30 Nisan 2024 Salı

Taksim Meydanı'ndaki 'mezarlar' neyi hatırlatır?

Sağım, solum, önüm, arkam, gecem, gündüzüm mezarlık. Ayrıca bu ?mezar taşları?nı iktidarın niyetinin bir resmi olarak da görebiliriz.
AKP/Saray iktidarının Taksim Meydanı'na son verdiği hal, gerçekten bir mezarlığı andırıyor. Belirli aralıklarla konulan küçük kare beton bloklar, mezar taşları gibi. Bu bloklara hapsedilen çiçekler de mezarlık çiçekleri. İronik gerçekten. İstanbul’un merkezindeki tarihi meydandaki bu şehir planlamasına, iktidarın memleketi getirdiği son halin resmi olarak bakmak mümkün. Sağım, solum, önüm, arkam, gecem, gündüzüm mezarlık. Ayrıca bu “mezar taşları”nı iktidarın niyetinin bir resmi olarak da görebiliriz. 
 
AKP/Saray iktidarı, hakikate karşı büyük bir savaş açmış durumda. Saray medyasının dışında kalan basına, gazetecilere, yazarlara, aydınlara yönelik düşmanlığın nedeni bu. Ayrıca, halkların hakikatinin karşısında kurmaca bir “hakikat” inşa ediyor. Bunun için de "yeni bir tarih yazımı"na girişirken, hakikati hatırlatan ne varsa yok etmeye çalışıyor. Buna kentlerin meydanları, sokakları da dahil. Amed’de Sur’a, İstanbul’da Taksim Meydanı ve çevresine karşı yürüttüğü savaşın bir anlamı da bu. Çünkü Sur Amed için, Taksim Meydanı da İstanbul için tarihsel bir hafıza. Sur’da örneğin Ermeniler’in Hançepek’i vardı, Kürtlerin özyönetim direnişi. Taksim Meydanı’nda ise mücadelesi ve katliamı ile 1 Mayıs 1977'nin izi var. Yakın tarihten ise Gezi direnişi; başka bir ifade ile halkların onur ve özgürlük ayaklanması olan Haziran ayaklanması. Gezi direnişi vicdan ayaklanmasıydı. 
 
Ne güzel günlerdi; mevsimin direnişe döndüğü, havanın ezilenlerden yana estiği. 
 
Korku duvarının aşıldığı, Saray’ın hegemonyasının bir kahkaha ile yerle bir olduğu, genç, yaşlı, kadın, erkek, LBGTİ herkesin devletin şiddetinin karşısına dikildiği andı. 
 
Mizahla direniliyordu. Erdoğan, “Çapulcusunuz” dediğinde yanıt geliyordu: "Hepimiz çapulcuyuz". Böylece, söylem, dönüp iktidarı vuruyordu.
 
Özgürleştirilen Gezi Parkı, bu toprakların ezilenlerinin umutlarının, sevinçlerinin, düşlerinin paylaşıldığı, çoğaltıldığı bir yeryüzü sofrasıydı. Aynı göğün altında olmak paylaşmak için yeterliydi. 
 
"Başka bir dünyanın mümkünlüğü"nün somut ifadesiydi. Öncesinde biriken tepkilerin patlama anıydı.
 
O günlerde Başbakan olan Erdoğan'ın sarf ettiği "Her kürtaj bir Uludere'dir" sözüne karşı sokaklara dökülen kadınları hatırlayalım. AKP'nin dayattığı muhafazakar yaşam tarzına karşı özellikle gençler, mezhepçi politikalara karşı Aleviler, “kentsel dönüşüm” adı verilen yıkım politikalarına karşı kent yoksullarında biriken öfke bir ayaklanmaya dönüşmüştü. 
 
Ezilenlerin özgürlüğü soluduğu günlerdi. Devletin adeta İstanbul'un belli merkezlerinden çekilmek zorunda kaldığı, sokakların direnişçilere ait olduğu, bir “Gezici”nin başka bir “Gezici”yi şıp diye gözünden tanıdığı, insanların birbirlerine karşı daha duyarlı olduğu günlerdi. 
 
Ve en önemlisi insanlar gülüyor, eğleniyor, şarkılar söylüyordu. 
 
Elbette ayaklanmanın şehitleri de vardı; Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım. 
 
Saray rejiminin şiddeti karşısında ayaklanma geri çekildi ancak hiçbir şey, isyan etmenin verdiği onur duygusunu yok etmedi.
 
Ardından 7 Haziran galibiyeti geldi. 
 
Gezi'den Rojava'ya uzanan halkların kardeşlik ve dayanışma köprüleri, Gezi direnişinin üzerinden yükseldi.
 
Rojava siperlerinde ölümsüzleşen Ayşe Deniz Karacagil, Gezi direnişinin özgürleştirdiği genç kadınlardan biriydi. Ona atfen söylenen "Kırmızı fularlı kız" sıfatı, Haziran ayaklanmasını tanımlıyordu. Kobane'nin yaralarını sarmak için "Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz" sloganıyla çıktıkları yolda, 20 Temmuz 2015 tarihinde Suruç'ta katledilen gençlerin büyük kısmı Gezi barikatlarından geçmişti. Bafra'da doğup büyüyen Mert Cömert'i etkileyen Gezi direnişiydi. Serhat Devrim, Gezi direnişinde büyümüştü. Büşra'nın, Polen'in, Ece'nin, Duygu'nun, Hatice Ezgi'nin düşlerini büyüten Haziran ayaklanmasıydı. İsyan etmenin onurunu, özgürlüğün tadını alan bu gençler, 19 Temmuz günü Karadeniz’den, Ege’den, Akdeniz’den, Marmara ve Kürdistan’dan bir devrime tanıklık etmek için yola çıkmışlardı. 
 
Gezi direnişi ezilenlere aittir, bu toprakların hakikatidir, toplumsal hafızadır. Erdoğan, bu hakikatten nasıl korktuğunu sık sık itiraf ediyor. Çünkü Gezi direnişini dilinden düşürmüyor. Çünkü tıpkı 6-8 Ekim Kobane serhildanı gibi Gezi direnişinin "hayaleti" de Saray semalarında dolaşıyor. 
 
"Bu daha başlangıç, mücadeleye devam"; Gezi'nin en temel sloganıydı. Bu gerçeğin Saray da Erdoğan da farkında. Bu nedenle 24 Haziran seçimlerinde ne olursa olsun HDP’yi baraj altında bırakmak ve kazanmak istiyor. Çünkü Erdoğan ve ekibi çok iyi biliyor ki; moral üstünlüğü kimin kazanacağı, hegemonyayı kimin kuracağı, HDP’nin alacağı oy oranına bağlı. Bu gerçek, 24 Haziran sonrasında Saray rejiminin ne yapacağından bağımsız olarak var. Bu nedenle de 24 Haziran seçimleri özel bir anlam kazanıyor. Erdoğan bakımından istediği rejim değişikliği için "ölüm-kalım seçimi" anlamını taşırken, ezilenler bakımından da mücadeleyi büyütmek için yeni bir soluk kapısı olacak. O halde, tüm ezilenlere kolay gelsin!