SYPG temsilcisi Bahadır: Faşizm seçimle değil mücadeleyle yıkılır
Şengal ve Maxmûr üzerinde ki kuşatma ve saldırıları değerlendiren SYPG temsilcisi Bahadır, saldırılardaki faşist Türk devletinin rolüne dikkat çekti. CHP, İYİP, AKP, MHP'nin devlet partisi olduğunu ve aynı blokta olduğunun altını çizen Bahadır, faşist rejimlerin seçimle değişeceğine, özgürlük geleceğine ilişkin halklara propagandanın kabul edilemez olduğunu vurguladı. Bahadır, "Faşist diktatörlüğün yıkılması için bize direnişten, mücadeleden başka bir yol yok. Seçimler bir dönemin mücadele alanıdır belirli dönem propaganda yaparsın. Halkları bu bilinçle örgütlersin, faşizmi yıkmayı hedefleyerek propaganda yaparsın" dedi.
Halkların Birlik ve Dayanışma Kurumu (SYPG) temsilcisi Haydar Bahadır, Özgür Rojava'nın konuğu oldu. Bahadır, Şengal ve Maxmûr üzerinde ki kuşatma ve saldırıları değerlendirdi. Faşist Türk devletinin rolüne dikkat çeken Bahadır, Türkiye-Bakûr Kürdistan seçimlerini değerlendirdi. Bir devlet partisi olarak Misak-ı Milli sınırlarını savunan burjuva restorasyonu cephede yer alan CHP'ye sosyalistlerin, devrimcilerin oy istemesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.
Seçimi kazanan AKP-MHP faşist rejiminin Rojava başta olmak üzere MSA ve Kürdistan'ın diğer parçalarına dönük saldırılarını tırmandıracağını beklemek gerektiğini söyleyen Bahadır, Ortadoğu Bölgesel Federasyon modelinin ezilen halkların, kadınların tüm bölge halklarının çıkarına, gerçek özgürlük ve eşitlik sağlayacağını belirtti.
Haydar Bahadır'ın sorulara yanıtları şöyle.
MAXMÛR KUŞATMASI KÜRT HALKINA DÖNÜK TASFİYE SALDIRISININ DEVAMIDIR
Irak Ordusunun Maxmûr'da bulunan Şehit Rüstem Cûdî Kampına yönelik kuşatma girişimleri günlerce sürdü. Halkın direnişi Irak Ordusuna geri adım attırdı. Bu kuşatma girişimindeki Türk devleti ve işbirlikçisi KDP'nin rolünden bahseder misiniz?
Maxmur Şehit Rüstem Cûdî halkının direnişini selamlamak istiyorum. Görünüşte Irak hükümetinin bir kuşatması söz konusu. Ama biz biliyoruz ki, Irak devletini aşan bir noktada duruyor. Şengal'de, Maxmûr'da halkların demokratik, kadın özgürlükçü, halkların eşitliği temelinde kendi sorunlarını, uygulanan ambargo koşullarında sınırlı imkanlar dahilinde kendi özyönetimleri söz konusu. Bu Irak
devleti bakımından bir sorun. Biliyoruz bu gerici, despotik, diktatör devletlerin böyle demokratik işleyen, kendini yönetmek isteyen, iradesi olan, özgürlük mücadelesi yürüten toplumlara karşı tahammülsüzdür. Bunu kabul etmez. Doğal olarak bunu ortadan kaldırmak, boğmak için her şeyi yapar.
'TÜRK DEVLETİNE LOZAN ANLAŞMASI DA YETMİYOR, MİSAK-I MİLLİ HEDEFLERİ VAR'
Ama durum, Maxmûr ve Şengal'e baktığımızda Irak devletini aşan pozisyonda duruyor. Bu planın önünde sömürgeci faşist Türk devleti olduğunu biliyoruz. Bunu dönemsel, sadece Maxmûr ve Şengal'e karşı yürütülen bir politika olarak da ele almamak lazım. Çünkü bu özünde sömürgeci, işgalci, faşist, Kürt düşmanı Türk devletinin politikasının bir devamıdır. Yakın zamana ve tarihsel boyutuna bakmak, değerlendirmek gerekir. Özellikle Kürdistan coğrafyasının, Kürdistan'ın dört sömürgeci devlete bölüştürüldüğü Lozan Anlaşmasının 100. yıldönümü. Biliyorsunuz sömürgeci Türk devletine Lozan anlaşması da yetmemektedir. Çünkü onların aynı zamana Misak-ı Milli gibi bir hedefleri var.
Misak-ı Milli dediğimizde, Başûr Kürdistan'la Rojava Kürdistan'ı coğrafyasının ilhak edilmesidir. Türk devletinin çizdiği Misak-ı Milli sınırları buraları kapsıyor. Halep'ten başlayarak Hasêki, Şengal, Süleymaniye, Kerkük ve İran sınırlarına kadar kendi toprakları görüyor. Bu bize ütopik gelebilir ama onlar için değil. Doğal olarak bu planın devrede, yürüklükte olduğunu bilmeliyiz. İşgallerini, bölge devletleriyle olan çıkar ilişki ve işbirliğini, bunun temelinde ele almamız lazım. Sanki sadece AKP-MHP faşist rejiminin bir tercihi gibi algılanabilir. Bu doğrudan Türk devletinin bir planıdır. Başûr'da üstler kurdu, KDP-Barzani ailesi aracılığıyla işbirlikçi kesimi kendi yedeği haline getirdi. Tüm bunlar özünde hem Kürt özgürlük mücadelesinin bastırılması hem de bu coğrafyaların Misak-ı Milli sınırlarına katılması planının hedefinin bir parçası. Maxmûr aynı zamanda Kürt özgürlük mücadelesi, Kürt halkı bakımından da faşist diktatörlüğe, sömürgeciliğe, boyun eğmeyen bir halk. Doğal olarak teslim almak istediği bir coğrafya. Burada direnişin örgütlendiği, teslim alınamadığı, iradesini koruduğu bir özgürlük alanı.
'KÜRT HALKININ ÖRGÜTLÜ DİRENİŞİ, SÖMÜRGECİ PLANLARI BOZUYOR'
Doğal olarak bu da işgalci Türk devletinin planlarını bozan bir şey. Bölgede devrimci bir dinamik oynuyor. Bu da faşist Türk devletinin işine gelmiyor. Bunları birleştirdiğimizde Türk devleti buraları tasfiye etmek, irade kırmak, ortadan kaldırmak, devrimci dinamiği yok etmek istiyor. Yeni değil uzun süredir Şengal'e, Maxmûr'a SIHA ile işbirlikçileriyle saldırıyor, katliamlar yapıyor. Bunun boyutunu arttırmak istiyorlar. Buna da yeni bir şey ekleyerek Irak devletini de bunun içine katarak yaptılar. Daha önce de Irak hükümeti özerk yönetimi tasfiye etmek, teslim almak için Maxmûr kampını kuşatmak istedi. Ama başaramadı. Yine halkın yoğun bir direnişi ile karşı karşıya kaldı. Bir kısmını şantajla yapıyor. Barajlardan su vb. şeyleri keserek suyu şantaj olarak kullanıyor. Türk devletinin karakterinde bu var. Hizaya getiremediğini, zorla, şantajla, tehditle, parayla vb. unsurları devreye sokarak bunu yapmaya çalışıyor.
'KÜRT HALKININ ÖRGÜTLÜ VARLIĞINI SÖMÜRGECİLİK VAR OLUŞSALLIĞINA AYKIRI GÖRÜYOR'
Türk devleti sömürgeciliğini yapıyor. Sadece dar anlamda Maxmûr'un tasfiyesi değil Kürt halkının, Kürt hareketinin bastırılması hedefleniyor. 100. yılın başında Lozan'la başlayan Şeyh Sait, Koçgiri devam coğrafyada bütün ayaklanmaların kanla bastırılması, Dersim'de katliam, '57 tevkifatı. Bunları 1915'e Ermeni halkına yaptılar. Aynı Kemalist kadrolar bunlar. O dönem iittihat ve Terakkinin kadroları bunlar da onların devamcısı. Bir buçuk milyon Ermeni halkını katlederek ortadan kaldırdılar. Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında çok sembolik bir nüfus kaldı. Aynı şeyi Kürt halkına dayatmak istiyorlar. Ama Kürt halkı özgürlük bilincine sahip. Örgütlenmiş, mücadele etmiş 40 yıldır PKK nezdinde savaşan, daha önce tarihler boyunca savaşmış bir halk.
'KÜRT HALKININ DİRENİŞİ TÜRK DEVLETİNİN VAR OLUŞ MANTALİTESİNE AYKIRI'
Bu bakımdan onu ortadan kaldıramıyor. Tarihsel olduğu gibi güncel olarak da böyle. Son 30-50 seneye baktığımızda Kürdistan'da katliamların uygulandığını biliyoruz. Emperyalistlerle birlikte '98 yılında sayın Öcalan'ı teslim almaları da bu soykırım planın bir parçası. Kürt halkının önderliğinin teslim alınması, iradesinin kırılması, zindanda insanlık suçu işlenerek tecrit edilmesi de bu planın bir parçası. Kürdistan'da kayyum atanması, Başûr'da dağların kimyasallarla bombalanması, Kürt halkının politik temsilcilerinin, kadın erkek, genç yaşlı öncüleri ve önderlerinin tutsak edilmesi, işkenceden geçirilmesi, katledilmesi bu sürecin bir parçası. Doğal olarak nerede bir irade, dinamizm, mücadele varsa, “ben var olmak istiyorum, dilimi, kültürümü, kimliğimi, onurluca, özgürce korumak istiyorum. Ben bir halkım" diyorsa aynı şekilde saldırıyor. İradeleşmiş, örgütlenmiş bir halk Türk devletinin varoluş mantalitesine aykırı. Doğal olarak onu imha etmeyi bir görev olarak kendi önüne koymuş. Çünkü varoluşsallığının kökünü dinamitleyen bir özgürlük mücadelesi bu.
'EMPERYALİST DEVLETLERE GÜVENİLEMEYECEĞİNİ GÖRMEK GEREKİR'
Tekrar eklemek lazım. Halk burada büyük bir zulümden kaçtı. Kürdistan'ın başka bir coğrafyasında yaşamaya başladı. Biliyorsunuz 90'lı yıllarda büyük bir katliamla karşı karşıya kaldı Kürdistan halkı, coğrafyası. Birde BM'nin ikiyüzlülüğüne de vurgu yapmak gerekiyor. Biliyorsunuz BM gözetiminde denetiminde olan sivil bir kamp. Burjuva hukuk kuralları içinde oluşmuş, emperyalistlerin resmi olarak tanıdığı bir kamp. Ama günümüzde biliyorsunuz emperyalistler kendi çıkarları söz konusu olduğunda en küçük bir hukuk vb. tanımadıklarını ve nasıl ikiyüzlü davrandıklarını da görmüş oluyoruz. Burada da onu gördük. Sürece seyirci. Ne taraf oluyor ne eleştiriyor ne karşı çıkıyor. Bu şu anlama geliyor. Faşist diktatörlüğün, işbirlikçi gerici devletlerin bu kampa yönelik, Kürt halkına yönelik saldırılarını onaylıyor anlamına geliyor. Burada emperyalist devletlere, burjuva demokrasisine, bunların kurumlarına güvenilmeyeceğine, bunların da gerçek anlamda eski rollerini de oynamadıklarını görmek gerekir.
'ARAP BİRLİĞİ DEĞİŞEN POLİTİK ÇIKARLARIN ÜRÜNÜDÜR'
Uzun yılların ardından Şam hükümeti tekrardan Arap Birliği içerisinde yer almaya başladı. Bu gelişme hangi politik çıkarlar zemininde oluştu. Ortadoğu ezilen halklarına yönelik olası sonuçlarını değerlendirir misiniz?
Arap Birliği Bölgede önemli bir temel örgütsel olgu. Arap Birliğinin merkezinde iteleyici güç Suudi Arabistan duruyor. Doğal olarak bu meseleyi birkaç noktada ele almak lazım. Birincisi Esad'ın devrilmemesi, Arap halk ayaklanmasından sonra Türk devletinin bütün çabalarına ABD emperyalistlerinin ekonomik kuşatma vb. politikalarına, Katar gibi Arap Birliğinde önemli roller oynayan devletlerin mezhepçi yaklaşımlarına rağmen bu olmadı. Bunlar özgür Suriye planları varmış gibi göstermeye çalışsalar da esasta DAİŞ vb. politik islamcı, gerici, şeriatçı, Taliban benzeri devlet kurmak istiyorlardı. Bu olmadı. Burada Esad kendini savunmaya aldı. Kendine İran'la birlikte kanallar açtı. Askeri, Ekonomik desteğini aldı. Rusya ile birlikte kendine kanallar açtı. Onun askeri, ekonomik desteğini aldı. Suudi Arabistan, bu tablonun ortaya çıkardığı durum değişikliğini anladı. Bölgede birinci derecede rol oynamak istiyor. 2016'da, 2030 Vizyonu diye bir proje geliştirdi.
'SADECE PETROLE DAYALI DEĞİL'
Burada Akdeniz, Ortadoğu tamamı olmak üzere ticari yolları açmak, kendisinin bilişim teknolojisini geliştirmek, askeri sanayi başta olmak üzere; inşaat, sanayi, bilişim sektörü önemli alanlar açmaya yöneldiler. Bunların altyapısını örmek bölgede önemli bir güç olma stratejisi geliştirdiler. Bunu uygulamaları içinde Arap Birliğinin parçalanmışlığının çözülmesi gerekiyordu. Akdeniz'e açılmanın en temel koşulu Suriye üzerindendir. Türkiye ile ilişkilerinin geliştirilmesidir. Basra Körfezine açılmak oradan ticaretin sağlanması içinde İran'la ilişkilerininde iyi olmasını gerektirir. Bu da yetmiyordu, bunu uygulayacak emperyalist devletlerle de bir proje geliştirdiler. Bunun en temel finansörlerinden biri de Çin'dir. Çin'in de kuşak-yol projesi var. Onda da belli boyutlarıyla ortaklaştılar. Yani sadece petrole dayalı üretici-satıcı kapitalist biçimle değil, teknoloji, bilişim sanayini de geliştirmek istediği bir süreç yürüyor.
'RUSYA İLE ASKERİ BOYUTUNU OLUŞTURMAYA ÇALIŞTILAR'
Doğal olarak bunu elde ettiler. Rusya ile özellikle bunun askeri boyutunu oluşturmaya çalıştılar. Büyük anlaşmalar yaptılar. Suudi Arabistan önemli bir kriz durumunda ABD'yi bile karşısına alacak icraatlar da geliştirdi. Amerika'nın Petrolü arttırma talebine karşı rest çekti. Normal koşullarda Suudi Arabistan'ın yapabileceği bir şey değildi. Böyle bir tablo var. Bu tablonun önündeki engeller ne? Arap Birliğinin oluşturulamaması. İsrail-Filistin savaşı ve kendisini dolaylı olarak etkileyen Yemen'de ki, Cezayir'deki savaşlar var. İran'la masaya oturdu ve bu anlamıyla kendi projelerini kendi planlarını uyguluyorlar. Arap Birliği de bu anlamıyla Suudi Arabistan'ın yine merkezinde durduğu, onun genel stratejik planına hizmet eden ve onu başarıya götüren önemli bir adım bunu sağlamış oldu.
EMPERYALİST GERİCİ ÇIKAR İTTİFAKLARI EZİLEN HALKLARA KARŞI SAVAŞ İTTİFAKIDIR
Şimdi bunun tabii ki bölge halklarına, Rojava'ya yansımaları ve çeşitli sonuçları olacaktır. Türk devletini de ilgilendiren bir boyutu var. Hem Rojava bakımından bu anlama geliyor. Suriye Arap Birliğine dahil olduğu zaman şu şeyle karşı karşıya gelecek Rojava ve toplam olarak Suriye'nin bu kadar nasıl bir oranda tehdit oluşturacak. Mesela Rusya Türkiye'yi İran, Suriye, Moskova, görüşmeleriyle masaya oturtup yanına çekmeye çalışıyordu. Rojava'nın Kuzey Suriye'nin işgaline birçok alanda onay veren, kapı açan, şu andaki bütün tehdit ve saldırılara zemin sunan, destekleyen, önünü açan bir rol oynadı Rusya. Onun kendi çıkarları söz konusu. Ama Arap Birliği bu anlamıyla başka durumlar ortaya çıkartabilir. Yani bu illa olumlu anlamında söylemiyorum. Bu emperyalist ve bölge gerici devletler arasındaki çelişkiler bakımından da bu böyle.
Örneğin Türk devleti bir Arap birliğine dahil olmuş Suriye'ye dünkü gibi ilişkilenebilir veya saldırabilir mi? Bu önemli. Bizim önümüze bunun getirmiş olduğu şeyler var. Bu tablo özünde bölge gerici devletlerin bunlara bağlı kapitalist sistemin kendi iç çelişkilerini aşma ve kapitalizmi yeniden inşa etme ve geliştirme süreci olarak görmek lazım ve bu devam edecek. Tabii ki bunun karşılığı emekçilere, işçilere, ezilenlere, yoksullara, kadınlara olacak. Hangi cephede olur olsun, hangi düzeyde çelişkileri olursa olsun özünde İran'ın da Rusya'nın da Türkiye'nin ya da Suudi Arabistan'ın da, emperyalist küreselleşmenin kapitalizmin temel sorunları çelişkilerinden birisi de bu zaten.
'EZİLENLER SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA BÜTÜN KAPİTALİSTLER BİR ARAYA GELİYOR'
Çok fazla karşılıklı ilişkiye giriyorlar, girmek zorundalar. Girift bir ilişkileri var. Bu kaçınılmaz bir şey. Çelişkileri de bu anlamıyla derinleşir. Çünkü bu iktidar mücadelesi demektir. Ama sorun ezilenler, örneğin Kürt halkı, mazlum halklar, kadınlar, devrimciler, komünistler, sosyalistler söz konusu olduğunda bütün kapitalistler bir araya geliyor. Doğal olarak biz tamam bunların çelişkilerini göreceğiz. Esas merkezinde bunların durduğunu ve bize karşı her zaman pozisyon alabileceklerini, savaştıklarını ve savaşacaklarını, teslim almak için bize karşı bir birlik oluşturacaklarını biliyoruz. Çünkü bunu yapmadıkları zaman inşa etmek istedikleri kapitalist sistemi veya işte bu diktatörlükleri yürütemezler. Önümüzdeki süreçte bunların birlikleri aynı zamanda Ortadoğu'da, bölgede de emekçilerin de halkların da çok daha fazla birlik ve mücadele etmesi gerektiğini sonucunu çıkartıyor. Bunun bilinciyle, politik bakış açısı ile hareket etmemiz ve kendimizi örgütlememiz ve mücadeleye böyle sarılmamız gerekiyor.
'YENGİ ALMIŞ FAŞİST ŞEFLİK REJİMİNİN ROJAVA DEVRİMİNE TEHDİTLERİ ARTACAK'
Türkiye ve Kuzey Kürdistan halkları 2 turdan oluşan seçim maratonunu bitirdi. Faşist restorasyoncu cephenin karşısında faşist şef zafer elde etti. Bu sonuçtan yola çıkarak Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye halklarını nasıl bir süreç bekliyor?
Sorunuza yanıtı 2.'den başlayarak vereyim. Biraz önceki bahsettiğim çelişkilerin bir karşılığı burada da var. Faşist şeflik rejiminin diktatörü Erdoğan seçildi evet ama bu öyle kolay olmadı. Biliyorsunuz hile ile her türlü yolu deneyerek elde etti. Esas mesele şu. Kendi varoluşsal çizgisini, ideolojisini, devletini tehdit eden ne varsa bununla tarihsel, güncel olarak bir hesaplaşma içine girmiş şeflik rejimi. Yani 100 sene önce Kemalist diktatörlüğün Misak-ı Milli dedikleri coğrafyayı elde tutmak için ne kadar uğraştıklarını biliyoruz. Yenilmiş bir Osmanlı devraldıkları için başaramadılar. Yoksa vazgeçtiklerinden değil. Devlet partilerinin hepsi buna dahildir. CHP, İYİP de dahildir. MHP-AKP de bunların hepsi aynı bloktadır. Şimdi böyle bir yengi almış AKP-MHP faşist şeflik rejimi doğal olarak kendisini daha güçlü hissedecektir. Elindeki kozu güçlenmiştir. Bu anlamıyla seçim süreciyle yarım bıraktığı işgal saldırı, tehdidini devam ettirecektir. Bunu görmemiz lazım.
'ERDOĞAN NE VAZGEÇTİ NE GERİLEDİ NE DE DURAKLADI'
Aslında sürece baktığımızda SİHA'larla Rojava'ya saldırıları, top atışları, işgal girişimleri sürekli oldu. Biraz önce tartıştık, Şengal'i Maxmûr'u zaten sürekli bombalıyor, katliam, suikastlarla, ekonomik ambargo uyguluyor. Rojava özerk yönetimine karşı düşmanlığı bitmiş değil, bugüne dek ne yaptıysa onu yapacaktır. Bu coğrafyayı 2015'den itibaren işgale başladı. Büyük bir nüfus yoğunluğunu değiştirerek, katliam yaparak, Kürt nüfusunu göçerterek, türlü rezilliği alçaklığı, insanlık suçunu işleyerek El Nusra'yı, El Kaide'yi DAİŞ'i politik islamcı faşist çeteleri buralara yerleştirdi. Halklara zulümden başka bir şey vermedi. Şimdi de bunu devam ettiriyor. Yani ne vazgeçmiş ne gerilemiş ne duraksamış. Bundan sonraki süreçte de benzer bir tabloyla karşı kalacağımızı görmek lazım. Bunu söylemek için çok özel bir politik akla, bilince yoruma zekaya sahip olmak gerekmiyor.
'KOMÜNİSTLERİN GÖREVİ TÜRK DEVLETİNİN KARAKTERİNİ DOĞRU TARİF ETMEK VE MÜCADELE ETMEK'
O zaman bizim görevimiz Kürdistanlıların, Rojava halklarının, Rojava komünistlerinin görevi bu tabloyu de iyi bir şekilde aktarmak, anlatmak, Türk devletinin karakterini doğru tarif etmek, tek tek partilerin politikası değil Türk devletinin bölgesel, tarihsel çıkarları doğrultusunda politika olduğunu göstermek gerekir. Hem ideolojik hem politik mücadele yürüterek Rojava halklarına, Bakûr ve Türkiye halklarına bunu doğru anlatmamız gerekiyor.
Seçimde gördük işte. CHP gibi bir burjuva restorasyonu partinin peşine nasıl takılındığını, bunun Kürtler bakımından hiçbir anlam ifade etmeyeceğini gördük. Faşist şeflik rejimine, Türk devletinin şeflik rejimi, onun bu stratejik planı ve devlet aklı, devlet yapılanması topyekûn ortadan kaldırılana kadar her türlü yol ve yöntemle sürdüreceğimiz mücadelemiz meşrudur. Bu faşist, sömürgeci diktatörlüğün kaldırılmasıyla ancak bu topraktaki halklar nefes alabilir. Kürt soykırımı planı ortadan kalkabilir. Seçimle, partilerin değişimiyle değil. Dünyada bu kadar az bulunan Hitler faşizmi bile yıkıldı. Böylesi faşist rejimlerin seçimle değişeceğine, özgürlük geleceğine böyle ham hayallere inanılabilir mi? Halkımıza bu propaganda yapılabilir mi? Böyle bir şey olabilir mi? İşte bunun olmayacağını gördük.
'FAŞİST BİR DEVLETİN SEÇİMLERDE DEĞİŞECEĞİ PROPAGANDASI BÜYÜK YANILGI'
Faşist diktatörlüğün yıkılması için bize direnişten, mücadeleden başka bir yol yok. Seçimler bir dönemin mücadele alanıdır belirli dönem propaganda yaparsın. Halkları bu bilinçle örgütlersin, faşizmi yıkmayı hedefleyerek propaganda yaparsın. Seçimlerin bir şey getirmeyeceğini biliriz. Bu devlet yapılanması sömürgeci, faşist diktatörlüğünün devlet yapılanması parçalanmadığı müddetçe politika nasıl değişecek. Seçim ittifaklarında gördük. Kürdistan'da PKK ve Kürt özgürlük mücadelesine karşı, Hizbullah'ı bugün HÜDA-PAR altında meclise soktular. MHP ve diğerleri hepsi benzer. Sinan Oğan denen kişi hepsi faşizmin ırkçı, Türkçü sentezin bir parçası. Yani daha ağır bir tablo ile karşı karşıya kalmışız. Devlet bu anlamıyla kendini daha fazla örgütlemiş durumda yani böylesi faşist bir devletin seçimlerle, bir partinin gelmesiyle değişeceğinin propagandasını yapmak çok büyük bir yanılgı.
“Tarihi yüzyılın seçimi" falan dendi. Bunlar gerçekten çok büyük sözler. Türkiye'de ne seçimler oldu? Üç gün sonra bitti. Yüzyılın seçimi; hangi politika değişti, değişecek. Bu küçük burjuva dünya görüşünün, karakterinin, bakış açısının ürünü. O yüzden bir restorasyonu burjuva partisine yedeklendiler. Kılıçdaroğlu'na oy istediler. Böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Aslında Kılıçdaroğlu seçim süreçlerinde söyledi. Göçmenlere karşı politikaya, kayyım politikasına dair, aslında bunlar ne olduklarının bir kanıtıydı. Bugünkü CHP dünde farklı bir şey yapmadı ki. Diktatör Mustafa Kemal baştayken manevi kızını Sabiha Gökçen'i Dersimi nasıl bombaladığını, nasıl mağaralara, zehirli gazlar, kimyasal bombalar atarak halkı zehirledi bunu biliyoruz. Kılıçdaroğlu daha düne kadar HDP'nin milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına oy verdi.
'SOSYALİSTLER DİRENİŞ ODAĞI OLDU'
Bugün kendi dokunulmazlığın kaldırması söz konusu. Kayyumlara ses çıkardılar mı? Şengal'de, Maxmûr'da halk katliamdan geçiriliyor. Herhangi bir tepkileri var mı? Birkaç ay önce Kandil'i yerle bir ede edeceğiz diyen Kılıçdaroğlu değil miydi? Göçmenlere karşı ırkçılık söyleminde MHP ile yarışan, kayyumlara karşı Ümit Özdağ ile protokol imzalayan CHP değil mi? Kendine sosyalist vb diyenler çıkıp Kılıçdaroğlu'na oy istiyor. Gerçekten utanç verici bir şey. Yani Marx'ın iki makalesini okusalar böyle yapmazlar. Bu arada şunun da altını vurgulamak lazım. Halklarımıza, emekçilere, kadınlara, Kürt halkına burjuva restorasyoncu CHP'yi ve onun lideri Kılıçdaroğlu'na adres gösteren büyük bir kuşatmaya karşı çok güçlü direniş odağı olan kuvvetler de oldu. Bu anlamıyla Leninist Bolşevik çizgiyi sürdürenler de oldu. Esas bunların hakkını vermek lazım. Şimdi kimin doğru söylediği ortaya çıktı. Bu arada sizin vesilenizle de bunun öncülüğünü yapan Ezilenlerin Sosyalist Partisinin bu Leninist-Bolşevik çizgisini, duruşunu, pratiğini, öncü çıkışını da buradan selamlamak gerekir.
'TARİH DİRENENLERİ VE TAVIR ALANLARI YAZACAK'
Hatırlayın birinci emperyalist paylaşım savaşında kendisine Bolşevik diyen, Avrupa'nın en gelişkin, en ileri komünist partileri, kendi burjuvalarının peşine takıldılar. Şimdi bunların hepsi bu burjuva partisinin peşine takıldılar. Demek ki bir savaş çıksa artık o sosyalistlerden geriye hiçbir şey kalmaz. Yani çapları, politik güçleri, ideolojik çizgi devrimcilikleri bu kadar çapsız, bu kadar esnek ve omurgasız böyle devrimcilik mi olur, böyle komünist mi olur? En zor anda kimin adına neyi savunuyorsun? Yani ezilenlere kimi adres gösteriyorsun kendi programını mı adres gösteriyorsun yoksa bir diktatörlüğün devamcısı Kürt düşmanı, burjuva restorasyoncu bir bloğu mu? böyle utanç verici bir şey olabilir mi? Ama bunların hepsini tarih çöp sepetini attı, orada direnenleri yazacak.
'EMPERYALİZMİN ÇELİŞKİLERİ DERİNLEŞİYOR'
Bütün bunları ve diğer gelişmeleri göz önünde bulundurursak Ortadoğu'nun kısa ve orta vadedeki geleceğine ilişkin neler söylemek istersiniz?
Ortadoğu ve dünyada büyük bir kutuplaşma yaşanıyor. Örneğin emperyalist ABD, Avrupa Birliği yedeklemiş dünyayı yeniden paylaşma süreci içerisinde biliyorsunuz. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra dünyanın sonu ilan edildi. Eski Sovyet cumhuriyetlerinin yeniden paylaşılması ve kapitalizmin sömürü ve sömürge ucuz işgücü emek alanlarına, tüketici alanlarına çevrildi ve orada bir zafer sarhoşluğu yaşadılar. Ama gelinen aşamada bunun da sınırlarına geldiler. Emperyalist çelişkiler kapitalizm iç çelişkisi kendisini var ediyor. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı bir savaşıyla gündeme geldi. Çin daha fazla dünyayı yeniden ekonomik ve siyasi olarak paylaşması ve sömürgeleştirmesi biçiminde gündeme geldi. Avrupa Birliği, Almanya, Fransa, İtalya bu anlamıyla yeniden Ortadoğu ve Afrika'da kendisini bu paylaşım sürecinin içerisinde buldu. Bölge devletleri, eski çizilen sınırları değiştirip kendilerine yeni alan açmak istedi. Bu anlamıyla bir kutuplaşma, bir taraflaşma söz konusu. Ortadoğu da bundan nasibini alan bir durumda işte biraz önce de ifade ettik. Suudi Arabistan'ın bölgede esas olarak yönelimi. Örneğin Çin'in Rusya'nın ABD'nin çizdiği doğrultuyu kabul etmemesi, artık paylaşımdan daha fazla pay alma isteği bunları hep karşı karşıya getiriyor.
'ÇELİŞKİLER YENİ ÇATIŞMALARI, SAVAŞLARI ORTAYA ÇIKARACAK'
Bu süreç inişlerle, çıkışlarla, çatışmalarla, iç gerilimlerle, dolaylı savaşlarla yaşanacak, böyle ilerleyecek. Çünkü bu sürecin aşılmasının başka bir yolu yok. Çünkü yeniden pazarın paylaşılması talebi var. Çünkü kapitalizm daha fazla kar, pazardan pay istiyor. Var olan paylaşım alanlarını kabul etmiyor. Bunların başında da Rusya ve Çin geliyor. Bu da çelişkileri, savaşları, bölgesel savaşları artıracaktır. Şimdi baktığımızda kutuplaşma bu eksende oldukça gelişiyor. Yani emperyalistler arası ve öyle çok yakın dönemde de sonuçlanacak, çözülecek bir pozisyon, durumda da değil. Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde en azından bu ittifaklarla birlikte yeni ittifaklar artarak gelişerek devam edecek. Yani bölge devletleri ve onlarla işbirliği içerisinde olan emperyalist devletler, hegemonya alanlarını, sömürge alanlarını geliştirme, yeni ucuz işgücü ve ucuz ham madde alanlarına yayılmayı isteyecekler.
Bugün Ortadoğu ve özellikle Afrika'da bunu görüyoruz. Çin'in, Rusya'nın; Afrika'yı yeniden bir paylaşım alanına çevirmişler. Rusya ile Çin ekonomik askeri olarak bu bölgede yoğun bir faaliyet yürütüyor. Ortadoğu da bundan nasibini alıyor. O zaman şu kalıyor geriye. Emperyalistler bölge düzeyinde ve dünya düzeyinde bir paylaşım savaşına girmiş durumda. Bunu ekonomik, askeri, diplomatik, siyasi ambargo her türlü yol ve yöntemi kullanarak yapıyorlar. Karşılıklı dolaylı savaşlar, bölgesel savaşlar değil mi? Toprakların sınırların, ulus devlet sınırlarının yeniden dizayn edilmesi, yeniden çizilmesi, yeniden bozulması, hepsi var. İşte Kafkaslar'da, Ortadoğu'da, Balkanlarda, Afrika'da böyle.
'EMPERYALİST KUŞATMA KARŞISINDA ORTADOĞU BÖLGESEL DEVRİMİ'
Kapitalizmin, emperyalist küreselleşmenin ve onun sermaye hareketinin, temsilcilerinin bölgede ve dünyada ne yapmak istediklerini doğru görmek, doğru anlamak gerekiyor. Bu ittifaklarının hangi politikalarla süreci ve bölgeyi sömürgeleştirme ve savaşlar içerisine çekme hamlelerini doğru okumak ve bunlara karşı da doğru politika geliştirmek halklarımızı doğru zeminde örgütlemek gerekiyor. Bölgesel Ortadoğu, bölgesel devrim ve federasyon fikri bu anlamıyla çok değerli ve anlamlı. Bunun karşısına tek çıkartılacak olan bu. O zaman bunun pratik olarak örgütlenmesi hayati önemli hale geliyor. Sadece bir program, teori meselesi değil bu. Emperyalist ve bölge devletleri bu anlamıyla bir kutuplaşma ve örgütlenme içerisindeler. İran'da da gördük. Kadın devrimine nasıl her gün kadınları idam ederek, katlederek yanıt veriyor. Türkiye'deki devrimcilere ve kadınlara ve ezilen halklara karşı Sudan'da gördük, devrime önderlik etti kadınlar.
'HALKLARI MÜCADELEYE ÇAĞIRMAK GEREKİYOR'
Ama sonradan cuntacı faşistlerin birini emperyalist Rusya destekliyor diğerini emperyalist Avrupa destekliyordu. Yani ezilenlerin bu ayaklanmasını da yine kanla bastırarak gerici, egemen diktatörlükler, askeri cuntalar kurarak ezilenlerin bölgede rol oynamasını, iktidarlaşmasını bu gerici diktatörlüklerle engellemeye çalıştılar. Rojava bu anlamıyla çok önemli. Bu kuşatmayı parçalayan önemli bir yerde durdu. O zaman bunu ilerletmek gerekiyor. Hem Rojava devriminin yaşaması, hem de Ortadoğu'da devrimci, demokratik, halkçı, kadın, özgürlükçü, ekolojik bir toplum yaratmak için. Ortadoğu'daki bütün ezilen halkları, özgürlükten yana olanları, kadınları, Ortadoğu bölge federasyonu ve devrimi fikri etrafında örgütlemek, mücadeleye çağırmak, bunun pratik öncüsü olmak, bunun pratik adımlarını atmak, büyük bir savaş ve eylem gücü ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu hem Rojava devrimini güçlendirecektir, hem de var olan bu kapitalist ve gerici emperyalist kuşatmayı parçalayacaktır. Gerçek anlamda özgürlük ve demokrasiyi, halklar ve kadınlar, bütün ezilenler, doğa için, bütün bu toplumsal kesimler için getirecek tek gerçek proje ve mücadele alanının bu olduğunu düşünüyorum.