19 Nisan 2024 Cuma

Cemil Aksu yazdı | Burjuva ittifaklar ekoloji için ne vaat ediyor?

Hem Cumhur İttifakı'nın hem de Millet İttifakı'nın vaat ettiği büyüme, kalkınma vaatlerinin çerçevesinin Türkiye'nin emperyalist kapitalist sistemdeki rolüne uygun olarak IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi küresel kurumlarca çizildiğini, sermaye birikim modellerinin temelinde emeğin ve doğanın ucuzlatılması, daha derin sömürüsünün gerçekleştirilmesi yattığını bir kez daha vurgulamak gerekiyor.

"Erdoğan gitsin", 14 Mayıs seçimlerinde oy kullanırken neredeyse tek kriter haline getirildi. Gerisine sonra bakarız! Oysa gerisine sonra bakılacak bir durum yok. Zira partiler seçim programlarını açıklıyor, iktidara geldiklerinde neler yapacaklarını açıkça belirtiyorlar. Seçimlerden sonra nelerin olacağı büyük oranda şimdiden belli.

Türkiye'nin son 20 yılı, ekonomik ve siyasi olarak yaşanan yıkımla birlikte ekolojik bakımdan da yıkım yılları olarak yaşandı. Ülkenin ekolojik açıdan son derece önemli doğa alanlarının maden, enerji, turizm, yol, kentleşme projeleriyle yıkıma uğratıldı. Doğu Karadeniz'deki yaşlı doğal ormanlarında -başta Artvin Cerattepe'deki Cengiz Holding'in siyanürlü maden projesi, Yeşil Yol Projesiyle Samsun'dan Artvin'e kadar ormanlar ve yaylalar içinden yapılan yollar, Ordu Fatsa'daki siyanürlü altın madeni- ve vadilerindeki maden, HES ve turizm projeleri, 12 bin yıllık insanlık mirası Hasankeyfi yok eden Ilısu Barajı, termik santral projeleri ve Soma'da olduğu gibi işçi katliamlarının mahalli olan kömür ocakları, İstanbul'un son ormanlarını ve sulak alanlarını parçalayan 3. köprü ve 3. havaalanı projesi, Çanakkale'de Kazdağı eteklerinde Alamos Gold'a verilen maden ruhsatı için yüz binlerce ağacın kesilmesi, Akkuyu nükleer santrali inşaatına başlanması, Sinop'taki nükleer santral için dönümlerce ormanlık alanın yok edilmesi, Ege ve Akdeniz koylarının özelleştirilerek betonlaştırılması, orman yangınlarına davetiye çıkaran uygulamalar ve Marmara Denizinin ölüm sekansı olan müsilaj gibi bütün coğrafyayı ekolojik kırım mahalli yapan bir dönemdi bu.

Bu yıkıma karşı verilen mücadelede emekçi köylüler defalarca jandarma ve polis şiddetine maruz kaldı, yerlerde sürüklendi, gözaltına alındı, tutuklandı. Antalya Fenike'deki mermer ocaklarına karşı çıktığı için Ali ve Aysin Büyüknohutçu çifti kiralık bir katil tarafından katledildi.

Bu nedenle siyasi ve ekonomik açıdan ne kadar ağır bir kriz yaşıyorsak, bu ekonomik krizi daha da derinleştiren etkileri nedeniyle çok daha kritik ekolojik yıkım ve krizle karşı karşıya iken "AKP gitsin de gerisine sonra bakarız" diyecek bir lükse sahip değiliz.

Millet İttifakı'nın Mutabakat Metni'nde Tarım, Sanayi ve Teknoloji, Savunma Sanayi, Enerji, Madencilik, Ulaştırma gibi sermaye birikiminin hangi sektörler üzerinden nasıl sağlanacağını gösteren vaatlerine bakıldığında bizi nasıl bir geleceğin beklediğini görebiliriz. "Kalkınma mı doğa mı?" ikilemi karşısında hem küresel olarak hem de ulusal düzeyde sermaye sınıfının ve onun siyasi temsilcilerinin cevabının elbette "kalkınma" olduğunu, sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda gerisinin teferruat olduğunu deneyimle gördük.

Bu açıdan Millet İttifakı'nın bize vaat ettiği yeni bir ekolojik yıkım programıdır. Bu programın belli başlı maddelerine bakalım:
Türkiye'nin sahip olduğu maden kaynaklarının aranmasına hız verecek, sektörün milli gelirdeki payını arttıracağız.
Üretilen madenleri yarı mamul veya mamul ürün haline getirecek yatırımları ve sanayi tesislerini teşvik edecek, Türkiye'yi hammadde ihraç edip, yarı mamul ve mamul ürün ithal eden ülke olmaktan kurtaracağız.
Başta kömür üretimi olmak üzere havza madenciliği uygulamasına geçeceğiz.
Soda külü konusunda ülkemizin dünyada söz sahibi ülke haline gelmesi için gerekli teşvikleri vereceğiz.
Demir, altın, bakır, nikel gibi sanayinin ana hammaddesi olan ürünlerin çıkartılması, izabesi gibi konulardaki yatırımları destekleyeceğiz.
Lityum, nadir toprak elementleri başta olmak üzere, önümüzdeki dönemin yeni ve kritik sanayi hammaddelerinin aranması, üretimi ve değerlendirilmesine yönelik yurtiçi araştırmalara hız verecek, yurtdışı yatırımları destekleyeceğiz.
Doğalgaz, petrol ve kaya gazı kaynakları gibi kritik sektörlere yönelik yatırımları kamu kesiminin desteğini ve katılımını da içeren iş modelleriyle gerçekleştireceğiz.
Özel sektörün demiryolu taşımacılığına doğrudan tren ve dizi sahibi olarak girmesi için öngörülebilir, rekabetçi ve şeffaf bir piyasa düzeni kuracak, gerekli destek ve teşvikleri sağlayacağız.
Nükleer enerjide yerli teknolojilerin geliştirilmesinin önünü açacak insan kaynağının yetiştirilmesi için, yeni nesil nükleer teknolojilere dayalı Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi kurarak 'Türkiye Nükleer Ekosistemi' geliştireceğiz.
Nükleer Enerji Düzenleme Kurumunu daha bilimsel ve aktif çalışan bir kurum haline getireceğiz.
Akkuyu Nükleer Santral Projesi'nin mevcut durumunu ve sözleşme detaylarını, anlaşma dışında verilmiş olan hakları veya üstlenilen yükümlülükleri gözden geçireceğiz.
Daha güvenli ve daha hızlı inşa edilebilir yeni nesil 'Küçük Modüler Reaktörler" kuracağız.
Yurtdışında petrol, doğalgaz, metal ve değerli madenler ile kömür madeni arama faaliyetinde bulunacak şirketlerimize kamu tarafından risk paylaşımı, finansman ve ortaklıklar yoluyla destek sağlayacağız.
Ülkemizin Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa'ya taşınması için tek alternatif olması fırsatını etkili biçimde değerlendireceğiz.
Rusya Ukrayna savaşı sonrasında Rus doğalgazının batı ülkelerine naklinde önemi artan Karadeniz Münhasır Ekonomik Bölgesinin ülkemiz lehine sonuçlar doğurması yönünde her türlü çalışmayı titizlikle yürüteceğiz.
Akdeniz bölgesinde petrol ve petrol ürünleri ticaret merkezi oluşturacak, bu bölgede petrol ticaretine yönelik liman altyapısının geliştirilmesinin yanı sıra çevre ülkelerden bölgeye petrol taşıyan boru hatlarının sayı ve kapasitelerini arttıracağız.
Uluslararası pazarlara yönelik üretim yapmak üzere yeni petrol rafinerileri ve petrokimya tesislerinden oluşan bir organize petrol sanayi bölgesi tesis edeceğiz.
Elektriğin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesinden satışında Türkiye'nin yeni ve etkin bir "Uluslararası Pazar" olmasını sağlayacağız.
Türkiye'nin doğalgazda bir "merkez" olması için gerekli projeleri hayata geçirecek, enerji mevzuatının özellikle AB ile uyumlu, istikrarlı ve güvenilir olmasını sağlayacağız.
Doğu Akdeniz'de haklarımızı koruyarak münhasır ekonomik bölgelerle ilgili uluslararası antlaşmaları tamamlayacak ve arama faaliyetlerini yoğunlaştıracağız.
Petrol ürünleri depolama kapasitesini artıracak ve çeşitlendirecek adımları atacağız.
Doğalgaz arz güvenliğinin temini ve ülkemizin Enerji Ticaret Merkezi'ne dönüştürülmesi için, yeraltı doğalgaz depolama, LNG terminali ve FSRU tesislerini üçüncü tarafların erişimine açacağız.

Millet İttifakı'nın lideri gibi görünen CHP'nin şimdiye kadar ki ekolojik yıkımlar karşısındaki ikircikli tavrını unutmamak gerekiyor. Kazdağlarını delik deşik eden maden şirketlerinin birçoğunun ortağının CHP'liler olduğu biliniyor. Örneğin Muğla Menteşe'de Deştin köylülerinin bütün itirazlarına rağmen CHP'li belediye çimento şirketine verdiği ruhsatı iptal etmedi. Özlem Çerçioğlu'nun Aydın Belediye Başkanı iken bölgedeki JES şirketleriyle ilişkisini de biliyoruz. Fakat bütün bunlardan daha ağırı CHP'nin Akkuyu Nükleer Santrali projesi karşısındaki tavrıdır. Enerji politikalarından sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın'ın "Biz CHP olarak nükleer enerjiye karşı değiliz" dediğini unutmamak gerekir. Millet İttifakı'nın Mutabakat Metninde bilakis nükleer enerji ve silah çalışmalarının geliştirileceği vaat ediliyor.

Enerji alanında Türkiye'nin üs haline getirilmesi vaatleri, AKP'nin politikalarının sürdürüleceğini gösteriyor. Bunu AKP gibi yandaş şirketlere alan açarak değil, rekabeti eşitleyerek yapacaklarını söylüyorlar. 

İklim politikaları bakımından ise 2050'nin "net sıfır yılı" olarak ilan edilmesi, somut olmasa da kömürden kademeli çıkış yapılacağının ve yeni termik santrallerin yapılmayacağının söylenmesi tam bir kandırmacadır. İklim kriziyle ilgili mücadele adına önerilen Karbon Bankası kurulması, Emisyon Ticaret Sisteminin kurulması gibi politikaların ise iklimden çok ticaretle ilgilendiklerinin kanıtı sayılır. İklim krizinde, net sıfır değil gerçek sıfır çözümdür.

Sonuç olarak, hem Cumhur İttifakı'nın hem de Millet İttifakı'nın vaat ettiği büyüme, kalkınma vaatlerinin çerçevesinin Türkiye'nin emperyalist kapitalist sistemdeki rolüne uygun olarak IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi küresel kurumlarca çizildiğini, sermaye birikim modellerinin temelinde emeğin ve doğanın ucuzlatılması, daha derin sömürüsünün gerçekleştirilmesi yattığını bir kez daha vurgulamak gerekiyor.

Burjuva partilerin sözde de olsa vaatlerini tutmaları ve gerçekten toplumdan ve doğadan yana bir dönüşümü sağlamalarının garantisi yine toplumun örgütlü mücadelesidir. Erdoğan gitse de gitmese de derinleşmiş, yaygınlaşmış bir ekolojik yıkım sürecinin bizi beklediği çok açık. Bu nedenle de naif hayaller kurmak yerine, ekoloji mücadelesinin, ekolojik yıkımın küresel olarak vardığı boyuta denk düşecek düzeyde bir örgütlülüğe kavuşturulması ve mücadelenin daha demokratik, daha yaygın ve daha derin hale getirilmesi için neler yapılması gerektiğine yoğunlaşmak gerekir.