Sema Uçar yazdı | Akran zorbalığı kader mi?

Hem toplumsal hem de ebeveynler bakımından telafisi zor, yıkıcı sonuçlar doğuran akran zorbalığının, direkt ve dolaylı sebeplerini silikleştirip bunun yerine sadece sonuçlarıyla ilgilenmek; sorunun kaynağını ve sonucunu kişiye indirgeyen, bireysel ve geçici çözüm sunan bir sisteme dönüşmesinde rol oynuyor.
Bursa ve Sivas'ta öğrencilerin birbirine karşı zorbalığını içeren görüntülerin sosyal medyaya yansıması üzerine toplumsal şiddetin okullarda yarattığı sonuçlar bir kez daha göz önüne geldi.
Akran zorbalığını; güç eşitsizliğinin bulunduğu ortamlarda daha güçlü olanın güçsüz gördüğü üzerinde egemenlik kurmak için kasıtlı ve sistematik olarak uyguladığı şiddet örüntüsü olarak tanımlayabiliriz. Bu durum, sıklıkla "akran çatışması"yla karıştırılır. Akranlar arasında çatışma yaşanması olağan bir durumdur. Çatışmadan kaynaklı pişmanlık ve yaşanan problemi çözmeye yönelik bir çaba vardır. Bu, aynı zamanda çocukların problem çözme becerilerini geliştirmeye yardımcı olur. İki taraf da belirli bir kazanç isteğinde değildir, akranlar arasında güç dengesi, problem çözme çabası, sorumluluk alma ve pişmanlık duygusu vardır. Yaşanan çatışmaya eşit duygusal tepkiler verirler. Akranlar arasında yaşanan bir duruma zorbalık diyebilmek için davranışın "sistemli ve tekrarlı" olması gerekir.
Her ne kadar gündeme daha çok fiziksel zorbalık olarak gelse de sözel, sosyal ve siber zorbalık olarak da yaygın şekilde yaşanmaktadır. Zorbalık yapanların genellikle yüksek bir sosyal statü ya da güce sahip olan, fiziksel olarak daha iri, daha güçlü veya popüler olarak algılanan çocuklar oldukları görülmektedir. Erkek çocukları daha çok fiziksel zorbalığa maruz kalırken, kız çocukları ise daha çok sosyal ve siber zorbalığa maruz kalmaktadır. Ötekileştirilen topluluklardan çocukların, özel gereksinimli çocukların, göçmen ve mülteci çocukların akran zorbalığına maruz kalma riski daha yüksektir. İlköğretim yaşındaki çocuklarda fiziksel, sözel ve sosyal zorbalık daha yaygınken; teknolojinin gelişmesi, cep telefonlarının okullarda kontrolsüzce kullanılıyor olmasıyla siber zorbalığın özellikle ergenler arasında daha yaygın olduğunu görüyoruz. Fiziksel zorbalığın özellikle video görüntülerinin çekilip yayınlanması ise hem zorbalanan çocuk bakımından akran zorbalığının tüm türlerini içeren, hem de aynı okulda veya ortamda bulunan diğer çocuklar (seyirci) bakımından da "aba altından sopa gösteren" başka bir zorbalık türüne dönüşüyor.
Akran zorbalığının sosyal medya aracılığıyla daha görünür olması, bu konuda hem çocuklar hem aileler açısından bir farkındalık yaratmış olsa da bu durum zorbalığa maruz kalmayı engellemiyor. Bu meselenin sadece zorbalığa uğrayan çocukların ve ebeveynlerin değil, sebep ve sonuçları bakımından toplumu kapsayan bir sorun olarak ele alınması gerekmektedir.
Sorunun temel dinamiğine odaklanacak olursak; güç ve eşitsizlik kavramının çocuklar için ne ifade ettiğine ve toplum içindeki karşılığına bakmak gerekiyor. Zorbalık, en yaygın öğrenme biçimi olan sosyal öğrenmeyle kazanılıyor. Okulda, sokakta, televizyonda, sanal ortamda, güç kavramıyla kurulan yaşam biçimlerinin çocuklar için neredeyse tam zamanlı bir öğrenme biçimine dönüşmüş olması, ebeveynler için de aynı döngünün işliyor olması, güç kavramının evdeki yansımasıyla da kaçınılmaz bir sonu hazırlıyor. Tüm bu öğrenme biçimlerinin birbirinden bağımsız olmadığını, istendik davranışların bugünün çocukları yarının büyüklerine yani bir bütün olarak topluma kazandırılmaya çalışılması, aynı zamanda toplumu şekillendirme ve yönetme biçimiyle de karşımıza çıkıyor. Hem toplumsal hem de ebeveynler bakımından telafisi zor, yıkıcı sonuçlar doğuran akran zorbalığının, direkt ve dolaylı sebeplerini silikleştirip bunun yerine sadece sonuçlarıyla ilgilenmek; sorunun kaynağını ve sonucunu kişiye indirgeyen, bireysel ve geçici çözüm sunan bir sisteme dönüşmesinde rol oynuyor.
Söz konusu videoların yayınlanmasından sonra akran zorbalığının bireysel neden ve sonuçları üzerinden alanında uzman kişilerin değerlendirmeleri medyada yer alıyor. Fakat zorbalığın sebepleri ve nasıl yok edileceğine dair değerlendirme neredeyse hiç yapılmıyor. Sanki bu sorunun tek muhatabı ailelermiş gibi, daha çok ailelere çocuklarını bu durumdan nasıl korumaları gerektiğine dair bireysel öneriler sunuluyor. Elbette çocuklar için bu zorbalıktan korunmak ve buna dair bir farkındalık yaratmak, baş edebilme yolları geliştirmek önemli, fakat toplumsal bir sorun olarak görmediğimiz sürece ortadan kaldırmak mümkün olmuyor.
Akran zorbalığının okul yöneticileri ve öğretmenler tarafından görmezden gelinmesi veya "kendi haline bırakılırsa zamanla biter" yaklaşımı zorba davranışlarda bulunan kişiyi daha fazla cesaretlendirip zorbalığın dozunun artmasına neden olabilir. Müfredatta toplumsal cinsiyet kavramının yasaklandığı, farklı kimliklere ve inanışlara yer verilmediği, çocukların farklı yetenek ve ilgilerinin değil de tek tip insan modeli yaratma hedefli bir eğitim sistemi döngüsünde, çocukların güç eşitliğinin sağlanması nasıl beklenebilir ki? Savaş ve militarizm oyunlara ve oyuncaklara bu kadar sirayet etmişken, akran zorbalığının önüne geçmek için sadece empati kurmak yeterli olabilir mi? Tek dil ve dini temel alan eğitim sisteminde anadilindeki ismi sebebiyle sözel zorbalığa maruz kalan çocukların sadece baş edebilme becerisi kazandırılması yeterli olabilir mi?
Televizyon dizilerinde her gün boy gösteren, çalışmadan, zorbalıkla, bazen de şantajla, şatafatlı hayatlar süren, zor aletleriyle kahramanlaştırılan ve rol modele dönüşen mafyatik karakterlere dair güzellemelerle arkadaş gruplarının, çete olarak adlandırılması mı sağlayacak bu güç eşitliğini?
Danslı gösterilerde en önde ve televizyon-reklam panolarında yer alan çocukların temiz, ak pak, çoğunlukla sarışın ve açık tenli olması, yeterli ve sağlıklı beslendiğine dair emarelerle daha sevimli göründüğü algısı mı sözel zorbalığın önüne geçecek?
İnsanlar arasındaki her türlü ilişki ve hatta iletişimin hemen her ortamda güç dengesi üzerine kuruluyor olması; herhangi bir sosyal ortamda birbirine sorulan ilk sorunun "ne iş yaptığı", araba anahtarlarının ve cep telefonlarının oturulan masalarda hemen yerini alması, marka logolarının göz alıcılığı bu güç terazisinin aparatları haline dönüştürülmesi... Yetişkinlerin sosyal ilişkileri böyle şekillenirken çocukların bundan azade kalabileceğini düşünmek en hafif deyimiyle saflık olmaz mı?
Tüm bu ilişkiler ağının dışında ebeveynlerin daha idealize edilmiş bir ortamda ve ideal değer yargılarıyla çocuk yetiştirmesi, ilk karşılaştıkları zorbalıkta çocukların büyük bir yıkıma uğramalarını engelleyebilecek mi?
2022 yılında Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle "başka bir öğrencinin, sosyal veya duygusal gelişimini olumsuz yönde etkileyecek şekilde akran zorbalığı yapma"yı disiplin maddeleri arasına alındı. Kınama, uyarı, okuldan uzaklaştırma şeklinde yaptırım içeren disiplin cezaları yönünde düzenlemeler getirildi. Fakat "yaptım ve oldu" şeklindeki cezacı bir anlayış pedagojik açıdan kabul edilebilecek bir çözüm değildir. Pandemiyle birlikte özellikle siber zorbalıktaki artış, bu meseleye dair MEB'in somut araştırma ve verilerle çözüm politikası geliştirmesi gerekir. Bu da, var olan eğitim sisteminde ancak köklü bir değişiklik, demektir.
Askeri üniformanın, militarizmin bilinçli bir şekilde bu kadar yüceltildiği bir devlet sistemi ve tek tip anlayıştaki eğitim sistemi devam ettiği sürece çocuklarımız akran zorbalığının ya faili, ya mağduru ya da seyircisi olmak zorunda kalacak. Bu zorbalıkla baş etme becerilerini geliştirmenin yanı sıra nedeni yani güç eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik mücadelemiz daha esaslı ve kalıcı çözüm olacaktır. Unutmayalım, çocuklar ne söylediğimizi değil ne yaptığımızı dikkate alırlar.