2 Mayıs 2024 Perşembe

Deniz Boran yazdı | Güncel Filistin saflaşması ve dünya ezilenleri

Tasfiyecilik, salt Türkiye ve Kürdistan'da içerisinden geçilen özel gericilik döneminin özel bir fenomeni değil, aynı zamanda uluslararası düzlemde de gözlemlenebilir. Bunun en önemli görünümlerinden biri, halkların, ezilenlerin silahlı direniş ocaklarının olağanüstü daralmasıdır. Filistin'deki silahlı direniş, yanmaya devam eden ocaklardan birisidir.

Filistin'in direnişçi güçlerinin İsrail'e dönük başlattıkları siyasi-askeri hücumun ardından Türkiye-Kuzey Kürdistan'ın emekçi sol-yurtsever hareketinde bir tartışma alevlendi. Bu tartışma tabii ki Türkiye/Kürdistan ile sınırlı değil. Dahası, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki sorunun ele alınışı ve "taraflar", uluslararası bir eğilimi yansıtıyor.

KOGNİTİF SAVAŞ
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki bütün dünya, insanlık ve onun oluşturucu her bireyi, savaşın bir parçası ve "sahası" artık. Batı emperyalizminin savaş örgütü NATO, hava, kara, deniz, dijital ve uzay savaşı yanı sıra insanı veya aklını bir savaş sahası olarak tanımlamaya başladı.

Kognitif Savaş'ın (Cognitive Warfare) amacı insanların düşünceleri, duyguları ve davranışlarını oldukça geniş bir şekilde maniple edip savaşı insan aklına genişleterek savaş ve barış, hard (sert, fiziki) ve soft (yumuşak) power (zor) arasındaki sınırları belirsizleştirmektir. Bu savaş türünün en önemli aracı olan kitle propagandasında da "vahşet propagandası" ile öfke ve acıma duygusunu "kendi tarafı"na yöneltmektir. Etkili ve ücretli sosyal medya kullanıcıları ("Influencer") da bu propaganda makinesinin önemli özneleridirler.1

(Sosyal) Medyanın çeşitli mecraları birer savaş sahasıdır ve NATO/İsrail, bu sahayı 7 Ekim hücumunun ardından etkin kullanmıştır. Konumuz bağlamında öne çıkan iki yöntemi vurgulamak gerekir.

Birincisi; görüntülerde/bilgide "seçicilik"tir. Buna göre NATO, insanların aklını belirleyecek görüntü ve haberleri kitlesel biçimde yaygınlaştırır. Hamas'ın bir kadının bedenini teşhir ettiği görüntü başta Twitter olmak üzere çeşitli mecralardan "tek yanlı" vahşet olarak dolaşıma girer. Görüntü gerçek, fakat "yarım gerçek"tir. Hamas'ın politik islamcı ideolojisi veya "insanlık suçu"nun teşhirinden çok bu görüntü, İsrail'e sömürgeci savaş meşruiyeti sağlar. Aynı şekilde teknik manipülasyon ile "öteki taraf"ın görüntülerinin erişimliliği sınırlanır.

İkincisi; dezenformasyondur. Buna göre insanlar bağını kuramadıkları, tek tek teyit etmedikleri enformasyon bombardımanına maruz kalırlar. Burada belirleyici olan bilgidir, doğruluğu değil. Hamas'ın 40 bebeğin kafasını kestiği bilgisinin yaygınlaştırılması bu bilginin daha sonra resmi olarak İsrail tarafından "teyit edilememesi"nden daha önemlidir.

Filistin direnişinin de gösterdiği gibi bu savaş sahasının kavranması, karşı hamlelerin örgütlenmesi, ezilenlerin "immünizasyonu" bakımından önemlidir. Çünkü Filistin'in direnişinde ulusal kurtuluşçu güçler kadar uluslararası destek, halkların, aydınların dayanışması da belirleyiciydi. Ne var ki NATO'nun Kognitif Savaşı, bu dayanışmayı zayıflatmayı, dayanışma hareketini yarmayı ve dünya halkları içinde Filistin yanlısı "genel rüzgar"ın direnişin gücüne dönüşmesine önlemeyi başardı.

HAFIZASIZLAŞTIRMA, TARAFSIZLAŞTIRMA VE SİLAHSIZLANDIRMA
Filistin'deki savaş, 7 Ekim'de başlamadı. Daha öncesi bir yana, sömürgeci ve politik-Musevi İsrail devletinin Trump ABD'siyle ortaklaşarak Kudüs'ü İsrail'in Başkenti ilan etmesiyle yeni bir sürece girildi. Onursuz bir barışın belgesi olan Oslo, rafa kaldırılmış, İsrail, "iki devlet"li çözüm çerçevesinde verdiği sözleri tutmayacağını açık beyan etmiş oldu. Tartışmalı bölgeler, "tartışmasız" biçimde İsrailli yerleşimciler tarafından işgal edildi. Netanyahu'nun liderliğinde kurulan yeni ırkçı ve politik dinci faşist hükümet de BM tarafından "gözlemlenen" iki devletli çözümü pratikte reddedeceğini, Filistin'e soykırımı dayatacağını konuşmaları ve pratiğiyle ortaya koydu. Gündeme aldığı "yeni adalet kanunları"yla da içte baskıyı arttırmayı önüne aldı. Militarizm ve politik-dinci, şoven histeri Yahudi işçi ve emekçiler, gençler içinde körüklendi. Her halükarda mevcut hükümet, Filistin soykırımını Oslo'nun inkarı temelinde karar altına almıştı. Son bir buçuk yıllık "yakın tarih" bunu söylüyor.

Soykırımcı, tasfiyeci sömürgeci savaşa ve süreklileşen yeni işgal girişimlerine karşı başlatılan direniş, her şeyden önce bunu önlemenin direnişidir. Filistin ulusal kurtuluş güçlerinin ortak karşı hamlesidir.

Hafızasızlaşma, Filistin'in ulusal direniş ve İsrail'in sömürgeci tarihini "unutturma"yı içerir. Ama aynı zamanda halkların ortak tarihlerinin, karşılıklı katkı ve emeklerinin de "unutulması"dır. Bu yolla egemenlerin tarihi "kendilerinden başlatarak" kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmeleri olanağını sağlar.

Tasfiyecilik, salt Türkiye ve Kürdistan'da içerisinde geçilen özel gericilik döneminin özel bir fenomeni değil, aynı zamanda uluslararası düzlemde de gözlemlenebilir. Bunun en önemli görünümlerinden biri, halkların, ezilenlerin silahlı direniş ocaklarının olağanüstü daralmasıdır. Filistin'deki silahlı direniş, yanmaya devam eden ocaklardan birisidir. Silahlı direniş ocaklarının, özelde de ulusal kurtuluş mücadelelerinin "diplomatik akıl" temelinde birbirinden ayrışması, "tarafsızlaşmaları" ve "tarafsızlık" ile dünya siyasetinde avantaj sağlayacakları yanılgısı bir eğilim olarak döneme içkindir. Bu liberal bir eğilim olduğu kadar her halükarda egemen bloklardan birine "yedeklenme"ye götürür. Bu durum, ezilen halklarının birbirlerine yabancılaşması kadar direnen ezilenin kendi direnişine yabancılaşmasıdır da.

Emperyalistler arası çatışmaların ulaştığı boyut, yeni bir emperyalist paylaşım savaşını gerçek bir tehlikeye dönüştürdü. Bu koşullar altında iki emperyalist cepheye de yedeklenmeyen halkların üçüncü cephesinin gelişimi tek tek direnişler bakımından da belirleyici olacaktır. Zira, dünyada direnenlere, özelde de silahlı direniş örgütlerine dayatılan tasfiyedir. Bu, aynı zamanda olası bir emperyalist paylaşım savaşında devrimci dinamiklerin zayıf olması, hiç değilse silahsız olması, iki emperyalist güç savaşırken halkçı veya devrimci bir alternatifin gelişmesini önlemek içindir. Filipinler'den Hindistan'a, Filistin'den Kürdistan'a süren eşzamanlı tasfiyeci savaşın nedenleri arasında en önemlisi de budur.

FİLİSTİN SAVUNULMALIDIR, DİRENİŞİ DESTEKLENMELİDİR
FHKC'den FDKC'ye direnişin parçası olan öteki örgütlerin göz ardı edilmesi, direnişin Hamas'a indirgenmesi de ezenin, İsrail'in argümanıdır. Ezilen, köleleştirilmiş Filistin halkının politik islamcı bir örgütü olarak Hamas, ulusal kurtuluş davasının pratik parçası, Gazze'de yaşayan Filistinlilerin antisömürgeci direnişinin öncüsüdür. Fakat mevcut direniş onu da aşar, direnişi örgütleyen Filistin Direniş Grupları Ortak Operasyonu Odası'nı oluşturan 14 örgütü de. Bu direniş, İsrail'in soykırımcı sömürgeci tasfiyeci savaşı karşısında Filistin'in varlık-yokluk direnişidir.

Meşruiyeti sorgulanan veya "gözden düşürülen" de Hamas ve onun savaş yöntemleri değil, Filistin halkının silahlı direnişidir.

Emperyalist merkezlerde de Filistin ile dayanışma çalışması yürüten ilerici, devrimci kurumlar kriminalize ediliyor, protesto gösterileri yasaklanıyor.

Nihayetinde tutum veya tutumsuzluk hiç bir zaman tartışılan sorun ile sınırlı kalmaz.

Meşruiyeti sorgulanan direniş de hak görülen "tarafsızlık" da "her türlü şiddete karşı" oluş da mahkum edilen "şiddet" ve yöntemleri de döner gelir ezilenin "kendi" direnişinin karşısına çıkar, onu zayıflatır.

Günün görevi; ezilenlerin direnişine, silahına, taşına, sopasına, örgütüne sarılmaktır. Kalan silahlı direniş ocaklarını savunmaktır. Ezene karşı ezilenin direnişini güçlendirmek, geliştirmek, desteklemektir. Ezen ve ezilen arasındaki savaşta ikinci bir enternasyonalist tavır, üçüncü bir seçenek yoktur.