1 Haziran 2025 Pazar

Umut Demir yazdı | Kriter Dergi'nin anlattıkları ve reformist solun sefaleti

Hüseyin Arslan'ın yazısı ve onu yayınlayan Kriter Dergi, bu geleceğin karşısına dikilen ideolojik savaş aygıtlardan birisidir. Reformist solun bu aygıtlarla aynı dilde konuşması, aynı sınıfsal pozisyona düşmesi tesadüf değil; failliğini yitirmiş bir politik hattın doğal sonucudur. Oysa faşizmi restore edemezsin, ancak yıkabilirsin.

19 Mart halk ayaklanmasının ardından 1 Mayıs 2025 Taksim tartışmaları, toplumsal muhalefeti iki ayrı kanada böldü. Devrimci, bağımsız sendikalar ve sosyalist hareketler Taksim iradesini sahiplenirken; reformist sol ve düzen içi burjuva muhalefet kendi sınırlarına hapsolmakta bir beis görmedi. Bu ayrışma, yalnızca bir alan tercihinden ibaret değildi. Sınıf mücadelesinin tarihsel ve siyasal yönelimi açısından bu bölünme, egemene karşı failliğin nereye yerleştiği sorusunu da içinde barındırıyordu. Hüseyin Arslan'ın Kriterdergi.com'da yayınlanan "1 Mayıs: İşçinin ve emekçinin bayramı" başlıklı yazısı, bu hegemonik mücadelede burjuva muhalefet ve reformist sol partilerin nereye düştüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

Kriter Dergi'nin SETA Vakfı ile doğrudan ilişkisi ve dinci faşist AKP iktidarının ideolojik aygıtlarından biri olduğu göz önüne alındığında, Arslan'ın kaleme aldığı yazı, doğrudan iktidarın sınıfsal çıkarlarına hizmet eden bir rıza üretim aracıdır. Metin, "sözde" emekten yana bir tavır alırken, devrimci hafızanın bastırılmasına hizmet eden bir içerikle Taksim talebini marjinalleştirmekte, düzen içi sınırların dışına çıkan her tür mücadeleyi "anlamsız sembolizm" olarak küçümsemektedir. Bu söylem yalnızca düşünsel bir kırılma yaratma değil; aynı zamanda siyasal faillikten gönüllü feragat ettirme amacına hizmet etmektedir. Bu feragat, sınıf mücadelesinin en keskin anlarında bile düzen içi sınırlarda "protestoculuk" üreten, burjuva muhalefet temsilcilerinin, sosyalşoven ve sol reformizmin sığındığı konfor alanı olan Kadıköy'de somutlanan siyasal tercihinin bu yazar ve dergiyle aynı yere düşmesine yol açmış görünüyor.

TKP, TİP, EMEP ve türevlerinin 2025 1 Mayıs'ında Kadıköy'de gerçekleştirilen mitinge katılması, bu gönüllü feragatın sahadaki karşılığıdır. Devletin çizdiği sınırlar içinde "güvenli" meydanlarda, yasaklanmamış alanlarda toplanmakla yetinen bu sosyalşoven ve reformist çizgi, aslında iktidarın belirlediği siyasal hattı meşrulaştırmaktadır. Bu tutum, Arslan'ın yazısıyla birebir paralel bir konumlanmadır. İktidarın tanımladığı yasal sınırları kabul etmek, o yasallığın içerdiği tüm siyasal tahakkümleri de içselleştirmek anlamına gelir. Bu noktada Gramsci'nin belirttiği gibi, egemen ideolojiye karşı hegemonya, ancak muhalefetin kendisini mevcut sınırların dışına taşımasıyla mümkündür. Hegemonya, salt fikirlerle değil; mekanla, sembolle, dirençle kurulur.

Bugün Türkiye'de, "Faşizm, kapitalizmin en gerici, en şovenist ve en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür" tanımı, AKP-MHP dinci faşist diktatörlüğünün siyasal pratiğinde cisimleşmektedir. Bu diktatörlük yalnızca politik hakları bastırmakla kalmamakta; aynı zamanda işçi sınıfını ölümle terbiye etmekte, Kürt halkının siyasal iradesini kırmak için türlü salvolar yapmaktadır. Son 10 yılda en az 14 bin 838 kişi iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, geçtiğimiz haftalarda Çalık Holding'in şantiyesinde bir işçi güvenlik görevlileri tarafından katledildi. Bu yalnızca bir cinayet değil, faşist iktidarın ekonomi-politiğinin tezahürüdür. Özetle işçi sınıfının ve tüm ezilen kesimlerin kazanımı; başta işçi sınıfı olmak üzere söz, eylem ve örgütlenme hakkının ve bunun pratik öncelikli hedefi olarak en genel anlamda politik özgürlüğün kazanılmasına; dinci faşist AKP diktatörlüğünün yıkılmasına ve burjuva muhalefet temsilcilerinin tasfiye ve izole edilmesine bağlıdır.

Bu koşullarda Taksim iradesini sahiplenmek yalnızca bir sembol değil, tarihsel bir konumlanmadır. Devrimci özneleşmenin alanıdır Taksim. Failliği faşist iktidarın "güvenli kollarına" teslim edenler, "yasaklı" meydanı terk edenler; yalnızca devletin şiddetini değil, onun ideolojik tahakkümünü de içselleştirmektedir ve mevcut düzenin devamı için burjuvazi ve faşizmin değirmenine su taşımaktadırlar.

Faşizmin ideolojik kuşatmasına karşı devrimciliği yaşatmak, fiili meşru mücadele çizgisinin ısrarla ve her koşulda yükseltilmesiyle mümkündür. Özne olmak, yalnızca söylem kurmak değil; bu söylemin eylemli hazırlığına da hazır olmaktır. Bugün Taksim'e yürüyen, barikatlara omuz veren devrimciler, yalnızca bir mekana değil, bir tarihin ve geleceğin kurucusu olmaya aday olanlardır. 8 Ekim Kobanê ayaklanması, Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının tarihin bir kırılma anında failin ortaya çıkışı, Rojava devrimine uzanan umut eli ve aynı zamanda tarihin kurucu öznesinin somut tezahürüdür.

Hüseyin Arslan'ın yazısı ve onu yayınlayan Kriter Dergi, bu geleceğin karşısına dikilen ideolojik savaş aygıtlardan biridir. Reformist solun bu aygıtlarla aynı dilde konuşması, aynı sınıfsal pozisyona düşmesi tesadüf değil; failliğini yitirmiş bir politik hattın doğal sonucudur. Oysa faşizmi restore edemezsin ancak yıkabilirsin. Ya ezenle, sömürenle, tahakkümle aynı cephedesindir; ya da ezilenle, direnenle ve devrimle. 1 Mayıs 2025 cepheleşmesi pratik politik bir tavır almanın dışında özneyi kuracak olan failliğin inşasına hizmet etmiştir.

Gerçek 1 Mayıs, Taksim'de yazılmıştır. Gözaltına alınanlar, işkence görenler, yasakları yırtanlar; yalnızca bir meydanı değil, bir tarihi ve bir siyasal iradeyi savunmuşlardır. Onların karşısında, Kadıköy'ün steril alanlarında konuşlananlar, tarihsel öznenin değil; hegemonik rızanın gönüllü taşıyıcılarıdır. Gelecek, teslim olmayanların elleriyle kurulacaktır. Ve o gelecek, yalnızca Taksim'de değil; her barikatta, her direnişte, her işgalde ve her devrimci yürek atışında yeniden inşa edilecektir.