19 Nisan 2024 Cuma

Kim bu gıda fiyatlarını arttıran terörist?

Gıda fiyatlarının rekor kırması "gıda teröristlerinin" işi değil, bizzat kapitalist iktidarın uyguladığı bilinçli politikaların öngörülmüş sonucudur. Eğer bir terörist aranacaksa, o da tarımsal üretimi kendi eliyle ve rızasıyla çökerten Erdoğan'ın bizzat kendisidir. Aracı tüccarlar ise bu sistemde palazlanan kan emicilerdir sadece.
Saray her ne kadar "Domatesi bırakın, mermilere bakın!" diye halkı azarlasa da, gıda enflasyonunun kendi meşruiyet zemininin altını hızla oyduğunun farkında ve korkuyor. Bu korkunun yarattığı panikle de geçici ve komik çözümler üretmeye çalışıyor.
 
Liberalizmin hâkim hale gelmeye başladığı 12 Eylül sonrasında fiyat artışlarının müsebbibi "enflasyon canavarı" olarak soyutlanır, gerçek sorumlular kitlelerin gözünden böylece gizlenirdi. Bugünlerde ise fail, mâlum "Gıda teröristleri"...
 
Saray, gıda terörüne karşı "milli mücadelede" önce uzunca bir süre yem, saman gibi tarımsal üretim girdilerini, sonra kuru ve yaş sebze-meyveyi ucuza ithal etme gayretine girdi. Ancak kısa dönem için etkili olan bu çözümler hem bağımlılığı arttırdı, hem yerli üreticiyi tasfiye etti.
 
Sonra hayalinde yarattığı "teröristlerin" depolarına baskınlar düzenledi. Soğanları canlı ele geçirdi, bir masaya o soğanlarla TC Yazmadığı kaldı. Temel sorun stokçulukta olmadığı için elbette bu şov hiçbir şeyi çözmedi.
 
Ardından marketlere "Fiyatları düşürün!" diye buyurdu. Ama serbest piyasa bu, kapitalistler neden kârsız satsınlar? Onlar da çareyi patlıcanı-biberi raflardan kaldırmakta buldular. Sonuç fiyatların daha da tırmanması oldu.
 
Kifayetsiz muhterisimizin son hamlesi ise ilçelerde aile başına 2 kg. kota ile (yani aslında karne ile!) halka sebze-meyve satan tanzim satış mağazaları kurmak oldu. Özelleştirme talanının şampiyonu olan ve SSK kuyruklarına vurarak propaganda yapan iktidarın kuyruklu ve sözde kamucu bir çözüm üretmeye giriştiğini de görmüş oldu bu gözlerimiz.
 
GIDA FİYATLARI NEDEN TIRMANIYOR?
 
İktidarın beyhude çözüm çabalarını bir kenara bırakalım ve sorunun özüne doğru adım adım ilerleyelim. Gıda fiyatları neden rekor kırıyor? Emekçi köylü üretmiyor, daha doğrusu üretemiyor. Nüfus hızla artarken üretim hacmi aksi yönde seyrediyor. Yeterli üretim olmayınca da kuru gıda ve yaş meyve-sebze fiyatları tırmanıyor.
 
Peki, emekçi köylü neden üret(e)miyor? Bu sorunun yanıtı bir çok farklı olgunun bir arada yaşanmasından kaynaklanıyor.
 
Ekilebilir alan azaltılmıştır: Tarım arazilerinin sadece yüzde 34'ü ekilebilir durumdadır. 1990'da yaklaşık 19 milyon hektar olan ekilebilir arazi büyüklüğü artacağı yerde, 15.6 milyon hektara kadar düşmüştür. Tarımsal araziler devlet eliyle enerji, maden ve inşaat projelerine (Bakü-Ceyhan-Tiflis Boru Hattı, Kuzey Marmara Otoyolu, TOKİ projeleri, JES ve HES talanı vb.) tahsis edilmiştir.
 
Emekçi köylü sayısı az, üretim küçük ölçeklidir: 2000 yılında toplam istihdamın yüzde 36'sı tarımdayken, bu oran yüzde 18 gibi korkunç bir rakama gerilemiştir. Tarımsal işletmelerin yüzde 66'sı 5 hektarın altında (küçük) araziye sahiptir ve tamamına yakını kendi toprağını işleyen emekçi köylülerden oluşmaktadır. Uluslararası tekellerin sektördeki etkinliği giderek artmasına rağmen büyük ölçekli tarıma uygun arazisi (>50 hektar) olan işletme oranı sadece binde 7'dir.
 
Emekçi köylü örgütsüz ve güçsüzdür: Tarımsal üretimin küçük ölçekli ve parçalı yapıda olması, buna karşın emekçi köylülerin etkin üretici örgütlerine (kooperatif, birlik) sahip olmaması onları kendilerine düşük alım fiyatı dayatan "aracılara" mahkum etmiştir. Ürünün paketlenmesi, taşınması, pazarlanması ve satışını yürüten bu aracılar, 17. yy.'da tüccar sermayesinin doğrudan üreticilerin emeklerine biçimsel el koyma yoluyla kendine bağımlı ve borçlu kılmasına yol açan sürece çok benzemektedir.
 
Emekçi köylünin maliyetleri hızla artmaktadır: Emekçi köylülerin temel maliyetleri yem, mazot, gübre ve tohumdur. Büyük oranda ithalat kalemi haline getirilmiş bu ürünlerin Emekçi köylüye olan yükü kurla birlikte artmakta, düşük fiyata mahkum edilen işçi bir de yüksek girdi maliyetiyle zorlanmaktadır.
 
Emekçi köylü desteksiz bırakılmış, borçlandırılmıştır: Tarıma yönelik devlet desteği gün be gün erimiştir. Fiziksel varlığımızı sağlayan tarım, bugün bütçeden yüzde 2 bile pay alamamaktadır. Diğer yandan, artan maliyetler ve modernizasyon ihtiyacı karşısında destek bulamayan emekçi köylü, krediye ve tüccara senet vermeye yönlendirilmiştir. Ürününü satamayan, yüksek girdi maliyetlerini karşılayamayan emekçi köylü bir de borç yükü altında ezilmektedir.
 
Üretim plansızdır: Üretim ölçeğinin son derece küçük, doğrudan üreticilerin dağınık ve parçalı olduğu; tarıma yönelik desteklerin giderek azaltıldığı bir ülkede planlamanın nesnel koşullarından söz etmek elbette çok mümkün değildir. Ancak planlamayı geçelim, tarımda felaketi öngörecek bir sistem bile yoktur. Tarımsal istatistikler ve rekolte tahmin sistemleri çok sınırlı ve ilkeldir.
 
Tüm bu olguların bileşik bir sonucu olarak emekçi köylü üretimden giderek daha fazla çekilmeye başlamış, kente göç ederek, üreticiyken tüketici durumuna düşmüş, toplam üretim ihtiyacın altında kalmış, böylece gıda enflasyonu ivme kazanmaya başlamıştır. Bu artışlarda kazanan taraf emekçi köylülük değil, tarım ticareti yapan aracılar olmuştur.
 
TARIMI KİM ÇÖKERTTİ?
 
Yere atılan sebze-meyvenin bile ürüne dönüştüğü bu bereketli toprakların neden bu çaresizliğe yuvarlandığını anlamak ve çözüm üretmek için bu olguların ardında yatan ortak nedeni bilmek gerekiyor.
 
Bu ortak neden, sarayın benimsediği neoliberal sermaye birikim modelidir. Kâr oranları azalan emperyalist kapitalistlerin krizi aşmak için Türkiye gibi mali-ekonomik sömürge ülkelere dayattığı, işbirlikçi egemenlerin de ayıla bayıla uyguladığı bu model, sanayi ve tarımda üretkenliği arttırmaya değil, özelleştirme yoluyla kamu varlıklarının sermayeye aktarılmasına, ucuz, esnek, güvencesiz ve örgütsüz işgücüne, borçlandırmaya ve doğa talanına dayalıdır.
 
Bu modelde tarım stratejik bir sektör olarak görülmediği gibi, bilakis stratejik sektörler olarak belirlenmiş inşaat ve enerji lehine bilinçli olarak daraltılmış; tarımsal destekler (teşvik, destekleme alımları, teknoloji desteği, vergi indirimi vb.) giderek azaltılmış; kırsal nüfusun ucuz işgücü olarak şehirlere akması teşvik edilmiş; neticede tıpkı sanayide olduğu gibi tarımda da dışa bağımlılık katlanmıştır.
 
İç pazarın sınırlı, kârların ve tasarrufların düşük, sermayenin organik bileşiminin (teknolojik düzeyinin) yetersiz, dolayısıyla dış kaynak ihtiyacının devasa olduğu ve rejim krizinin de planlı ve uzun vadeli bir kalkınmayı değil, kısa vadeli kâr hedefini ve rant dağıtımını koşulladığı bir ülkenin kapitalist yoldan büyümesi ancak bu yoldan olabilirdi.
 
Dolayısıyla gıda fiyatlarının rekor kırması "gıda teröristlerinin" işi değil, bizzat kapitalist iktidarın uyguladığı bilinçli politikaların öngörülmüş sonucudur. Eğer bir terörist aranacaksa, o da tarımsal üretimi kendi eliyle ve rızasıyla çökerten Erdoğan'ın bizzat kendisidir. Aracı tüccarlar ise bu sistemde palazlanan kan emicilerdir sadece.
 
TANZİM-SATIŞ HALKÇI BİR ADIM MI?
 
İktisadi, mali ve siyasi açıdan kuyruğuna kadar emperyalizme bağımlı olan sarayın ABD ile yaşadığı sürtüşmeler onu ne kadar antiemperyalist yapıyorsa, sosyal hakları genişletmek yerine yerine siyasi şantaja dayalı sosyal yardımları arttırmak onu ne kadar sosyal devlet yapıyorsa, sorunun özüne dokunmadan gıda enflasyonuna karşı devreye sokulan tanzim satış dümeni de onu o kadar halkçı yapar.
 
Öncelikle, tanzim satış mağazalarının tarımsal üretici olan emekçi köylülüğün dertlerine, örneğin Malatya'da borçlarından dolayı mahsülüyle birlikte kendini Ziraat Bankası önünde yakan Metin Çelik'e zerrece faydası yoktur. Yapılan, emekçi köylülüğün üretip sattığı ürünlere tüccar kârı eklememekten ibarettir.
 
Uygulamanın yoksul halka olan faydası da geçici olacaktır, zira ne 80 milyonun gıda ihtiyacı 8-10 tanzim satış mağazası ile çözülebilir, ne de bu neoliberal iktidarın böyle bir dağıtım görevini ilelebet üstlenmeye gönlü ve gücü olabilir.
 
Bunlar seçime bağlı, "halkçı" görünümlü manevralardır ve gösterdiği tek şey, iktidarın sıkışmışlığının boyutudur. Gıdada önlenemeyen enflasyonun doğrudan işçi sınıfının ücretini belirleyen geçim maddelerinin değerini yükselteceğini, sermayenin ise böyle bir taviz verecek durumda olmadığını iyi bilen iktidar, kendi kurduğu bu devasa büyüklükte rant pazarını çok sınırlı bir oranda ve o da bir süreliğine askıya almıştır.
 
TARIMDA HALKÇI ÇÖZÜM NE?
 
Tarımda atılması gereken acil adımlar, üretici köylü kooperatiflerinin hızla büyütülmesinden ve emekçi köylülüğün özyönetimine tâbi kılınmasından; tarımsal desteklerin bütçedeki payının ciddi oranda arttırılmasından; emekçi köylülüğün borçlarının iptal edilmesinden; üretimin planlı hale getirilmesinden; üretime devam eden emekçi köylülüğün topraklarının birleştirmesinden; siyasi veya iktisadi sebeplerle toprağından edilmiş ya da göçe zorlanmış yurttaşlara ve topraksız köylülere üretim kooperatifleri kurmaları için hazine arazileri tahsis edilmesinden; bu kooperatiflerin plan dahilinde ihtiyaç duyduğu mal, teknik, hammadde ve eğitim desteğin devlet otoritesi tarafından etkin bir biçimde sağlanmasından oluşmaktadır.
 
Emperyalizm ile olan mali ilişkilerin tamamen koparılıp, üretim araçları, bankalar ve toprak ulusallaştırıldığı ve toplumsallaştırıldığı ölçüde gıda egemenliği elbette çok daha mümkün hale gelecektir.
 
Yani gıda enflasyonu ile kendini gösteren tarımın çöküşünü tersine çevirmek, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi geçici önlemlerle mümkün olmadığı gibi, burjuva muhalefetin yapısal reform talepleriyle de mümkün değildir. Zira bahse konu acil adımlar dahi mülksüzleştirmenin yönünü sermaye sınıfına çevirmeyi gerektirecek sınıfsal bir iktidar değişikliğini gerektirir.