19 Mayıs 2024 Pazar

Kapıdaki yalan ve amele taburları - Tamer Çilingir

Bu yıl Pontos Rum Soykırımı'nın 100. yıldönümü. Bu kanlı tarihle yüzleşmemenin, hesaplaşmamanın sonuçları yeni katliamlar olarak duruyor önümüzde. Bu tarihle yüzleşecek olan yüzleşmesi gerekenler bizleriz aslında. Neredeyse her şehrin, kasabanın bir katliam merkezi olduğu Pontos?ta soykırımcıların heykelleri var, soykırımcıların isimleri verilmiş cadde ve meydanlara. Soykırımcılar birer kahraman gibi gösterilip haklarında filmler, diziler yapılıyor.
Dachau’da ve diğer tüm Nazi toplama kamplarında göze çarpan ilk şey giriş kapısının üstündeki yazı "ARBEIT MACHT FREI", "Çalışmak özgürleştirir" demek.
 
Yalanla başlıyor her zulüm, yalanla sürüyor.
 
Münih’in yaklaşık 16 kilometre kuzey batısında, Almanya’nın güneyinde, Bavyera Eyaleti yakınlarında terkedilmiş bir Mühimmat Fabrikası’nın arazisine kurulmuş Dachau Konsantrasyon Kampı.
 
33 ülkeden 45 bin kişinin katline sebep olan ve diğer toplama kamplarına örnek olan bu kamp bugün bir müze olarak halka açık. Alman rehberler eşliğinde yapılan müzedeki ziyaretler sırasında oradaki kanıtlar, işkence aletleri, o yıllardan kalma fotoğraflar, paylaşılmış anılar, günlükler, hücreler, krematoryum vb. ziyaretçilere yaşananları hissettirecek derecede gerçek.
 
İttihat ve Terakki'nin ardından Kemalistlerin Ermeni, Süryani, Pontos ve Küçük Asya Rumları için uyguladığı "AMELE TABURLARI" bu toplama kamplarına benziyor. Daha doğrusu bu kamplar Amele Taburları'ndan esinlenilmiş. 
 
Amele Taburları'nda Ermeni ve Rumlar ağır işlerde çalıştırılıyorlar. Yol yapımı, maden işçiliği yaptırılan insanlar aç bırakıldı, çalışmayanlara işkence yapıldı, çalışamayacak hale gelenler öldürüldü. 1914’den 1921’e kadar süren bu uygulamaları daha sonra Varlık Vergisi (1942) sürecinde yeniden görüyoruz.
 
Dachau’da da tutsaklar ağır işlerde çalıştırılıyor. Çalışmaları için görevliler tarafından işkencelerden geçiriliyor ve artık çalışamayacak hale gelenler öldürülüyor.
 
İNSAN YAKMA
 
Dachau’daki uygulamalar insanlık tarihi adına utanç ama Dachau’dan çok değil bir on on beş yıl öncesinde Pontos’ta yaşananlar belli ki örnek olmuş Nazilere.
 
Krematoryuma giden yol, iki yoldan oluşuyor. Birincisinde "soyunun" deniyor tutsaklara: Banyoya gireceksiniz. Çırılçıplak soyulan tutsaklar ikinci odaya alındığında kapılar kapanıyor ve ilk odadaki elbiseler hemen toplanıp boşaltılıyor ikinci grup için. Banyo diye girdikleri odada tavanda ve duvarda ızgaralar var, buralardan gaz verilip öldürülüyorlar. Üçüncü oda "krematoryum" yani fırınların olduğu oda.
 
Nazilerle Cumhuriyetin kurucuları ve devamcıları arasında şöyle bir fark: Naziler öldürdükten sonra yakarlarken, cumhuriyetin kurucuları ve devamcıları yakarak öldürüyorlar.
 
1919-1923 yılları arasında Pontos’ta ise kiliselere, okullara ya da evlere doldurulan insanlara üzerlerindeki değerli eşyaları çıkarmaları söyleniyor önce. Değerli eşyalar toplandıktan sonra ateşe veriliyor bina. Kapı ve pencerelerde duran nöbetçiler kaçmaya çalışanları baltalarla öldürüyorlar.
Ya da mağaralara doldurulan insanlar içeride yakılan ateşlerden çıkan dumanlarla zehirlenerek öldürülüyorlar. Bu arada askerler gaz maskeleriyle koruyorlar kendilerini.
Nazilerin bu konuda teknik olarak daha ilerde olduğunu söyleyebiliriz.
 
Ama dikkat edilmesi gereken bir şey daha var bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihi de benzer örneklerle dolu. Sivas’ta 2 Temmuz 1993 günü 33 insan Madımak Oteli'nde diri diri yakılmıştı. 19 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye yapılan operasyonda da diri diri yakılmıştı tutsaklar. Daha iki yıl önce Cizre’de, Sur’da bodrumlara sıkıştırılan insanlar bombalarla yakılarak öldürüldüler.
 
SÜRGÜNLER
 
Dachau Nazilerin ilk toplama kampı özelliğini yaşıyor. Bu arada Avrupa’nın dört bir yanına sürgüne gönderilen insanlar, sürgün yollarında hayatlarını kaybetmeseler bile vardıkları kamplarda bekliyordu onları zulmün her çeşidi ve ölüm. Bu sürgünleri Naziler ağırlıklı olarak trenlere üst üste tıkıştırarak yaparken yollarda açlıktan, susuzluktan ve hastalıklardan ölüyordu tutsaklar. Ermeni, Süryani, Pontos ve Küçük Asya Rumları bu yıllardan on beş yıl önce benzer sürgünlerde trenlerle değil ama yürüyerek çıkarıldıkları ölüm yürüyüşlerinde açlık, susuzluk ve hastalıklardan hayatını kaybederken, sağ kalanlar da yine devlet tarafından yönlendirilen çetelerin saldırıları sırasında öldürülmüştü. 4 milyon insanın hayatına mal olan böylesine büyük bir soykırım sürecinin Nazilerce kısa bir süre sonra tekrar yaşatılmasının  tek sebebi, soykırım suçlularının yargılanmamış, cezalandırılmamış olması. 
 
YÜZLEŞME
 
Almanların Nazi geçmişiyle nasıl yüzleştiği tartışılabilir. Ayrıca oluşturulan mahkemelerde Nazi suçlusu generallerin ve yöneticilerin yargılanmalarının gerçekten adaleti sağlayıp sağlamadığı da tartışmaya açıktır. Ama sonuçta bu soykırım uluslararası kurumlar aracılığıyla tanınmış, lanetlenmiş ve insanlık suçu olarak tarihe geçmiştir.
 
Oysa tarihin en önemli soykırımlarından biri olan Pontos Rum Soykırımı, Ermeni ve Süryanilere yönelik soykırımlarla birlikte hala inkar ediliyor. Üstelik yüz yıllık cumhuriyet ardı arkası kesilmeyen katliamlarla dolu.
 
Devletin bu geçmişle yüzleşmeyeceği çok açık. Ancak toplumu oluşturan geniş kesimler içerisindeki muhalif bir çok kurum, parti ve örgütlenme de bu konuda ne yazık ki sessizliğini sürdürüyor.
 
Bu yıl Pontos Rum Soykırımı'nın 100. yıldönümü. Bu kanlı tarihle yüzleşmemenin, hesaplaşmamanın sonuçları yeni katliamlar olarak duruyor önümüzde. Bu tarihle yüzleşecek olan yüzleşmesi gerekenler bizleriz aslında.
 
Neredeyse her şehrin, kasabanın bir katliam merkezi olduğu Pontos’ta soykırımcıların heykelleri var, soykırımcıların isimleri verilmiş cadde ve meydanlara. Soykırımcılar birer kahraman gibi gösterilip haklarında filmler, diziler yapılıyor.
 
Bir çok kilise, okul ve bina kuşkusuz yerle bir edildi yüz yıl önce. Ancak ayakta kalabilenlere karşı yapılan saygısızlığın sınırı yok. Kiliseler camilere çevrilmiş, bir çok yerde ahır olarak kullanılıyorken, sağlam binalar ve okullar ya devletin kamu binaları haline getirilmiş ya da soykırımcı ailelerin servetlerine eklenmiş.
 
Dachau ve diğer toplama kamplarının bugün müzeye dönüştürülüp yaşananların tekrar tekrar hatırlanması aslında bizim de ihtiyacımız olan bir şey. 
 
Önce öğrenmeliyiz elbette; yüz yıllık cumhuriyet tarihi yalanlarla gerçeklerin öğrenilmesini engellediği için. 
 
Sonra unutmamalıyız!
 
Ancak o zaman adaleti sağlayabilir, yeni katliamların ve soykırımların önüne geçebiliriz.