'Mülteciler tehdit değil, yaşam hakkı için direnen insanlardır'

20 Haziran'ın bir farkındalık günü değil hesap sorma günü olduğunu kaydeden Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, "Mülteciler tehdit değil, yaşam hakkı için direnen insanlardır. Onların mücadelesi, bizim mücadelemizdir. Irkçılığa, sömürüye, cinsiyetçiliğe, zorla yerinden edilmeye karşı birlikte mücadele ediyoruz" dedi.
Göçmen Mülteci Dayanışma Ağı, 20 Haziran Dünya Mülteciler Gününe ilişkin Beyoğlu'nda bulunan Şişhane Meydanında açıklama yaptı. "20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Sınırları değil bir arada yaşamı savunuyoruz" pankartı açılan; "Irk ayrımcılığına son", "Keyfi sınır dışı uygulaması durdurulsun", "Geri Gönderme Merkezleri kapatılsın", "Sığınma hakkı için BMMYK göreve", "Göçmenlere yönelik ırkçılığa son", "On the streets, in the work place; child murders are everywhere", "Stop the racism directed towards the immigrants", "End child labor. Megrant and refufee children belong to schools", "Discrimination and hate crimes target children first", "Li Dijî nijadperestî û cudakarîyê rawestin" dövizleri taşındı.
'20 HAZİRAN FARKINDALIK GÜNÜ DEĞİL HESAP SORMA GÜNÜDÜR'
Basın metnini okuyan Gülseren Yoleri, milyonlarca insanın savaş, yoksulluk, sömürü ve baskıdan kaçarak hayatta kalma mücadelesi verdiğini, 20 Haziran'ın yalnızca bir "farkındalık" günü değil; aynı zamanda öfkenin, dayanışmanın ve hesap sormanın günü olduğunun altını çizdi. Yoleri, "Türkiye'de ve dünyada milyonlarca mülteci, emperyalist savaşların, kapitalist talanın ve otoriter rejimlerin bir sonucu olarak yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Ancak göç yolları boyunca ve vardıkları ülkelerde onları bekleyen şey, çoğu zaman insan onuruna yakışmayan yaşam koşulları, ırkçılık, ayrımcılık, dışlama ve sömürüdür" dedi.
ORTADOĞU HALKLARININ BİRLİĞİNE VURGU
İsrail-İran savaşına işaret eden Yoleri, savaş politikalarına karşı Ortadoğu halklarının birliğinin önemine vurgu yaptı. Yoleri, "Ortadoğu, bir kez daha emperyalist planların, bölgesel iktidar hesaplarının ve silah tüccarlarının çıkarları uğruna yeni bir savaş sarmalının eşiğinde. İsrail ve İran arasında tırmanan gerilim tüm bölge halklarının ve özellikle işçi sınıfının üzerine bomba gibi düşmektedir. Siyonist İsrail'in saldırgan politikaları ve İran rejiminin karşı hamleleri, halkların güvenliğini değil, bölgeyi kaosa sürüklemeyi hedeflemektedir. Bu kirli hesapların bedelini ise savaşlarda çocuklarını yitiren anneler, yersiz yurtsuz bırakılan mülteciler, emeğiyle yaşayan işçiler ödemektedir. Bu savaş senaryosu, milyonlarca insan için yeni bir yerinden edilme tehdidi anlamına gelmektedir. Halihazırda Suriye, Irak, Filistin, Yemen ve Afganistan gibi ülkelerde yaşanan çatışmaların sonuçları ortadayken; yeni bir savaş dalgası, göç yollarında ölüm, sınır kapılarında dışlanma ve gittikleri ülkelerde ucuz, güvencesiz işçiliğe mahkum edilme demektir" ifadelerini kullandı.
GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ: BİRER TECRİT VE İŞKENCE MEKANI
Türkiye'de sayıları giderek artan geri gönderme merkezlerinin fiili hapishanelere dönüştüğünü kaydeden Yoleri, şunları söyledi: "Hukuki güvenceden yoksun gözaltılar, kötü muamele, avukata erişimin engellenmesi ve keyfi sınır dışı uygulamaları artık 'olağan' hale getirildi. Sınır dışı edilenlerin akıbeti bilinmiyor; çünkü bu merkezler kamuoyundan gizleniyor, içeride yaşanan hak ihlalleri sistematik olarak örtbas ediliyor. Mültecilerin 'güvenli ülkelere gönderildiği' yalanıyla, yaşam hakları feda ediliyor."
'MÜLTECİ İŞÇİLER ÖLÜMLE SÖMÜRÜLÜYOR: NOURTANİ CİNAYETİ UNUTTURULAMAZ'
Mülteci işçilerin iş cinayetlerinde katledildiğine dikkat çeken Yoleri, "İnşaatlarda, tekstil atölyelerinde, tarımda, sanayide… Mülteci işçiler, en güvencesiz, en tehlikeli işlerde, en düşük ücretlerle, sigortasız çalıştırılıyor. İş cinayetlerinde yaşamını yitiren mülteci işçilerin isimleri çoğu zaman dahi kayda geçmiyor. Zonguldak'ta yaşanan Nourtani cinayeti, bu sömürü ve nefret düzeninin kanlı bir yüzüdür. Afgan mülteci işçi Nourtani, patronları tarafından işbirliği ile öldürüldü. Bu cinayet, sadece bireysel bir saldırı değil, mültecilere yönelik sistematik dışlamanın ve emek sömürüsünün bir sonucudur. Devletin, yargının ve medyanın sessizliği, bu cinayeti mümkün kılan zeminin ta kendisidir" dedi.
'MÜLTECİ KADINLAR VE LGBTİ+'LAR , ÇİFTE ŞİDDETİ YAŞIYOR'
Mülteci kadınlar ve LGBTİ+'ların hem göçmen kimlikleriyle hem de cinsiyet kimlikleriyle çok yönlü bir ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldığını vurgulayan Yoleri, "Cinsel şiddet, güvencesiz işçilik, fuhuşa zorlanma, barınma sorunları, sağlık hizmetlerine erişememe, trans kimlikli mültecilerin belgelenme ve geçim mücadelesi… Devletin yok saydığı bu yaşamlar, toplumsal nefretin hedefinde. Ne kadınlar ne LGBTİ+'lar güvende değil; hele ki mültecilerse, bu güvencesizlik katbekat artıyor" ifadelerini kullandı.
'IRKÇILIĞA KARŞI EŞİTLİK, SINIR DIŞI POLİTİKALARA KARŞI DAYANIŞMA'
Son yıllarda artan ekonomik krizle birlikte, siyasi iktidarın mültecileri günah keçisi ilan etmesi, faşizan grupların sokak saldırılarını meşrulaştırdığını dile getiren Yoleri, mülteci karşıtlığı bir devlet politikası haline gelirken, emekçiler arasına düşmanlık tohumları ekildiğini, bu düzene karşı, halkların kardeşliğini, sınıf dayanışmasını ve uluslararası mücadeleyi savunduklarını söyledi. Birlikte özgürleştireceklerinin altını çizen Yoleri, şöyle devam etti: "Mülteciler tehdit değil, yaşam hakkı için direnen insanlardır. Onların mücadelesi, bizim mücadelemizdir. Irkçılığa, sömürüye, cinsiyetçiliğe, zorla yerinden edilmeye karşı birlikte mücadele ediyoruz. Geri gönderme merkezleri kapatılsın, sınır dışı politikaları son bulsun, mültecilerin hakları tanınsın! Barınma, sağlık, eğitim ve çalışma hakkı herkes için insanca bir yaşam hakkı olarak güvence altına alınsın."
Eylem sloganlarla sona erdi.