Okan Danacı yazdı | Faşist saldırılara karşı birleşik antifaşist direniş
Bu mesele, günlük siyasal çalışmanın konusu olarak ele alınmalıdır. Şu 3-4 günlük yaşananlar dahi gençlik hareketi açısından özsavunmanın ve fiili meşru pratiklerin ne düzeyde bir zorunluluk haline geldiğini göstermiştir. Faşist çete saldırıları, ancak militan birleşik direnişle püskürtülebilir ve yenilgiye uğratılabilir.
Geçtiğimiz günlerde Ankara'da yaşanan faşist saldırılar münferit veya tesadüfi değildir. Devrimci gençlere ve onların etrafında konumlanan öğrencilere dönük saldırıların bir amacı ve hedefi var şüphesiz.
Dönem başından bu yana üniversitelerde yükselen bir öğrenci gençlik mücadelesi olduğunu görüyoruz. Bunun temel itici kuvveti biriken sorunlar ve 19 Mart ayaklanmasıdır. Barınma, beslenme, ulaşım ve benzer günlük yaşamsal ihtiyaçlardan tutalım da söz, eylem, örgütlenme hakkına yönelik saldırılara karşı gelişen politik itirazlar, örgütlü bir güce dönüşme eğilimi taşıyor. Sadece üniversitede yaşanan sorunlar değil, coğrafyamızda ve dünyada cereyan eden değişik toplumsal gelişmelere de tutum alma eğiliminde olan gençlik, her geçen gün düzene "tehdit" bir toplumsal dinamik olarak gelişiyor. Özellikle üniversiteli öğrenci gençlik 19 Mart'la birlikte daha dinamik ve militan mücadele çizgisinde gelişim gösteriyor. Gerek devrimci-demokratik gençlik hareketi bileşenleri içerisinde örgütlenme, gerekse kulüp-topluluk-fanzin gibi çevreler etrafında örgütlü hareket etme ve rejimin saldırılarına karşı tutum alma eğilimi güçleniyor. Yüksek öğrenim gençliğinde gelişip güçlenen bu eylemli bilinç, faşist rejim bakımından ciddi ve dağıtılması gereken bir odak olarak görülüyor.
Egemenlerin 19 Mart'tan çıkardığı temel derslerden biri budur. Gece gündüz düşündükleri ve hedefledikleri, iktidarlarını sarsabilecek toplumsal bir hareketin temel dinamiklerinden olan gençliğin mutlaka ama mutlaka etkisizleştirilmesidir. Çünkü tarihsel tecrübelerinden ve egemen sınıf sezgileriyle çok iyi biliyorlar ki; gençlik birikmiş toplumsal patlayıcıları infilak ettiren tutuşturucu ateştir. Gençliğin bu devrimci ateşinin büyük toplumsal yangınların kıvılcımını çakması ve bütün bir bozkırı tutuşturması gerçeği, egemenlerin sürekli korkusu olmuştur. Bu yüzden egemenler için gençliğin suskun ve eylemsiz tutulması bakımından her yol mübah görülmektedir. Gençliğin, sürekli faşist abluka altına alınması bu nedenledir. Hak gaspları ve kazanımların tırpanlanması, kayyum rektörler, OHAL genelgeleri, soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalar, baskı ve tehditler, kaçırma ve aile aramaları, ÖGB ve polis şiddeti vb. Bütün bu faşist abluka ve hegemonya cenderesinin parçalandığı her yerde ve anda ülkücü-faşist çetelerin devreye sokulması egemenlerin değişmez politikası olmuştur.
Faşist hegemonya parçalanırken bir kez daha faşist çeteler yüksek öğrenim gençliğinin antifaşist hareketi üzerine salındı. Akademik takvimlerin yayınlanması ve yeni dönemin başlamasıyla birlikte değişik üniversitelerde faşist saldırılar boy gösterdi. İTÜ, Ege, DEÜ, ODTÜ ve DTCF bunların başında gelen üniversitelerdi. Bu konsept saldırıların en ileri temsili ise geçtiğimiz günlerde Hacettepe'de yaşananlar oldu.
Şunu belirtmek gerekir ki; bu çabaların hiçbir hükmü yoktur. Faşist çetelerin üniversitede hiçbir meşruluğu kalmamıştır. Bütün varlıkları demagoji ve faşist propaganda üzerine kuruludur. Gençlik kitleleri içerisinde çekim merkezi haline gelemediklerinin farkında olan ve aynı zamanda ulusalcı-milliyetçi histeriye sahip olan kesimleri dahi etkileyemediklerini gören bu çevreler, yeni örgütlenme metotları geliştirmenin derdine de düşmüş durumda. Değişik isimler ve pratikler altında üniversitelerde varlık göstermeye çalışan bu ulusalcı-faşist ve ülkücü-faşist çete ve çevreler düpedüz mevzi kaybediyorlar. Bunun paniğini yaşıyorlar. 19 Mart isyanında açığa çıkan enerjinin devrimci-demokratik gençlik hareketine yakınlaşması ve kendini bu kulvarda özneleştirmesi bu yapıları harekete geçirmiştir. Sadece Ülkü Ocakları etrafındaki ülkücü-faşistlerden ibaret değiller, Zafer Partisi, İYİ Parti ve Vatan Partisi de bu çetelerin etrafında kümelenmiş vaziyette.
19 Mart adalet ve özgürlük isyanı üzerine yaptığımız değerlendirmeler ve hareketin bileşenlerine ilişkin açığa çıkan analizlerle, ulusalcı ve şoven bir kitlenin de hareketin içerisinde dinamik biçimde yer aldığını biliyoruz. Bu durumun değişik riskler taşımakla birlikte ayaklanmaların seyri içinde anlaşılır olduğu ve ancak hareketin içinde konumlanarak değiştirilebileceğini tartışmış ve not etmiştik. Gelinen aşamada görüyoruz ki, bahsettiğimiz bu kesimin ulusalcı faşist ve ülkücü faşist çevreler içerisinde kendisini konumlandıramadığı gerçeği gün gibi ortadadır. Bu yapıların gençliğin ve emekçi halkın sorunlarını dert edinip, onu mücadele konusu haline getirmek gibi bir amacı, ufku ve yeteneği yoktur. Keza bunlara biçilen rol de zaten bu değildir. Burada dikkat çekilmesi gereken olgu şudur ki; yukarıda bahsettiğimiz ulusalcı-milliyetçi histeriye sahip kesimlerde mücadele eğiliminin güçlenmesi ve sorunlar etrafında örgütlü hareket etme arzusunun kuvvetlenmesi, onları devrimci-demokratik gençlik hareketine yakınlaştırmaktadır. Ülkücü faşist hareketin gördüğü ve kesmek istediği akış tam olarak budur.
"Kendi tabanı" olarak gördüğü ve yorumladığı bu kesimin devrimci-demokratik gençlik hareketiyle yakınlaştığını ve örgütlenme eğilimi içerisinde olduğunu gören ülkücü faşist hareket duruma bildiğimiz yöntemlerle(!) müdahale etmeyi denemiş ve yine faşist propaganda ve demagojiyle sahneye çıkmıştır. Elinde palalar ve muştalarla üniversitelerde boy göstermiş, polis işbirliği ve ÖGB gözetiminde devrimci öğrencilere saldırmıştır. Gelinen aşamada üniversite bileşenleri ve devrimci-demokratik gençlik hareketinin birleşik antifaşist direnişi bu saldırıları püskürtmüş ve boşa düşürmüştür. Ülkücü faşist çeteler vatan-millet-Sakarya safsatalarını yine diline dolamış, Türk bayrağını kendine kalkan eylemeye çalışarak provokatif zeminler yaratmayı denemiş, ama amacına ulaşamamıştır. 23 yılını AKP'yle ve son 10 yılını AKP-MHP'yle geçiren gençliğin bu ülkücü faşist çetelerin demagojileri ve yalanlarına aldanmadığı ve mücadelenin gerçek zeminleriyle buluşmak istediği bir kez daha görülmüştür.
Elinde sopalar, palalar ve muştalarla üniversiteye giren ve öğrencilere saldıran bu faşist çetelerin kim oldukları, kimler tarafından beslendiği ve desteklendiği, arkasında faşist devletin durduğu amaçlarının ne olduğu açıktır. Yükselen gençlik hareketi gerçeği ve onun devrimci potansiyeli rejimi tedirgin ediyor. 19 Mart'ta üniversiteli öğrenci gençliğin barikatları yıkmasının ardından hareketin bir isyana dönüştüğünü görüyor, başkaldırıyı fitilleme ve omuzlama niteliği olan gençliğin iradesini kırmak istiyor. Bırakalım düzen dışı yol arayış ve pratiklerini, düzeniçi eğilimleri dahi ortadan kaldırmak ve hareketi bütünen tasfiye etmeyi arzuluyor. Sermayenin arka bahçesi haline getirilen üniversitelerde mezar sessizliği yaratmak amacıyla faşist rejim her türlü yöntemini devreye sokuyor. Buradan hareketle ülkücü faşist çetelerin devrimci-demokrat öğrencilere saldırmasını bizzat tertipliyor. Çünkü bu faşist çeteleri, olası isyan ve ayaklanma gibi hareketlerin ezilmesinde vurucu güç olarak konumlandırmak ve işlevlendirmek istiyor. Faşist çeteleri diri bir rezerv olarak elde tutuyor ve kullanıyor.
Münferit ve "kendiliğinden" olmayan bu faşist saldırılar değişik biçimlerde devam edecektir. Burada emekçi solun, devrimci-demokratik gençlik hareketinin ve antifaşist gençliğin tartışması gereken bunun karşısında ne yapacağımız meselesidir. Hacettepe'de faşist saldırılara karşı ortaya koyulan pratik bu anlamıyla oldukça yol göstericidir. Sadece birkaç ayda gelişen özgün karşı koyuşlar değil, tarihsel bütün deneyimler, faşist saldırılar karşısında ancak birleşik antifaşist direnişle sonuç alınabileceğini göstermiştir. Bu mücadele yalnızca devrimci öğrencilerle faşistler arasındaki "kriminal" bir düzleme sıkıştırılmamalıdır. Fiili direniş hali meselenin bir boyutu, üniversiteli öğrenci gençliğin direnişin muhatabı haline getirilebilmesi ise diğer boyutudur. Faşist saldırıları düzenleyenlerin kim oldukları ve ne amaçladıkları usanmadan yılmadan amfilerde anlatılmalıdır. Yemekhanelerde örgütlenen sesli ajitasyon ve görsel ajitasyon-propaganda faaliyetleriyle faşist çetelerin gerçek yüzü tekrar tekrar açığa çıkarılmalıdır. Herhangi bir üniversitede yaşanan faşist saldırı bütün üniversitelerin gündemi haline getirilebilmelidir. Faşizme karşı mücadele gençlik mücadelesinin temel başlığı düzeyine taşınabilmelidir. Bu mesele, günlük siyasal çalışmanın konusu olarak ele alınmalıdır. Şu 3-4 günlük yaşananlar dahi gençlik hareketi açısından özsavunmanın ve fiili meşru pratiklerin ne düzeyde bir zorunluluk haline geldiğini göstermiştir. Faşist çete saldırıları, ancak militan birleşik direnişle püskürtülebilir ve yenilgiye uğratılabilir. Devrimci-demokratik gençlik hareketi bizzat kendi deneyimi ve tarihsel deneyimlerin ışığında bu başarıyı örgütleyebilir.