28 Nisan 2024 Pazar

ÇEVİRİ | UAD kararı yeterince iyi değil

Direkt müdahale yerine İsrail'e soykırım politikalarına devam etmesi için en az 30 gün süre daha veren rapor tercihi İsrail tarafından ele vurulan hafif bir tokat olarak görüldü. Eğer durum buysa, bir ay içinde Gazze'den geriye ne kalır? Eğer sadece Batı değil, UAD da acil ateşkes çağrısında bulunmayı reddediyorsa, bir aylık sürede soykırımın şiddeti ne olur? Korkarım bu korkunç soruları cevaplamaya ihtiyaç yok.

Güney Afrika'nın Gazze'deki Filistinlilere dönük soykırıma son verecek bir karar umuduyla Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) yaptığı ahlaki ve cesur başvuru, 26 Ocak 2024 Cuma günü mahkeme tarafından karşılanmadı.

Mahkeme kararının önemini küçümsemiyorum. Doğru; mahkeme Güney Afrika'nın UAD'a başvurma hakkını tanıdı ve Soykırım Sözleşmesi kapsamında İsrail'in eylemlerinin soykırım olarak tanımlanabileceği ihtimali de dahil olmak üzere sunduğu delilleri tasdik etti.

Uzun vadede, UAD'ın ilk kararında kullandığı dil ve tanımlamalar Filistin'in kurtuluşuna giden yolda büyük bir sembolik zaferi oluşturuyor.

Ama bu Güney Afrika'nın UAD'a başvurmasının sebebi değil. Güney Afrika, mahkemenin soykırımı durdurmasını istedi. Bu nedenle, işlevsel bir bakış açısından, UAD İsrail'e hala bir serseri devlet değil, demokrasi muamelesi yaptığı için soykırımı durdurma fırsatını kaçırdı.

Filistinliler ve küresel kuzey ülkeleri tarafından işlenen suçlara karşı verilen her türlü mücadeleyi destekleyen kim olursa olsun, sembolik eylemlerden etkilenmeyi uzun zaman önce bıraktı. Kanunsuz devletlere karşı yapılan hareketler ancak işlevli bir yanları varsa anlamlıdır.

UAD tarafından ileri sürülen işlevsel adımlar basitçe; İsrail'in Gazze'de soykırımı engellemek için aldığı önlemlere ilişkin 1 ay içerisinde bir rapor sunmasını istemek.

İsrail hükümetinin böyle bir görevin kendi öncelikleri arasında yer almayacağını ve daha da önemlisi, sahada izlediği politikalara herhangi bir etkisi olmayacağını çoktan ima etmesi şaşırtıcı değil.

UAD, yapması gerektiği gibi, bir ateşkes talebinde bulunsaydı bile, İsrail'in uzlaşmazlığı göz önünde bulundurulduğunda bunu yürürlüğe koyması uzun bir zaman alırdı. Ama İsrail'e verilen mesaj net ve etkili olurdu.

SOYKIRIM YAPMA EHLİYETİ
İsrail'le herhangi bir etkileşimde hatırlanması gereken önemli nokta; aslolanın mesajın niyeti değil İsrailli politikacıların bu mesajı nasıl algıladığıdır.

7 Ekim 2023'te Batılı ülkelerin İsrail'le gösterdiği dayanışma, İsrailli politikacılar tarafından Gazze'de soykırım yapmak için serbest bir ehliyet olarak algılandı. Benzer bir şekilde, direkt müdahale yerine İsrail'e soykırım politikalarına devam etmesi için en az 30 gün süre daha veren rapor tercihi İsrail tarafından ele vurulan hafif bir tokat olarak görüldü.

Eğer durum buysa, bir ay içinde Gazze'den geriye ne kalır? Eğer sadece Batı değil, UAD da acil ateşkes çağrısında bulunmayı reddediyorsa, bir aylık sürede soykırımın şiddeti ne olur? Korkarım bu korkunç soruları cevaplamaya ihtiyaç yok.

Daha da önemlisi, bu suçu durdurmak için hala zamanın olduğu bir durumda değiliz, bu suç çoktan işlendi. Bu yüzden, eğer UAD İsrail'in eylemlerinin geriye döndürülebilir ve düzeltilebilir olduğuna inanmıyorsa, çok karışık bir mesaj gönderiyor. Bu karar, yapılanlar bir suç olsa da, eğer katliam belli bir ölçüde sınırlandırılırsa, bu durumun UAD tarafından hoş görülebilir olduğuna işaret ediyor.

FİLİSTİN'DE BAŞARISIZLIĞIN TARİHİ
UAD, küresel güneydeki pek çok ülkenin ve uluslararası kamuoyunda çok sayıda insanın son üç aydır istediği şeyi talep etmekten geri durarak cesaretsizliğini gösterdi.

Eğer bütün bu süreç uluslararası hukukun Filistin'in ve Filistin halkının yok edilmesini durduracak gücü olmadığı olağan çıkarımıyla son bulursa, bu durum Filistin sorununda çok daha büyük bir etkiye sahip olacaktır.

Hatta bu farkındalık, küresel güneyin halihazırda oldukça düşük olan, uluslararası hukukun evrenselliği konusundaki güvenini ağır bir şekilde zedeleyebilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki son kurumsallaştırılmasından bu yana, uluslararası hukuk sömürgecilikle bir suç olarak mücadele etmekte başarısız oldu ve İsrail gibi yerleşimci sömürgeci projeleri asla sorgulayamadı.

ABD ve Birleşik Krallık tarafından, hukukun net bir ihlali olarak sürdürülen emperyalist projelerin uluslararası hukukun yargısından tamamen muaf olduğu da giderek açığa çıktı. Böylece, ABD uluslararası hukukun çarpıcı bir ihlali olarak Irak'ı işgal edebildi ve şu anda Birleşik Krallık yaptırım korkusu olmadan mültecileri Ruanda'ya gönderme planları yapabiliyor.

Filistin'in durumunda ise, 75 yıldır süregelen Nakba boyunca uluslararası hukuk -resmi ve gayriresmi temsilcileri, uygulayıcıları ve delegeleriyle- mutlak biçimde etkisizdi. Bir Filistinlinin öldürülmesini durdurmadı, bir Filistinli politik tutsağın serbest bırakılmasını sağlamadı ve Filistin'de etnik temizliğin önüne geçmedi. Hakikaten de, uluslararası hukukun başarısızlıklarının listesi burada detaylandırılamayacak kadar uzun.

AMA UMUT VAR
Eylemlerimizi biçimlendirmesi ve gelecek için umutlarımızı canlandırması gereken yeni, önemli bir ders var.

İsrail toplumu içerisinden değişiklik için bir umut olmadığını çoktan öğrendik; bu, sözde barış görüşmelerine katılanların gözardı ettiği bir dersti.

Siyonist toplumun DNA'sını anlamadaki başarısızlık, İsrail'in kurulduğundan bu yana Filistinlileri giderek artan, geniş bir ölçüde; hem doğrudan ateş açarak, hem de dolaylı yoldan, yaşamak için temel insani koşullara erişimini engelleyerek katletmesine izin verdi.

ABD tarafından öncülük edilen bu süreç, ancak "barış sağlandıktan" sonra İsrail'in sahadaki acımasız politikalarını değiştirmekle yükümlü olması formülüne dayalıydı.

Biden yönetimi ve nedense hala iki devletli çözüme inanan birkaç Filistinli bu aralar her ne kadar yeniden canlandırmaya çalışsa da, bu yanlış paradigma tamamen çöktü.

Ve şimdi yeni, önemli bir dersin sırası: İsrail'in içinden gelen bir değişim için umut edemeyeceğimiz gibi, Filistinlileri soykırımdan korumak için uluslararası hukuka güvenemeyiz.

Ama bu, gelecekte kurtuluş ve sömürgesizleştirme için umut olmadığı anlamına gelmiyor. Siyonist proje içeriye doğru çökme sürecinde.

İsrail'in Yahudi toplumu çözülüyor, ekonomisi bozuluyor ve uluslararası imajı kötüye gidiyor.

İsrail ordusu ekimde fonksiyon gösteremedi ve hükümet paramparça halde, yurttaşlarına temel hizmetleri sağlayamıyor. Bu koşullar altında, sadece savaşlar ve Batı’nın alaycı çıkarları bu projeyi ayakta tutabilir, ama ne kadar zaman?

Ancak, gözlerimizin önünde gerçekleşen bu çöküş süreci, uzun, vahşi ve şiddetli olabilir.

Ve biz sadece izleyiciler değiliz. İçimizdeki aktivistler, halihazırda yapılması gerektiğini bildiklerimizi, ikiye, üçe katlamak zorunda olduğumuzun farkında.

Filistin'in dışında, Boykot ve Tecridin (divestment) 'B' ve 'D'sini, Yaptırımların (Sanction) 'S'sine ilerletmeye çalışıyoruz.

Bu çaba iki yönde baskı yapılarak yoğunlaştırılabilir. Bir yanda, Arap ve Müslüman ülkeler başta olmak üzere küresel güneydeki devletlere daha etkin olmaları için baskı uygulamalıyız. Diğer yanda, küresel kuzeydeki temsilciler üzerinde seçim baskısını arttırmak için daha iyi yollar bulmalıyız.

Filistin direnişine kendisini ve halkını savunmak için ne yapması gerektiğini söylemeye ihtiyaç yok. Kurtuluş hareketine gelecek için nasıl stratejiler üretmesi gerektiğini söylemeye ihtiyaç yok. Nerede olurlarsa olsunlar, mücadele eden Filistinliler direnmeye ve dayanıklı olmaya devam edecek. İhtiyaçları olan şey, dışarıdan gelen herhangi bir çabanın etkili, gerçekçi ve cesur olması.

Filistin'le dayanışma hareketinin özellikle son üç ayda neler başardığını takdir etmemek mümkün değil.

Ama, eğer bu hareketin sadık ve adanmış eylemcileri yaptıklarının neden hayati ve meşru olduğuna dair fazladan bir sebebe ihtiyaç duyuyorsa, UAD'ın kararı nasıl bir riskle karşı karşıya olunduğunun ürkütücü bir hatırlatıcısı.

Eğer tarihsel Filistin'in tamamında soykırımı durdurmak için bir umut varsa, bu uluslararası kamuoyunun başa geçmesinde yatıyor. Çünkü hükümetlerin ve uluslararası kurumların bunu yapmak istemedikleri veya yapacak güçleri olmadığı oldukça ortada.

*Palestine Chronicle sitesinde yayınlanan yazı Elif Bayburt tarafından ETHA için Türkçeye çevrilmiştir. Yazının aslında buradan ulaşabilirsiniz.