29 Mart 2024 Cuma

Umut Erbay yazdı | Maraş/19 Aralık/Roboskî 'Katil devlet hesap verecek'

Hiçbirinin ağzından, devletin katliam yaptığına ilişkin tek bir sözcük duyulamaz. Onlar için, katliamlarla yüzleşmenin de hesap vermenin de sınırı, devletin bekasına kadardır. Adalet, işkencecilere karşı inatla sokağı terk etmeyen tutsak yakınlarının eylemiyle; tecrit ve katliam politikalarına karşı devrimci duruş ve direnişi sürdüren tutsaklarla; 7 yıldır inatla sokağı terk etmeyen ve "Suruç için adalet" diyen Suruç aileleriyle; Soma, Amasya madenlerinde, Çorlu tren kazasında katledilenlerin yakınlarının onurlu duruşuyla; kadın, LGBTİ+ katliamlarına karşı sokağı terk etmeyen kadın iradesiyle; faşist saldırganlığa rağmen fiili meşru mücadeleyi terk etmeyen Birleşik Mücadele Güçleriyle; soykırımcı işgal saldırılarına karşı fedaice savaşan gerilla ve Rojava halklarının onurlu duruşuyla sağlanacak.

Toplumsal hafızamızda işçi, emekçi ve ezilen halklarımıza dönük, doğrudan devlet eliyle tasarlanmış ve örgütlenmiş sayısız katliam mevcut. Neredeyse her ay Türkiye ve Kürdistan'da devlet katliamlarında yaşamını yitirenler anılıyor ve adalet talebi yükseltiliyor. Maraş, 19 Aralık hapishaneler ve Roboskî katliamları bunlardan sadece üçüdür. Bu üç katliamı unutturmamak, katliamların sorumlusu devletin hesap vermesi için adalet mücadelesini büyütmek mücadelenin en temel politik gündemlerindendir.

19-26 Aralık 1978'de, doğrudan devlet eliyle örgütlenen ve onlarca Alevi emekçisinin katledildiği Maraş katliamının 44. yılındayız.

19 Aralık 2000'de, tüm hapishanelere dönük devletin katliamın saldırıları ile 28 devrimci tutsağın katledildiği, 19 Aralık hapishaneler katliamının 22. yılındayız.

28 Aralık 2011'de, devletin 4 adet F-16 uçağıyla 19'u 18 yaşından küçük olan, 34 insanımızın katledildiği soykırımcı Roboskî katliamının 11. yılındayız.

Bu üç katliamın ortak özelliği, kitle katliamları olduğu kadar, doğrudan devlet eliyle yapılmış olmalarıdır. Dolayısıyla katliamların sorumlusu da adalet mücadelesinin doğrudan muhatabı da devletin ta kendisidir. Yani, faşist şeflik rejimidir. Faşist şeflik rejimi, katliamlara ilişkin tutumunu, adalet mücadelelerine yanıtını, net biçimde katliam yargılamalarındaki mahkemelerinde ve sokak eylemlerine, anmalara yaklaşımında vermektedir.

Maraş katliamının hedefi konumunda olan, Alevi emekçilerinin adalet talebinin yanıtı:
Alevilerin asimilasyonu ve diyanete bağlı devletin Alevi'si konumuna getirilerek düşkünleştirilmesi için yasa çıkarılmasıdır. Bu inkar politikalarına karşı çıkanlara ise meclis önünde, sokakta katliamvari saldırı, işkence ve gözaltıdır.

19 Aralık katliamı için adalet talebine yanıt:
Yargılama davalarında zaman aşımı ve cezasızlık ile devletin sorumluluk almamasıdır. 19 Aralık katliamının amacı kılınan F Tipi hapishanelerinde sürdürülen katliam ve tecrit politikalarına karşı, tutsak yakınlarının tüm eylemlerine işkenceci saldırganlığı politika haline getirme. Ailelerin hasta ve infazı yakılan tutsaklar için yaptığı, adalet nöbetlerinin final eylemlerinde ise özel olarak örgütlenmiş işkenceciler eliyle sokak ortasında hakaret, işkence, gözaltı ve tutuklamadır.

Roboskî katliamı için adalet mücadelesine yanıt:
Rüşvet ve kan parası verilmesi yoluyla susmayı reddeden aileleri tutuklama, görülen mahkemeleri zaman aşımına uğratma, uydurma gerekçelerle yargılama taleplerini ret ve cezasızlık politikasını işletme ve elbette devletin sorumluluğunu kabul etmemedir. Katliamın yıl dönümüne günler kala, katliamda kardeşi dahil yakınlarını kaybeden HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Ferhat Encü'ye, işkenceci polis Cüneyt Salgın eliyle tokat attırma. Ertesi gün durumu protesto etmek isteyenlere abluka ve aynı şiddette katliamcı saldırganlığı savunmadır.

Faşist şeflik rejimi için sokaktan yükselen her sese, kendisine ve devletinin bekasına yönelen her eyleme verilecek tek yanıt, katliamcı saldırganlıktır. Şimdi zaman Cüneyt Salgın gibi, hazırladığı işkenceci katilleri, en önde sokağa salma zamanıdır. Bu faşist katillerin, özel olarak, tüm sokak eylemlerinde hedef seçme, ezme ve irade kırma mantığıyla eğitildikleri aşikardır. Hal böyle olunca, Ferhat Encü'nün hedef seçilmesi elbette tesadüfi değildir. Faşist şefin, Encü'ye öfkesi sadece Roboskî katliamı, irade kırmak adına örgütlediği siyasi soykırım karşısında onurlu duruşu nedeniyle değildir, aynı zamanda halihazırda sürdürdüğü sömürgeci işgal saldırılarında yaşadığı hezimet nedeniyledir.

Tüm bu faşist saldırganlığın ortaya çıkardığı yalın gerçek ise faşist şeflik rejimi ile şu ya da bu burjuva partiyle; devlet katliamları için adalet talebinin karşılanamayacağıdır. Yaşanan katliamlar sonrası, katilin kendisini yargılamasını beklemek havanda su dövmekten farksızdır. Burjuva partiler için devlet katliamları ile devletin yüzleşmesi ya da hesap vermesi demek, bekasına zarar vermektir. Hal böyle olunca da faşist şef kadar, adına altılı masa denilen ve sözcüsü konumunda olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun, altı boş "adalet" ve "helalleşme" argümanları, adalet mücadelesini bulandırma söylemi ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Faşist şef, "katliamların adını dahi ettirmem, gerekirse alasını ben yaparım" derken; Kılıçdaroğlu ve ortakları "Oylarınıza karşılık katliamlar üzerine konuşuruz, ardından devleti değil, kimi tekil kişileri sorumlu gösterir helalleşiriz" demeye getirmektedir. Helallik istediği katliam mağdurlarına, "Devletimizin bekasını koruma yetkisini bize verin, gerisi teferruat, hallederiz" demektedir.

Kılıçdaroğlu'nun yüzleşme ve adalet söyleminin, sınır ve gerçeğini en somut gösteren ise inkar ettiği köklerinin dayandığı Dersim soykırımına ilişkin yaklaşımıdır. Soykırımı, "Sonuçta o coğrafyada bir isyan çıkmıştır ve bastırılmıştır. Dolayısıyla özür dilemek ya da özür dilememek gibi değil. O günün koşullarında olan bir olaydır. Dolayısıyla bu olayı öyle cumhuriyet tarihinin çok karanlık ve derin bir olayı olarak da algılamamak gerektiğini düşünüyorum" diye değerlendiren Kılıçdaroğlu için, devlet katliamları, günün koşullarında olan ve cumhuriyet tarihinin karanlık olayları değildir. Kılıçdaroğlu'nun ortaklarının sicilinin karanlık oluşu kadar, zihniyetleri de temsil ettikleri partileri de devlet katliamlarına ortaklıkta ve savunuda ittifak halindedir.

Meral Akşener, Kürdistan'da yapılan katliamların ortaklarındandır. Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan, faşist şefin katliamlarının ortağıyken, iktidar savaşlarında yollarını ayıranlardandır. Temel Karamollaoğlu ile Gültekin Uysal ise devletin katliamcı tarihinin muhatabı partilerin sözcüleridir. Hiçbirinin ağzından, devletin katliam yaptığına ilişkin tek bir sözcük duyulamaz. Söz konusu, halihazırda dört parça Kürdistan'da yürütülen soykırım katliamları olunca, devletlerine başarı dileklerini sunan, katliamcı ordularını kahraman ilan eden konumundadırlar.

Hal böyle olunca, Maraş katliamının sorumlusu devlet olmayacak, yönlendirilen şer odakları olacak mesela. 19 Aralık katliamını devlet aklı değil de devlet içindeki kötü niyetliler yapacak mesela. Roboskîyi devlet değil, dönemin kötü niyetli hatta cemaat üyesi askerleri yapmış olacak mesela. Tüm bunlar yaşanan talihsiz olaylar sayılarak, kapatılacak. Aradan geçen onca zaman sonrası, bu olayları deşmenin kimseye faydası olmayacak. Hele bir 'demokrasi' gelsin, devletin bekası 'temiz ellerin' güvencesine geçsin, o vakit devlet tüm vatandaşları ile helalleşecek, huzur ve barış içinde yaşanacak. Bu yalan balonu, işçi, emekçi ve ezilen halklarımız için; uçmadan patlamış bir balon. Faşist şefliğin terör ikliminde, masumiyet ve iyicillik pazarının baş köşesine yerleşenler, "mevzu devletin bekası olunca gerisi teferruattır" düsturunu şiar edinmiş olanlardır. Onlar için, katliamlarla yüzleşmenin de hesap vermenin de sınırı, devletin bekasına kadardır.

Faşist şef güncel olarak, soykırımcı faşist burjuva devletin katliamlarının savunucusu ve yürütücüsü konumundadır. Adına altılı masa denilen burjuva partilerin millet ittifakı ise devlet katliamlarının savunucusu ve gelecekte yürütücüsü olmaya taliptir. Burjuvazinin rakip iki cephesi için "devletin bekası" rekabet ve çatışma kapsamının dışındaki ortaklık zeminidir. Tekil biçimde ortaya atılan 'utangaç eleştiriler' ise mesele ciddileşince düzeltilecek dil sürçmeleridir. Davutoğlu'nun Suruç, Ankara Gar katliamlarına atıfla "defterleri açarsam birçok kişi insan içine çıkamaz" demesi gibi.

"Adalet", katil durumunda olan sömürgeci, soykırımcı, cins kırımcı, faşist burjuva devletin, mahkeme salonlarında ya da onun partilerinin eliyle sağlanmayacaktır. Adalet, işkencecilere karşı inatla sokağı terk etmeyen tutsak yakınlarının eylemiyle; tecrit ve katliam politikalarına karşı devrimci duruş ve direnişi sürdüren tutsaklarla; 7 yıldır inatla sokağı terk etmeyen ve "Suruç için adalet" diyen Suruç aileleriyle; Soma, Amasya madenlerinde, Çorlu tren kazasında katledilenlerin yakınlarının onurlu duruşuyla; cins kırımı, kadın, LGBTİ+ katliamlarına karşı sokağı terk etmeyen kadın iradesiyle; tüm faşist saldırganlık ve siyasi soykırım saldırılarına rağmen fiili meşru mücadele hattını terk etmeyen Birleşik Mücadele Güçleriyle; soykırımcı işgal saldırılarına karşı fedaice savaşan gerilla ve Rojava halklarının onurlu duruşuyla sağlanacak.

Adalet, sömürgeci, soykırımcı, cins kırımcı, faşist burjuva devletin ve onun temsili faşist şeflik rejiminin yıkımı yolundan sağlanacak. Faşist şef ne yaparsa yapsın, burjuva devletinin yıkımını durduramayacak, er ya geç "Katil devlet hesap verecek"...