29 Mart 2024 Cuma

Faturayı faşizme kesmek 

Unutmamak gerekir ki, kendisini yakarak yaşamına son verme eylemi, yalnızca kapitalist düzene verilmiş kendiliğinden bir tepki değildir. Bu eylemler aynı zamanda kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma iddiasına sahip olan devrimci sosyalistlere de acı dolu bir çağrıdır. Açık ki, eyleme geçmediğimiz, işçi sınıfı ve ezilenleri örgütlemekte duraksadığımız, zayıf kaldığımız her durumda ölümlerin vebali bizim de boynumuzda olacaktır.

Kapitalist krizin derinleştirdiği sefalet ve açlık ile yayılmacı-sömürgeci savaşın sonuçları arasındaki dolaysız bağı gösteren iki olay yaşandı son bir hafta içinde. Sınırlarla bölünmüş olsa da gerçekte aynı kaderi paylaşan bir coğrafyanın iki yakasında oldu bu. İlki Hatay Valiliği önünde Adem Yarıcı adlı emekçinin işsizlik ve açlık nedeniyle kendisini yakmasıydı. Yarıcı, hastane yolunda yaşamını yitirdi. İkincisi, Hatay'ın hemen öte yakasındaki İdlib'de, savaş sahasında yaşandı. Resmi açıklamalara göre 5 asker Suriye rejiminin saldırıları sonucu öldü. Cenazeleri yoksul ailelerine teslim edildi, burjuva siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu'nun ağzından burjuvazinin ve sömürgeci faşist rejimin "gururu" ilan edildiler.

Savaş ve ekonomik krizin derinleştirdiği yoksulluk… Birbirini besleyen iki olgu. Her durumda bu iki olgunun ağır sonuçlarını yaşayan tek bir özne var: İşçi sınıfı, yoksullar ya da daha geniş anlamda ezilenler. İçinden geçtiğimiz süreç tam da bu iki olgunun ağır sonuçlarının iç içe geçtiği ve daha belirgin şekilde gün yüzüne çıktığını gösteriyor. Halihazırda zaten bir ekonomik kriz sarmalında Türkiye. Her gün yeni bir kendini yakma ya da intihar vakasıyla karşılaşılıyor. Krizin faturasının işçi sınıfı ve ezilenlere kesildiğinin en acı kanıtı bunlar. Katmerleşen yoksulluk ve enflasyon oranları, işsizlik rakamları, işten atmaları, zam yağmuru, gasp edilen ekonomik hakları saymaya gerek yok. Açlık ve sefalet nedeniyle yaşanan ölümler vahameti fazlasıyla anlatıyor. Bu tür ölümlerin artacağına ise şüphe yok.

Öte yandan bugüne kadar radikal politik İslamcı çeteler eliyle sürdürülen Suriye iç savaşı İdlib muharebesiyle birlikte doğrudan askeri güçlerin sahaya indirildiği bir sürece evrildi. Faşist şef Erdoğan, hamisi olduğu çeteleri korumak, Suriye rejiminin İdlib'i alarak iç savaştaki zaferinin ilanını engellemek, olası bir siyasi çözüm sürecinde bu çeteler eliyle rol oynamak ve Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye topraklarındaki işgalci varlığını sürdürmek için Türk burjuva ordusunu bir kez daha sahaya sürdü. Bunun ilk sonucu resmi rakamlara göre 13 askerin ölümü, onlarcasının yaralanması oldu. Gerçeğin ne kadar yansıtıldığı ise ayrı bir tartışmanın konusu.

İki örnek olayda da ne yazık ki emekçi sol hareket esaslı bir tutum almış değil. Çoğu durumda açıklamalarla geçiştiriliyor bu süreç. Oysa her iki olay da hem kapitalist ekonomik krize hem de yayılmacı, işgalci savaşlara karşı mücadelede işçi sınıfı ve ezilenleri harekete geçirmenin ve saflaştırmanın olanaklarını sunuyor. Her iki durumda da fatura ezilenlere kesiliyor. Buna karşılık faşist şef Erdoğan ve burjuva iktidarı ise bu iki olayı da son derece ciddi bir yaklaşımla ele alıyor. Zira, ölümlerin asıl sorumlusu faşist rejim ve Türk burjuva devleti. Buradan kendisine yönelecek bir eylemli itirazı daha baştan savuşturuyor. Hatay Valiliği eliyle ilk anda yapılan açıklamayla Adem Yarıcı "psikolojik" vaka ilan edilerek gerçek sorumlular gizleniyor. Valiliğin "psikolojisi bozuktu" açıklamasının iktidar medyası tarafından vakit geçirmeksizin "kumpas bozuldu" içeriğiyle piyasaya sürülmesi ise son derecek kasıtlı bir tutum. Bu tür olayların iktidara karşı bir öfkeye dönüşmesini istemiyorlar. Askerlerin ölümünde ise bizzat Erdoğan "Kimse bize TSK İdlib'de ne arıyor diye soramaz" diyerek olası bir tepkinin önünü şoven bir söylemle kesiyor. Bu sınıf bilinçli bir tutum elbette. Burjuvazinin iktidarını korumak, faşist sömürgeci rejimin devamını sağlamak adına bu tutumlar alınıyor.

Erdoğan diktatörlüğünde sürdürülen faşist rejim 40 yıl boyunca Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri "teröre karşı savaş" ve "vatanın bölünmez bütünlüğü" şoven yalanları üzerinden maniple etti, bilincini köreltti. Kuzey Kürdistan'ın açık işgali meşrulaştırılmak istendi. Bu yalan şimdilerle Rojava ve Suriye toprakları üzerinden bölgesel karakter kazandırılarak pazarlanıyor. Tarihteki meslektaşlarından hiç de geri kalmayan diktatör Erdoğan, İdlib meselesinde de aynı yalanlara başvuruyor. Yoksul Türkiye emekçilerinin çocukları Suriye topraklarında faşist şeflik rejiminin bekası için ölüme sürülüyor.

Bu iki örnekten hareketle tam da bastırılmak istenen soruları sormak, gerçek yanıtlarını vermeye zorlamak ve bu uğurda yoksulları burjuvaziye ve faşist diktatörlüğüne karşı saflaştırmak göreviyle karşı karşıyayız. "Adem Yarıcı neden öldü?" ve "Askerler İdlib'de neden öldü?" soruları gerek kapitalist krizin yoksulları vuran gerçeğini gerekse de faşist diktatörlüğün yayılmacı, işgalci karakterini açığa çıkararak teşhir etmenin imkanlarını sunuyor. Üstelik bu iki durum, bugün iç içe geçerek yoksulluğu, sefaleti daha da katmerleştiriyor. 2020 yılı bütçesinin en büyük paylarından biri savunma sanayi adı altında askeri harcamalara, Bakur, Rojava Kürdistanı ve Suriye topraklarında sürdürülen savaşlara ayrıldı. Başta Heyet Tahrir Şam adıyla hareket eden katiller sürüsü El-Nusra ve Suriye Milli Ordusu adıyla bir çatı altında toplanan sözde ılımlı olan çete örgütlerinin finans kaynağı Türkiyeli işçi ve emekçilerin alınterinden sızdırılan vergiler olduğu biliniyor. Bu da yetmezmiş gibi şimdi doğrudan doğruya Türk burjuva ordusu sahaya sürülüyor. Bütün bu savaşın mali faturası bir kez daha yoksullara kesiliyor.

Gerek kapitalizmin yarattığı ekonomik krizin ağır sonuçları gerekse de Suriye savaşının maliyetinin kriz koşullarını daha da derinleştiren doğası en başta devrimci sosyalistler olmak üzere tüm emekçi sol hareketin mücadele konusu yapılmalıdır. Defaatle söylendi, ekonomik kriz diktatör Erdoğan'ın ve AKP-MHP faşist blokunun zayıf karnıdır. Açlık ve yoksulluk koşullarında iktidar blokunun şu ya da bu gündem etrafında öne sürdüğü hiçbir argümanın toplumda karşılığı yoktur. Bundan dolayıdır ki, belagatle üretemedikleri rızayı faşist devlet zoruyla ikmal ediyorlar. Elazığ depreminin daha ilk gününde İçişleri Bakanının yayın yasağı getirmesi ve devleti/hükümeti hedef alan sosyal medya paylaşımlarına soruşturma açılacağını ilan etmesi yalnızca faşist zihniyetlerinden değil, kalplerine saplanmış isyan korkusundandır. 40 kanaldan yaydıkları propaganda yalanları dikiş tutmuyor artık. Geriye havuçla yola getiremediklerine sopayı göstermek kalıyor.

Öte yandan Suriye iç savaşında çetelerin beslenip büyütülmesi ve gelinen aşamada bizzat sömürgeci ordunun sahaya sürülmesinin de bir meşruiyeti bulunmuyor. Eski yalanlar bu konuda da yeni durumu kurtarmaya yetmiyor. Diktatörün meclis grup toplantısında Suriye savaşı ve Gülencilerle mücadeleyi propaganda ettiği konuşmasının orta yerine saplanan "İşten atıldım, iş istiyorum" haykırışı gerçek durumun en yalın anlatımı oluyor. Şovenizmi kırmanın en etkili yollarından biri sürdürülen savaşın emekçilerin savaşı olmadığını, halkların bu savaşta hiçbir çıkarı olmadığını anlatmak, göstermektir. Faşist şefin ve savaş baronlarının en çok korktuğu soruları yüksek sesle sormaktır. Askerlerin kimin için ölüme sürüldüğü, Suriye topraklarında ne aradığı, çetelerin neden finanse edildiği ve paraların kaynağının ne olduğu soruları sokaklarda dillendirilmelidir.

Devrimci sosyalistlerin aralık ayından bu yana sürdürdükleri kriz karşıtı kampanya çalışması bu iki gündemi içerecek şekilde ele alınmalıdır. Gerek krizin sonuçları ve yarattığı tahribatlar gerekse de işgal ve savaş gerçeği somut her olayla bağı kurularak ele alınır ve kesintisiz bir ajitasyon çalışmasının konusu yapılırsa anlamlı olur. Unutmamak gerekir ki, kendisini yakarak yaşamına son verme eylemi yalnızca kapitalist düzene verilmiş kendiliğinden bir tepki değildir. Bu eylemler aynı zamanda kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma iddiasına sahip olan devrimci sosyalistlere de acı dolu bir çağrıdır. Açık ki, eyleme geçmediğimiz, işçi sınıfı ve ezilenleri örgütlemekte duraksadığımız, zayıf kaldığımız her durumda ölümlerin vebali bizim de boynumuzda olacaktır. Krizin de savaşın da sorumluları bellidir. Zulmün ve ölümlerin faturası faşist şefe ve iktidarına kesilmelidir.