18 Haziran 2025 Çarşamba

Newal Deniz yazdı | TMK'nin kaldırılması ve politik özgürlüğü kazanma mücadelesi

Ayrıca TMK'yle, devrimcilere ağır ceza verilirken, ceza artırımları, basın ve yayın yoluyla suç işlenmesi halinde özel hüküm, devletin bölünmezliği aleyhine propagandanın cezalandırılması, avukat kısıtlaması, özel gözaltı süresi, "terörle mücadele"de görev alanların özel olarak korunması ve özel soruşturma usullerine tabi tutulması, TMK kapsamındaki suçlardan ceza alanların cezalarının özel olarak infazı, bu kişilerin şartla salıverme süresinin engellenmesi, tecrit hapishanelerinde tutulmaları şeklinde saldırılar yasallaştırıldı. TMK, AKP-MHP faşist iktidarı döneminde çok kez değiştirildi.

Bugünkü adıyla Terörle Mücadele Kanunu (TMK), Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana farklı isimler altında her zaman var oldu. Kapitalist sistemin, sermayenin ve onun iktidarda bulunan temsilcilerinin çıkarlarını korumak için bu yasal düzenlemelerin adı her dönemde farklı olsa da hepsinin amacı aynıydı: Bu coğrafyada işçilerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ+'ların, Kürt halkının, Alevilerin ve sisteme muhalif ezilen kesimlerin taleplerini, eylemlerini, isyanlarını bastırmak ve erkek egemen kapitalist, faşist sistemi sürdürmek.

TBMM'nin 23 Nisan 1920'de açılmasından 6 gün sonra özel bir yasa olarak çıkarılan "vatana ihanet suçları"na dönük Hıyanet-i Vataniye Kanunu,12 Nisan 1991'de TMK'nin yürürlüğe girdiği tarihe kadar varlığını sürdürdü. Yine ilk TMK diyebileceğimiz ve dönemin Kürt isyanına karşı 1925 tarihli Takrir-i Sükun kanunu, sürgün, sansür ve örgütlenme özgürlüğünü yasaklama hükümleriyle Hiyanet-i Vataniye kanununu tahkim eden olağanüstü hal yasası olarak işletildi. Kürt isyanına karşı Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamındaki suçlamalar kapsamında yargılamaları yapmak üzere 18 Eylül 1920 tarihinde İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemeler belirli dönemlerde özel olarak kurulup çalıştırılırken, dönemin ünlü maddeleri arasında 13 Mart 1926 tarihli 765 sayılı TCK'nin 141, 142 ve 163. maddeleri yer almaktaydı. Bu maddelere dayanılarak binlerce insan hakkında dava açıldı, onbinlerce yıl ağır hapis ve sürgün cezaları verildi. Bu maddeler 12 Mart 1971 döneminde ve sonrasında sisteme dönük gelişen tepkiler, devrimci gelişim, kitlelerin haklarına sahip çıkması karşısında keskin bir kılıç gibi, işçi sınıfına, ezilen halklara ve onların öncülerine karşı kullanıldı.

Şark Islahat Planı kapsamında hazırlanan 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli Umumi Müfettişlik Kanunu uyarınca Askeri Mahkemeler kurulmasının önü açıldı. Bu mahkemelerde hiçbir usul ve esas yargılama ilkelerine tabi değildi. İşte bu yasaya dayanılarak 1936 yılında Elazığ'ın da dahil edildiği 4. Umumi Müfettişlik tarafından kurulan Askeri Mahkeme Seyit Rıza ve arkadaşları hakkında idam kararı vererek, itiraz hakkı tanımadan infazını sağladı.

BİNLERCE KİŞİ İDAM EDİLDİ
'71 devrimci hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan da 1920'den itibaren uygulanan idam kararı doğrultusunda Ankara 1 Nolu Askeri Mahkemesinin 9 Ekim 1971 tarihli kararıyla TCK 146/1 maddesine dayanılarak idam edildi. Karar Meclis'te aralarında CHP'lilerin de bulunduğu vekiller tarafından onaylandı. 1920'de Meclisin kuruluşundan, 1984'te ölüm cezalarının fiilen kaldırılmasına kadar geçen 64 yıllık dönemde, TBMM'nin onayıyla çok büyük bir kısmı devrimcilerden oluşan 15'i kadın 712 kişi idam edildi. Ayrıca İstiklal Mahkemeleri Meclis onayı gerekmeden en az 2000 kişiyi idam etti. İdam cezası 1984'ten itibaren uygulanmazken, 2001'de savaş tehdidi ve "terör suçları" dışındaki suçlar için kaldırıldı, 3 Ağustos 2002'de "terör suçları"nı da kapsayarak tamamen kaldırıldı. Yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirildi. Fakat bu hüküm ağırlıkla politik tutsaklar için uygulanarak, politik tutsakların ömür boyu ağır tecrit altında tutulmalarının önü açıldı.

DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ
Bir dönemin ünlü Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ise 1961 Anayasa'sında 1699 Sayılı Kanun'la yapılan değişiklikle 1973 yılında yargı sistemine girdi. Anayasada yapılan değişiklikten sonra, 1773 sayılı kanunla kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Anayasa Mahkemesinin kanunu şekil yönünden iptal etmesi üzerine 11 Ekim 1976'da kaldırıldı, fakat 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra 1982 yılında sıkıyönetim altında yapılan referandumla kabul edilen şimdiki anayasanın 143. maddesine dayanılarak yeniden kuruldu. 16 Haziran 1983 tarihli 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkında kanunla bu mahkemeler özel yetkilerle donatıldı, içinde askeri hakim bulunan özel mahkemelere dönüştürüldü.

DGM'lerde devrimciler, yurtseverler, işçi sınıfı mücadelesinin öncüleri yargılanıp ağır cezalar verilirken, devletin suçlarının yargılanmasının önü 25 Ekim 1983 tarihli 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu (OHAL) ile engellendi. OHAL Valisi'ne yargılamaya tabi tutulamayacak geniş yetkiler tanındı. OHAL Valileri, JİTEM ve diğer kontra örgütler eliyle, sokak ortasında infaz, kaybetme, katletme politikaları Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da uygulandı. Binlerce Kürt, yurtsever, devrimci katledildi, kaybedildi. Faillerinden henüz hesap sorulamadı.

DGM'LERE KARŞI MÜCADELE
Devlet Güvenlik Mahkemelerine karşı mücadelede işçi sınıfı özel bir rol oynadı. İşçi sınıfının örgütlülüğünün, devrimci örgütlerin etkisinin arttığı 1970'li yıllarda işçiler sadece ekonomik değil siyasi taleplerle de eylemler yapıyor. 1970'te 15-16 Haziran direnişinin de etkisiyle engellenen DGM'ler, Milliyetçi Cephe iktidarı tarafından işçilerin birliğini ve işçilere güç veren devrimci hareketi tasfiye amacıyla 1973'te yeniden gündeme getirildi. O dönem işçilerin önemli bir mücadele mevzisi olan DİSK, DGM'lerin işçilerin mücadelesinin önünü kesmek için kurulduğunu, demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılacağını söyleyerek 5 Temmuz 1976'da "İşçi sınıfına ve kamuoyuna DİSK'in uyarısı" başlıklı bir bildiri yayımladı. 16 Eylül'de DGM'lere karşı "Genel Yas" kararı alan DİSK, 16-17-18 Eylül'de, coğrafyamızın dört bir yanında yüzbinlerce işçinin katılımıyla iş bırakma eylemi yaptı. En kitlesel politik grev kararıyla şalter indiren DİSK üyesi işçiler, "DGM'ye hayır" sloganını haykırırken, bu direnişe uluslararası sendikalardan, demokratik kitle örgütlerinden ve Türk-İş'e bağlı mücadeleci sendikalardan destek geldi.

"DGM'ye hayır" şiarıyla örgütlenen genel greve polis ve jandarma saldırısına işçiler direndi, çatışmalar yaşandı. Yakup Keser adlı işçi katledilirken, 6 işçi tutuklandı. Fakat devletin bu şiddeti işçilerin geri adım atmasına neden olmadı. Devlet geri adım atmak zorunda kaldı, 11 Ekim'de yasa önerisi Meclis'ten düştü.

AĞIR CEZA MAHKEMELERİ DÖNEMİ
DGM'ler, 2004 yılında 5170 sayılı kanunla yapılan Anayasa değişikliğiyle 16 Haziran 2004 tarihinde kapatıldı. Yerine Ceza Muhakemeleri Kanunu 250. maddeyle bugün halen yürürlükte olan Ağır Ceza Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemeler, TMK kapsamındaki suçlarda görevli ve yetkili mahkemeler oldu.

DGM'lerin yerine geçen Ağır Ceza Mahkemeleri'nin ardından özel yetkilerle donatılmış Cumhuriyet Başsavcılığıyla faşist şefin talimatıyla tutuklama furyaları sürdü. Ayrıca TMK'yle, devrimcilere ağır ceza verilirken, ceza artırımları, basın ve yayın yoluyla suç işlenmesi halinde özel hüküm, devletin bölünmezliği aleyhine propagandanın cezalandırılması, avukat kısıtlaması, özel gözaltı süresi, "terörle mücadele"de görev alanların özel olarak korunması ve özel soruşturma usullerine tabi tutulması, TMK kapsamındaki suçlardan ceza alanların cezalarının özel olarak infazı, bu kişilerin şartla salıverme süresinin engellenmesi, tecrit hapishanelerinde tutulmaları şeklinde saldırılar yasallaştırıldı. TMK, AKP-MHP faşist iktidarı döneminde çok kez değiştirildi. Ancak değişikliklerin hiçbiri olumlu anlamda olmadı. Faşist saray rejimi döneminde aynı zamanda aralarında kadın katilleri, çocuklara istismar, kadınlara taciz, tecavüz saldırısında bulunanların da olduğu binlerce adli tutuklu çeşitli dönemlerde farklı isimler verilerek af kararlarıyla tahliye edildi.

Devrimci, yurtsever, muhalif tutsakların tahliyeleri ise hapishanelerde infaz yakmalar, İdare Gözlem Kurulu adı altında faşist kurumsallaşma eliyle yıllarca ertelendi. Hasta tutsaklar ölüme terk edildi.

Bugün Terörle Mücadele Kanunu ve TMK gibi işletilen Ceza Muhakemeleri Kanunu'na dayanılarak binlerce kişi tutsak edildi, tecrit hapishanelerinde, kuyu tiplerinde hala rehin tutuluyor.

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat tarihli "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nın ardından "demokratikleşme" tartışmaları, hasta tutsakların, politik tutsakların serbest bırakılacağı yönünde bir beklenti oluşturuldu. Fakat bu beklentilerin boş olduğu bayram öncesi Meclis'ten çıkarılan 10. Yargı Paketi'yle bir kez daha ortaya çıktı.

Onbinlerce tutsağın bulunduğu, alfabenin farklı harflerinden oluşan her gün yeni bir hapishanenin açıldığı bugünlerde Terörle Mücadele Kanunu, temel mücadele konusudur. Politik özgürlük bakımından yasaların değişmesi, işçiler, emekçiler, kadınlar, Kürt halkı, gençler, LGBTİ+'lar aleyhine olan yasaların çöpe atılması tek başına masa başında yapılacak görüşmelerle sağlanamaz. 10. Yargı Paketi bunu ispatlarken, işçi sınıfının şalter indirerek sokaklara çıktığı DGM'lere karşı direnişi de, her kazanımın direnişle elde edildiğini göstermiştir.

Onbinlerce politik tutsağın hapishanelerde tutulduğu, her gün kitlesel gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı, var olan yasaların dahi uygulanmadığı bu süreçte, Kürt halkının, işçi sınıfının, kadınların özgürlüğü birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Faşist şeflik rejimine geri adım attıracak olan ise politik özgürlük mücadelesini sokakta yürütmektir. Bu mücadelenin öznesi öncelikle tabii ki emekçi sol güçler, insan hakları örgütleri, hukuk örgütleri, kadınlar ve işçi sınıfıdır. Diplomasi, Meclis sürecin bir ayağı gibi gösterilebilir, fakat asıl olan mücadeledir. Taleplerimiz etrafında yürütülecek her mücadele, işçi sınıfı ve ezilen halkları örgütlemenin ve mücadeleye katmanın temel sac ayağıdır. Kazanmanın tek yolu ise Kürt halkının talepleriyle, işçi sınıfının ve ezilen diğer kesimlerin mücadelelerini birleştirmektir.