ve tenimiz bazen yaralı da olsa, sonuçta haykırmak kalmalıdır geriye bize; "bizi kurtaracak olan/kendi kollarımızdır" diye. Ve daima yüzümüz geleceğe dönmelidir; hep birlikte, inançla eleştirellikten kopmayan sıkı disiplinle...