15 Kasım 2025 Cumartesi

Kentlerde 'Kayıplar bulunsun, failler yargılansın' eylemleri devam etti 

Ankara, Hakkari, Diyarbakır, Batman ve İzmir'de devam eden "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" eylemlerde, cezasızlık politikasının son bulması ve faillerin yargılanması istendi. 

"Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" şiarıyla Ankara, Hakkari, Diyarbakır, Batman ve İzmir'de eylemler devam etti. 

ANKARA
İnsan Hakları Derneği (İHD) 22. Olağan Genel Kurulu için kentte bulunan kayıp yakınları ve İHD İstanbul Şubesi yöneticileri, kurulun yapıldığı Yılmaz Güney Sahnesinde açıklama yaptı. Bu haftaki eylemde, 14 Ekim 1994 tarihinde Dersim'in Hozat ilçesine bağlı Taşıtlı köyünde gözaltına alınıp kendisinden bir daha haber alınamayan Nazım Gülmez'in akıbeti soruldu.

İHD İstanbul Şube Başkanı Jiyan Tosun'un okuduğu Gülmez'in hikayesini aktardı. 

HAKKARİ
İHD Hakkari Şubesi ve kayıp yakınları 201. kez haftasında Yüksekova'da bulunan Sanat Sokağında bir araya geldi. "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" pankartının açıldığı eylemde, kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Kayıp yakınları bu hafta 8 Kasım 1985'te gözaltında katledilen 22 yaşındaki Hamza Tutan'ın hikayesini, bir annenin, bir ailenin, bir halkın bitmeyen adalet arayışını hatırlatmak için toplandı. Açıklamayı okuyan İHD yöneticisi Musa Bor, "Hamza Tutan, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi öğrencisiydi. Yaz tatillerinde Yüksekova'da babasına ait Doğu Palas Oteli'ni işletiyordu. 8 Kasım 1985 sabahı, Yüksekova Emniyet Amirliğine bağlı polisler, otele yaptığı bir operasyon sırasında herkesin gözleri önünde Hamza'yı gözaltına aldı. Henüz birkaç saat sonra polisler bu kez Hamza'nın annesinin kapısını çaldı. Kadını evinden alarak karakola götürdüler. Orada, bir odada yerde yatan bir bedenin kendisine ait olup olmadığını sormak üzere içeri aldılar. Anne, yerde oğlunun cansız bedenini görünce baygınlık geçirdi" dedi.

'POLİSLER GÖREVLERİNE İADE EDİLDİ'
Kısa bir süre sonra, Hamza Tutan'ın cenazesinin ailesine "kalp krizi geçirdi" denilerek teslim edildiğini söyleyen Bor şunları söyledi: "Ancak ailenin yaptığı incelemede, vücudunda ağır darp ve işkence izleri olduğu görüldü. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan başvuru üzerine cenaze İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderildi. Adli Tıp raporunda, kollar ve bacaklarda yüksek voltajlı elektrik akımına bağlı yanıklar tespit edildi; ancak ölüm sebebinin 'verilen elektrik akımı olup olmadığının tespit edilemediği' gibi hukuka ve vicdana sığmayan bir ifade kullanıldı. Bunun üzerine 6 polis memuru görevden uzaklaştırıldı. Fakat kısa bir süre sonra dönemin Hakkari Sıkıyönetim Komutanlığı, ilgili mercilerle yazışarak açığa alınan polisler için 'kolaylık gösterilmesi' talebinde bulundu. Böylece tüm sanıklar başka illerde görevlerine iade edildi." 

Yıllar süren başvurulara rağmen Hamza Tutan'ın davasının "kovuşturmaya yer olmadığına" dair bir kararla kapatıldığını aktaran Bor, "Ailesinin adalet arayışı, cezasızlık duvarına çarptı. Ama biz biliyoruz ki; adalet talebi zaman aşımına uğramaz. Hamza Tutan'ın, gözaltında kaybedilenlerin, işkenceyle katledilenlerin isimleri bu topraklarda yankılanmaya devam edecek. Bugün, 201. haftamızda bir kez daha haykırıyoruz; Hamza Tutan'ın akıbeti açıklansın! Failler koruma altından çıkarılsın, adil yargılanma süreci başlatılsın. Cezasızlık politikalarına son verilsin" diye kaydetti.

İZMİR
İHD İzmir Şubesi, 2 haftada bir gerçekleştirdiği "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" eylemini Konak Eski Sümerbank önünde sürdürdü. "Kayıplar vicdandır sahip çık" ve "Kayıplar belli failler nerede" pankartlarının açıldığı açıklamada bu hafta, 1953 yılında Amed'de kaçırıldıktan sonra kaybedilen Ali Tekdağ'ın akıbetini sordu. İHD İzmir Şubesi Yöneticisi Mustafa Kızartıcı, 13 Kasım 1994'te sivil giyimli kişilerin Tekdağ'a ateş ettiklerini ardından bu kişilerin Tekdağ'ı minibüse koyarak ortadan kaybolduklarını belirterek, olay sırasında bölgede bulunan asker ve trafik polislerinin olaya müdahale etmediğini söyledi. Tekdağ'ın eşinin ertesi gün Diyarbakır DGM'ye başvurduğunu belirten Kızartıcı, "Savcılıkta dilekçeyi okuyan kişi, olayın henüz yeni olduğunu ve bu nedenle bir hafta sonra gelmesi gerektiğini söyledi. Hatice Tekdağ 3 gün sonra tekrar DGM'ye başvuruda bulundu. Hiçbir yanıt alamayınca 2 ay boyunca her gün dilekçe ile başvuruda bulundu. 2 ay sonra polislerden biri Hatice Tekdağ'ın sürekli gelmesine sinirlenerek kendisini Savcılığa çıkarıp görüştürdü. Savcı olayla ilgili bir şahit getirmesini söyledi. Hatice Tekdağ olayın şahidinin kendisi olduğunu söyledi. Bunun üzerine Savcı odadan çıkıp, Hatice'nin biraz dışarıda beklemesini söyledi. Bir süre sonra Savcı, Hatice Tekdağ'a, gerekli yerlere telefon açtığını ve böyle bir şahsın kendileri tarafından gözaltına alınmadığını söyledi ve adresini alarak bir daha gelmesine gerek kalmadığı açıklamasında bulundu. Ali Tekdağ daha önceleri de birçok kez gözaltına alınmış ve işkencelerden geçmişti. 1982 yılında gözaltına alınıp tutuklanmış, 1985 yılında tahliye edilmişti. Kardeşi Mehmet'in faili meçhul cinayete kurban gitmesinden sonra baskılar daha da yoğunlaşmıştı" dedi.

GÖZALTINA ALINDIĞI İNKAR EDİLDİ
Tekdağ'ın ailesinin tüm başvurularının sonuçsuz bırakıldığını Tekdağ'ın gözaltına alındığının inkar edildiğini söyleyen Kızartıcı, "Ancak, S.D isimli bir kişi, Ali Tekdağ'ı gözaltına alınmasından 45 gün sonra, Diyarbakır Çevik Kuvvet Merkezi'nde gördüğünü açıkladı ve onun, 'Aileme söyleyin beni katledecekler' diye bağırdığını aktardı. 20 Ocak 1996 tarihli Evrensel Gazetesinde yayınlanan itiraflarında bir JİTEM subayı, "Öldüğü gün adının Ali Tekdağ olduğunu öğrendiğim kişi, önce Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi, sonra Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Polis Koleji'nde sorgulandı. Silvan'a getirilmeden önce Diyarbakır Pirinçlik Jandarma Karakolu'na götürülüp sorgulandıktan sonra oradan Ergani'ye, Ergani'den de zırhlı personel taşıyıcısıyla Silvan'a getirildi. Zırhlı tugaya getirildiğinde çok zayıftı, saç ve sakalları oldukça uzamıştı. Ben o zaman sorgu timinde değildim. Operasyon timindeydim. Sorgu timinde olan bir üsteğmen hemşerim vardı. Sanırım 80 ya da 90. günde yapılan sorgulamalarında polise hiçbir bilgi vermemişti. Üsteğmenin anlattığına göre çok fazla işkence görmüştü. Askeri Doktor Tekdağ'ın daha fazla dayanamayacağını söylemesi üzerine 120. gününde buradan alınıp benim de içerisinde bulunduğum operasyon timi eşliğinde askeri bölge dışında bulunan bir çöplüğe getirdik. Burada özel harekat timinde bulunan komiser yardımcısı Timuçin ve Boğa lakaplı komutan tarafından silahla taranarak öldürüldü. Öldürüldükten sonra timde bulunan başka bir görevli Tekdağ'ın yakılması gerektiğini söyleyince cesedin üzerine benzin döküp kömür haline gelinceye kadar yakıldı. Daha sonra kemikleri ve diğer parçalar Silvan Diyarbakır arasında bulunan bir dere kenarındaki nadasa bırakılmış bir tarlaya götürdükten sonra arabada bulanan kazma ve kürekle gömdük. Bu olayda 'Boğa' lakaplı komutan ödüllendirilerek Mardin Zırhlı Tugay'ına atandı. Tekdağ'ın öldürülmesi olayı, OHAL Valisi, Diyarbakır Emniyet Müdürü ve Asayiş Kolordu Komutanın bilgisi dahilindedir" diye konuştu.

DİYARBAKIR
İHD Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" eylemlerinin 875. haftasında Bağlar ilçesinde bulunan Koşuyolu Parkındaki Yaşam Hakkı Anıtı önünde bir araya geldi. Kayıpların fotoğraflarının taşındığı eylemde Diyarbakır'da 18 Kasım 1996 tarihinde gözaltına alınıp kendisinden bir daha haber alınamayan Hakkı Kaya'nın akıbeti soruldu. Hakkı Kaya'nın kaybedilme hikayesini Yahya Polat okudu: "Hakkı Kaya, 1949 yılında Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Saydamlı Köyünde dünyaya geldi. Ailesi ile birlikte Diyarbakır merkezinde ikamet eden Hakkı Kaya, nakliyat işiyle uğraşıp geçimini sağlamaktaydı. Hakkı Kaya, beyaz Toros araç ile alıkonulmadan 3 gün önce Diyarbakır Sur İlçesi Hz. Süleyman Cami civarında Cuma namazından çıkarken 3 sivil polis tarafından kendisine 'Bizimle karakola geleceksin' diyerek durdurulur. Hakkı Kaya, 'Bizim işimiz var, daha sonra biz karakola uğrarız' cevabını vererek karakola bu şekilde gitmeyi reddeder. Hakkı Kaya bu olaydan 3 gün sonra yani 18 Kasım 1996 tarihinde Ahmet Yaşar ve soy ismi öğrenilemeyen Metin adlı arkadaşlarıyla birlikte Ziya Gökalp Lisesi civarında Tekkapı'ya doğru yürüyüş halindeyken yanlarına beyaz Toros diye tabir edilen '06 EKN 22'plakalı bir araç yanaşır. Araç içerisinden polis olduğu iddia edilen 3 silahlı kişi inerek Hakkı Kaya ve arkadaşlarını durdurup üst araması yaparlar. Akabinde silahlı 3 kişi, kendilerine bazı sorular sorduktan sonra Kaya ve arkadaşlarını beyaz Toros'a bindirip olay yerinden uzaklaşır. Endüstri Meslek Lisesine doğru ilerlerken araç içerisindeki Hakkı Kaya dışında Ahmet Yaşar ve Metin adlı şahıs araçtan indirilir. Olay sırasında arkadaşının da serbest bırakılmasını isteyen Ahmet Yaşar, 3 silahlı kişinin ağır hakaretlerine maruz kalır. Beyaz Toros ile Ziya Gökalp Lisesi civarından alınan Hakkı Kaya'dan o tarihten sonra bir daha haber alınamaz.

"Olay sonrasında Ahmet Yaşar, Hakkı Kaya'nın kardeşi Selam Kaya ile birlikte Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masasına başvuruda bulunup ifade verir. Derneğimiz 6 Aralık 1996 tarihinde Gözaltı İzleme Merkezini arayarak Hakkı Kaya'yı sorar ancak 'Kayıtlarımızda böyle birinin ismine rastlanmadı' şeklinde derneğimize cevap verilir. Hakkı Kaya'nın oğlu Efendi Kaya, babasının akıbetini ortaya çıkartmak için 27 Kasım 1997 tarihli bir dilekçeyle DGM Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunur. 1997/9369 esas sayılı numara ile başlayan soruşturma halen Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında 2009 yılında açılan 2009/688 esas sayılı soruşturma numarası ile devam etmektedir. Olaya ilişkin tanık beyanlarına rağmen soruşturma kapsamında Hakkı Kaya'dan bir bilgi elde edilemez."

Açıklama oturma eylemi ile son buldu.

BATMAN
Batman'da 711. haftasına giren İHD ve kayıp yakınları eylemi, Gülistan Caddesinde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde sürdü. Bu haftaki eylemde, Kasım 1994 yılında İstanbul'da kaybedilen ve bir daha kendisinden haber alınamayan Orhan Yakar'ın akıbeti soruldu. Akar'ın kaybedilme hikayesini Yunus Bağış okudu: "1981 Doğubayazıt doğumlu Orhan Yakar, ekonomik sıkıntılar nedeniyle daha 15 yaşındayken 1996'da İstanbul'a gider. İş bulup çalışır. Ailesini sık sık telefonla arar. Son telefonun üzerinden 2 ay geçer. Aile Orhan'dan haber alamaz. Babası Mehmet Yakar İstanbul'a gider. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesine başvurur. Savcılık ve Emniyet Müdürlüğüne yazılı başvuruda bulunulur. Ayrıca gazeteye kayıp ilanı verilir. Baba, resmi sonuçları beklemek üzere köyüne döner. Birkaç gün sonra Doğubayazıt İlçe Jandarma Komutanlığına çağrılır. Askerler "Bingöl Jandarma Alay Komutanlığı haber verdi, oğlun orada 'git al' der. Baba Bingöl'e gider. Alay Komutanlığı yetkilileri; "Oğlun dağa çıkmıştı, 16 Kasım günü teslim oldu. 17 Kasım günü operasyonda arazide bize yer gösterirken, 'daha önceden PKK militanları tarafından araziye döşenen mayına bastı parçalandı, öldü" der. Babaya yakalanma tutanağı gösterilir. Ancak tutanakta Orhan'ın imzası yoktur. Baba parçalanmış olsa da çocuğunun cenazesini ister. Yetkililer; 'Ceset paramparça oldu, o bölgede güvenlik sorunu var. Ceset orada kaldı' diyerek geçiştirmeye çalışır."

Açıklama oturma eylemiyle son buldu.