25 Nisan 2024 Perşembe

'Asla pes etmeyeceğiz!'

Devrim, karşı devrimin saldırılarına karşı ateş altında yürüyüşünü sürdürmektedir. Kadın isyanını yok sayan erkek egemenliğine, ezilenlerin özgürlük çığlığını faşizmle bastırmaya çalışan emperyalizme ve faşizme, işçi sınıfı ve emekçilerin eşit ve adil bir toplum isteğini bastırmaya çalışan kapitalizme, halkların özgürlük talebini boğmaya çalışan sömürgeciliğe karşı 'Asla pes etmeyeceğiz' diyor.
2018 yılına Saray faşizminin Efrin işgali ve devrimci demokratik muhalefete dönük başlatılan yeni bir saldırı dalgası eşliğinde girmiştik. İronik biçimde yılı aynı atmosferde kapatıyor ve yeni yıla yine savaş çığırtkanlığı eşliğinde giriyoruz. Saray faşizminin yarattığı kriz sarmalının çözümüne dair herhangi bir emare görünmüyor. Egemenler cephesinde krizi aşmaya dönük atılan her adım yeni krizler silsilesinin yolunu döşüyor. Yaşanan bu açmazın devletin yapısal kriz unsurlarının güncelde aldığı biçim ve boyutlarla doğrudan ilişkisi açık. Ne var ki içsel kriz öğelerinin emperyalist sistemin yaşadığı varoluşsal krizle bağlantılarını ele almamak eksiklik olur. 2018 yılbaşından bugüne yaşanan sürecin belli başlı dönemeç noktalarını izleyerek takip ettiğimizde bu gerçeği apaçık görebiliriz.
 
Birinci olarak, emperyalist sistemin yaşadığı varoluşsal kriz sürecinin somut görünümleriyle dolu bir yılı geride bıraktık. Dünya ekonomisindeki inişli çıkışlı durgunluk aşılamadı. Ticaret savaşları emperyalist küreselleşmenin başat eğilimlerinden biri olarak öne çıktı. Gümrük ve göçmen duvarlarının yükseltilmesi yönelimi ABD başta gelmek üzere tüm emperyalist ve bölgesel güçler bakımından derinleşti. Emperyalist kapitalist sistemdeki bu eğilime siyasi gericilik ve faşist hareketlerdeki genel yükseliş eşlik etti. Emperyalist sistemin merkez ve çevre bir çok ülkesinde faşist ya da faşist yönelimli kadın düşmanı iktidarlar iş başına geldi. Ya da mevcutların eğilimi bu yönde derinleşti. Trump, Putin, Orban, Duarte, R.T. Erdoğan, Bolsonoro ve hatta belli bakımlardan Merkel ve Macron bu yükselişin örnekleri olarak sayılabilir. Sermayenin merkeze dönüş eğilimine bağlı olarak birçok çevre ülkede zaten kırılgan olan ekonomik yapılar kriz sarmalına girdi. Arjantin ve Türkiye bu kriz sarmalına giren son örnekler olarak verilebilir. Emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki çelişki ve çatışma eğilimi derinleşti. Eski emperyalist statükonun sarsılmasına bağlı olarak bir çok bölgede geleneksel egemenlik ilişkilerinde eksen kaymaları yaşandı. Emperyalist sistem içindeki saflaşmalar, kırılmalar ve sıçramalarla derinleşti. AB'nin kendi ordusunu kurma hazırlığı, Türkiye'nin Ortadoğu politikaları üzerinden NATO ekseni ile yaşadığı sürtünmeler, ABD'nin İran mutabakatını iptal ederek saldırganlık siyasetinin gazına basması, NATO'nun iç çelişkilerindeki artış ve bu temelde gerçekleşen yeniden yapılandırma tartışmaları, Katar'ın merkezkaç yönelimleri ve Suudi ekseninden uzaklaşma, Suudi eksenli Arap NATO'su hazırlığı, Kuzey Kore ile ABD ve iki Kore arasındaki yumuşama gibi gelişmeler bu kapsamda okunabilir. Ortadoğu ve Ortadoğu'da da Suriye başta gelmek üzere güç dengeleri bütün dünyada büyük oranda sarsıldı. Yeni yerel ve bölgesel savaşların zemini genişledi. Dahası bir dünya savaşının cephaneliği ve safları bu olaylar silsilesi içinden belirginleşmeye başladı. Bir yanda üretim ilişkilerinin emperyalist küreselleşme koşullarında ulaştığı aşamanın yeni bir tarihsel sıçramayı dayatması ama diğer taraftan bunu başarma yeteneği olmayan emperyalist sistemin bu zorunluluğa siyasi ve ekonomik gericiliği ve saldırganlığı tırmandırmak üretici güçleri ve üretim ilişkilerini tahrip etmek, yani tarihi geriye sarmak dışında bir yanıt bulamaması gerçeği tüm somutluğuyla ortaya serildi. Sözün özü emperyalist küreselleşmenin varoluşsal krizi çok katmanlı ve karmaşık biçimler alarak derinleşti.
 
İkinci olarak, emperyalist sistemin genel krizinin bölgesel ve ulusal zeminde bir dizi özgün kriz dinamiğiyle birleşerek katlandığına şahit olduk. Suriye-Rojava'daki gelişmeler ve İran bu özgün kriz dinamiklerinin odaklandığı merkezler olarak öne çıktı. NATO'nun ve ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesinde başat işbirlikçilerinden biri olan Türkiye'nin Rojava devrimi ve Kürt düşmanlığı temelinde Rus-İran eksenine yakınlaştı, NATO'nun kendi içinde ve özellikle de ABD ile Türkiye arasındaki sürtünmeler arttı. Ne var ki yılın sonuna gelindiğinde ABD'nin Suriye'den çekilme kararını açıklamasıyla birlikte bu eğilim en azından ABD-Türkiye ilişkileri bakımından tam tersi bir yön kazandı. Suriye-Rojava'daki saflaşmaların yeniden düzenleneceği bir zemine geçildi. ABD-Türkiye arasında yaşanan yakınlaşma eğiliminin sürmesi halinde Türkiye'nin Rusya ve İran'a karşı yeni bir pozisyona geçmesi ve bu değişimin bölgede ve iç politikada yeni çelişki ve çatışma dinamiklerini harekete geçirmesi ihtimal dahilinde. Diğer taraftan emperyalist ekonomideki daralma eğilimi Türkiye ekonomisine zamana yayılacak bir ekonomik krizin fitilini ateşlemesi biçiminde yansıdı. Faşist saldırganlık ve hırsızlık operasyonları yoluyla yasallaştırılan yeni sistem 24 Haziran'da uygulamaya konulsa da meşruiyet elde edemedi. Faşist devletin yapısal krizine bir çözüm olarak öne sürülen yeni sistem aksine içte ve dışta yeni kriz öğelerini tetikleyen ve rejim güçlerinin sürekli teyakkuzda tutulduğu bir çeşit süreklileştirilmiş OHAL düzenine yol açtı.
 
Tüm bunlara karşın ne düzen güçlerinin iç birliği sağlanabildi ne de toplumsal dokudaki parçalanma eğilimi durdurulabildi. Emperyalist sistemin varoluşsal krizi ile devletin yapısal krizinin güncelde ulaştığı boyut birbirini besleyen, büyüten bir yoğunluğa yol açtı.
 
Ortaya çıkan bu güncel tablodan hiç kimse kolay bir çıkış yolu beklememelidir. Ne var ki karamsar olmaya da gerek yoktur. Devrim ve karşı-devrim birlikte ilerlemektedir. Emekçi sol eğilimli iktidarların seçim yoluyla işbaşına gelmesiyle başlayan sol yükseliş, Arap halk isyanları, Öfkeliler, Gezi ve en ileri ifadesini Rojava'da bulan dünya çapında bir devrimci arayışa evrildi. Geçtiğimiz yıl boyunca yükselen siyasi gericilik ve faşist hareketler bu arayış üzerinde belirli bir baskı yaratmış olsa da yok olmamıştır. Aksine tüm kuşatmalara ve işgal girişimlerine karşın kendi mevzilerine sıkı sıkıya tutunan Rojava devrimi, Fransa'daki Sarı Yelekliler hareketinde yeniden boy veren ve yayılma eğilimi gösteren isyan hareketi ve dünyanın dört bir yanında çeşitli biçim ve boyutlarda yükselişini sürdüren kadın isyanı bu gerçeğin altını çizmektedir. 25 Kasım'dan 8 Mart'a AKP'nin alan yasaklarını sokakta yırtıp atan kadın iradesi, işçi ve emekçi düşmanlığına baş kaldıran 3. havaliamanı işçilerinin kararlı duruşu rüzgarın Türkiye'deki iz düşümüdür. Devrim, karşı devrimin saldırılarına karşı ateş altında yürüyüşünü sürdürmektedir. Kadın isyanını yok sayan erkek egemenliğine, ezilenlerin özgürlük çığlığını faşizmle bastırmaya çalışan emperyalizme ve faşizme, işçi sınıfı ve emekçilerin eşit ve adil bir toplum isteğini bastırmaya çalışan kapitalizme, halkların özgürlük talebini boğmaya çalışan sömürgeciliğe karşı 'Asla pes etmeyeceğiz' diyor. Geçtiğimiz yıl devrime karşı işgal harekatı ile başlamıştı. Bu yıl da işgale karşı direniş ve isyanın ayak sesleriyle başlıyor. Direnişi zafere taşıyacak şey budur. 'Asla pes etmeyeceğiz!'