28 Mart 2024 Perşembe

Siz kendinize iyi bakın

Yüzleşme çabası ve bunu önceleyen adımlar artık geride kalmış süreçleri anmanın ötesinde anlamlar taşır. Çünkü kendi sınıfının 'dün'ünü sahiplenen ve bununla iftihar eden iktidar bloğu aslında, yenilerini de yapmaya / gerçekleştirmeye hazır olduğunu haykırıyordur. "Zaman ve zemin" uygun olunca ona yönelmekten sakınmayacaklardır.
Ne zaman konu 'Ermeni Soykırımı'na gelse devlet korosu muhataplarına höykürerek 'siz kendinize bakın' der. Agrasiflik, asabiyet, yüzde titremeleri, ses kısıklığı en çok bu zamanlarda görünür hale gelir.
 
Belli ki konu inançlar, halklar, milliyetler oluca nasıl bir mirasa konduklarını, neye bekçilik ettiklerini bilen devlet zevatı öfke buhranından ve ilkel bir sen "önce kendine bak" tıslayışından kendilerini kurtaramıyorlar.
 
Bu fix menüde Fransa'nın, ABD'nin, İtalya'nın suç cetveli çıkarılır, hangi katliamları yaptıkları ballandırılarak anlatılır. Tümü olmuştur bu katliamların. Hatta, sanki rejim sözcüleri ikna açısından 'iyi ki olmuştur' çünkü olmasaydı kendilerini savunma imkanı bulamazlardı.
 
Özerklik, dokunulmazlık arayışıyla, kimse kimsenin geçmişini kurcalamasın tehditleriyle kendisine alan açmaya çalışan faşizmin sözcüleri, başkasının günah ve katliamcılığını dile getirmenin kendi günahlarını temizlemeye yetmeyeceğini unutuyorlar. Çünkü "Possedion'un bütün denizleri yıkayamaz bu elleri."
 
Gomidos Vartabed hem din adamı hem müstesna sanatçılardandı. O kadar ki "Gomidos şarkı söylerken Allah onu dinlemek için aşağı iner" derlerdi. 1915'in 24 Nisan'nda Haydarpaşa'dan kalkan ve vagonlarında 234 Ermeni aydın ve sanatçıyı taşıyan Tren'le sürgüne çıkarılanlardan biri de Gomidos'tı.
 
O gün ve o Tren'le sembolize edilen, öncesi ve sonrasıyla yıllara yayılan Ermeni soykırımı 1.5 milyon cana mal oldu. Yüzbinlerce Ermeninin akıbetinden haberdar olunamadı. Soykırıma dönüşen tehcir ittihatçıların Türk halkının yüzüne sürdüğü bir leke olarak duruyor hala. Yüzleşilmedikçe, adı konulup gereği yapılmadıkça öylece durmaya ve yayılmaya devam edecektir ayrıca.
 
Gomidos o gün sürgüne yollananların içinde geri dönmeyi başaran istisnai isimlerden biri olmuştu. Akıl sağlığı sürgün yollarında bırakıp dönmüştü İstanbul'a. Hastaneye yatırıldı. Tedavisi mümkün değildi. Bunun üzerine Fransa'daki bir akıl hastanesine nakledildi. 1935'e kadar yaşadı ve fakat sürgünden sonra bir daha piyano çalmadı, beste yapmadı, şarkı söylemedi.
 
Gomidos'ın kalbi o meşum 24 Nisan'da kırılmış, olan biteni kabullenemeyen aklı onu terk etmişti. Olaylar ya da sonucunda akıl sağlığını kaybeden o kadar çok insan var ki bu topraklarda. 
 
Kürdistan'a, Karadeniz'e, Ege'ye birdenbire açılan akıl hastanelerine doldurulan, atılan ya da kapatılan insanların bilhassa Osmanlı'nın son, Cumhuriyet'in ilk 15 yılında kimlerden oluştuğunu sorgulayan bir araştırma tablosu bu durumun trajik boyutunu ortaya koyacaktır. Hele buna bir de yetimhaneler eklenirse...
 
Öksüz ve yetim çocuklarla mecnuna dönmüş, meczup diye alaya alınmışlar politika sahnelerinde istatistik verilerle anlatılan, inkar edilen, görmezden gelinen, unutturulmaya çalışılanların bariz sonuçlarındandır.
 
Ermeniler, Süryaniler, Kürtler, Rumlar, Aleviler ve diğerleri...Irkçı milliyetçi devlet dizaynına razı gelmeyen, hak arayan, kolektif kimliğinden koparılmayı kabul etmeyen herkes benzer acıları yaşamış, benzer cinayetlerin muhatabı olmuştur.
 
Keder, iç yakan ağıtlar ve buğulu gözlerle hatırlanan geçmiş coğrafyanın kaderi olageldi. Mevcut iktidar koalisyonu da, kendilerinden öncekiler gibi, tekçi ulus devlet anlayışını savunmaya, yapılanları türlü nedenlerle-bahanelerle açıklamaya, hatta üste çıkmaya çalıştıkça gerçeklerin üzerini betonlayacaklarını, sesleri çok çıkıyor diye itiraz edenleri susturacaklarını düşünüyorlar.
 
Ermeni Soykırımı bir toplumsal tabuya dönüştürüldü. Tıpkı ve özellikle '90'lı yıllarda Kürdistan'daki savaşta kelle kulak avcılığının tabuya dönüştürülmesi gibi. Toplumun bir kısmının başka bir kısmına karşı kışkırtıldığı, ardında kitlesel ölümler bırakan hemen her iç savaş atmosferinde bunlar yaşanmıştır.
 
Birçok ülke dönüp kendi şahsındaki katliamlarla yüzleşmeyi başardı. Rejimin sözcüleri bunu atlıyor. Duygusal, düşünsel ödeşmeler, özür beyanları ve sembolük de olsa yıkımı tanzim çabası bu yüzleşmeleri sahici kılar. Bizde ise toplumsal tabuya dokunmaya çok istekli olmayan hakim ulus şovenizmi, iktidara lazım olduğu için bu alana girilmiyor, kurcalanmıyor. Çünkü ve malum bir Kürdistan sorunu var. Yok edilmesi gerektiği sabah akşam tekrarlanan Rojava var. Savaş anonsunu andıran bir siyaset tekeli dili var...
 
Bütün bu "var"lar, geçmişte kaldığı sanılan ancak sömürgeci faşizmin kodlarına kazılı saldırganlığın güncelliğine de işaret ediyor. O nedenle yüzleşme çabası ve bunu önceleyen adımlar artık geride kalmış süreçleri anmanın ötesinde anlamlar taşır. Çünkü kendi sınıfının 'dün'ünü sahiplenen ve bununla iftihar eden iktidar bloğu aslında, yenilerini de yapmaya / gerçekleştirmeye hazır olduğunu haykırıyordur. "Zaman ve zemin" uygun olunca ona yönelmekten sakınmayacaklardır.
 
Bütün renkleriyle birlikte ezilenlerin şovenizmle hesaplaşan eşitlik ve özgürlük mücadelesinin kuvveti iktidarların aradığı, hatta kolladığı o "zaman ve zemin"i onlara sunmayacak, şayet yeltenirlerse onları buna pişman edecek asıl dinamiktir.