28 Nisan 2024 Pazar

Hayal kırıklığı umutsuzluk ya da ideolojik kanama

Şimdi ortaya çıkan sonuçlardan bakarak herkes şapkasını önüne koymalı ve neden yeşerdikleri ağaca sıkıca tutunmak yerine burjuva tasfiyeci rüzgarlara kapılarak sağa sola uçuştuklarını düşünmelidir.

14 ve 28 Mayıs seçim sonuçları, Türkiye halklarının ilerici bölüklerinde büyük bir hayal kırıklığına ve umutsuzluğa neden oldu. Bunun birinci derecede sorumlusu halka öncülük etme iddiasındaki partiler ve ilerici aydınlardır. İlerici partilerin ve aydınların, devrimcilerin, sosyalistlerin görevi sahte hayaller yaratmak değil mücadelenin yol ve yöntemlerini göstermek olmalıydı. Ancak bunun tersi oldu. Öncülük iddiasındakiler yer yer halklarımızın bilincinin gerisine düştü. Önce boş hayaller yaydılar, havanda su dövdüler, hayaller gerçekleşmeyince de umutsuzluk girdabına yakalandılar.

Şimdi özeleştiri zamanı. Halklarımıza hesap verilmeli. Ama bu hesap bir günah çıkarma seansı olmamalı. Bazı kişileri sorumlu göstermekle bir yere varılamaz. Temele inilmeli. Bu hatalar neden yapıldı? Nasıl oldu da halklarımızı sömürgeci faşist rejimin, tekelci burjuvazinin iki kanadından birinin peşine sürüklediniz. Hangi düşünce biçiminin, hangi sınıfsal aklın dışa vurumuydu bu? Nasıl oldu da Kılıçdaroğlu'nun öncülüğündeki partilerin seçimi alması halinde faşizmi gerileteceğimizi, faşizmin kurumsallaşmasını durduracağımızı hatta ve hatta faşizmi yıkacağımızı iddia edebildiniz? 15 Mayıs sabahı aydınlık bir Türkiye'ye uyanacağımız propaganda edildi seçim meydanlarında, sizi bu gerçek dışı avuntulara hangi ideolojik yamulmalar sevk etti? Nasıl oldu da TİP'in dayatmalarına teslim oldunuz? Cengiz Çandar, Hasan Cemal gibilerini hangi nedenle halklarımıza adeta dayattınız?

Açık ki bütün bunların ardında ideolojik bir kanama var. Bu, ne bir taktik hatadır ne de stratejide geçici bir kaymadır, evet, bu düpedüz ideolojik bir kanamadır. 2015 Temmuzundan bu yana giderek ağırlaşarak süren sömürgeci faşist baskı koşullarının yol açtığı tasfiyeci bir çözülmedir. Burjuva Türk devletinin sömürgeci faşist karakterini hesaba katmadan, sömürgeci faşist rejimi restore etmekten ve emperyalist tekellerle ilişkileri rayına oturtmaktan başka bir programı olmayan bir koalisyona seçim zaferi kazandırarak nefes alacağımızı ileri sürdünüz. Halbuki tepeden tırnağa çürümüş bir rejimi kurtarmaya girişen 6'lı masanın kuyruğuna takılacağınıza, sömürgeci burjuva faşist rejimden umudunu kesmiş halklarımıza umut taşımak için muazzam bir tarihsel dönemden geçiyorduk. Hiç kuşkusuz cumhurbaşkanlığını kazanamayacaktık ama ilerici, halkçı, devrimci duruşumuzla halklarımıza güven ve umut verecek, mevzilerimizi tahkim edecek ve yeni muharebelere daha büyük bir inançla hazırlanacaktık. Kendinize ve emekçilere güvenmek yerine tekelci burjuvazinin kanatlarından birinin peşine takıldınız ve tarihsel fırsatı heba ettiniz. Sizi uyaranları, eleştirenleri de susturdunuz. Çünkü peşine takıldığınız burjuva fikirleri "tarihsel" taktik bir hamle saydınız, sizi uyaranları, gerçekleri söyleyenleri de oyunbozanlıkla itham ettiniz.

Şimdi "keşke" ile başlayan cümleler kuruyorsunuz ve orta sınıf siyasetinin etkilerinden bahsediyorsunuz. "Orta sınıf" neyse adını koyalım, bu küçük ve orta burjuvazinin ta kendisidir. Öyle ki "orta sınıf siyaseti" tekelci burjuvaziye karşı mücadele bayrağı açan değil onun siyasetinin peşinde giden, durmadan yalpalayan kesimlerin siyasetidir. Yapılan hataların kaynağında düpedüz bu anlayış vardır. Sömürgeci faşist devletin faşist saldırıları altında şiddetlenen tasfiyeci rüzgarlar ilerici, halkçı, devrimci gemiyi burjuvazinin limanına sürüklemiştir. Çıplak gerçek budur.

Yapılması gereken ilk iş bu gemiyi o limandan çıkarmak, uzaklaştırmaktır. O limanda kalarak gemi tamir edilemez, aksine tahribat daha da büyür.

Kürt Özgürlük Hareketi, Emek ve Özgürlük İttifakının ana gücünü oluşturuyordu fakat diğerleri bütün sorumluğu onun sırtına yükleyerek kenara çekilemez. HDP ve EÖİ içindeki güçlerin büyük çoğunluğu Kılıçdaroğlu'nu hararetle destekledi. Bu sürecin tasfiyeci hatalarından "orta sınıf" siyasetinden onlar da sorumludur. Dahası sorumlulukları daha da büyüktür. KÖH, ulusal kurtuluşu program edinirken ittifak içindeki emekçi sol sınıfsal kurtuluşu savunmaktadır. Bu nedenle halklarımıza "orta sınıf" siyasetine savrulmalarının hesabını en çok onlar vermelidir.

Zaten bildiğimiz, tecrübe ettiğimiz gerçekleri bir kez daha kendimize hatırlatalım.

1- Türkiye'de Kuzey Kürdistan'ı sömürgeci boyunduruk altında tutan faşist bir rejim hüküm sürmektedir. Bu sömürgeci boyunduruk kırılmadan faşizmden kurtulmak mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki sömürgeci boyunduruğu parçalama girişimlerini rejim "beka sorunu" olarak tanımlamaktadır. Odağında Türk tekelci burjuvazisinin bulunduğu sermaye oligarşisi bu rejimin sahibi, egemen sınıfıdır. Devleti yöneten klikler değişse de bu sınıf egemenliğini ve bu egemenliğin teminatı olan sömürgeci faşist rejimi sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye, dünya ülkeleri içinde kendisini "burjuva demokrasisi" olarak tanımlamaktadır, Batılı emperyalist dünya ile ilişkilerini bu temelde sürdürmektedir. Bu nedenle sürdürülegelen faşist diktatörlük, parlamento, sendikalar, partiler gibi yapıları en sınırlı çerçeveye hapsetse de bunların varlığını tanımak zorundadır. Sömürgeci faşist diktatörlük ordudan polise, yargıdan MİT'e, yasalarından Anayasasına, kontrgerilladan bürokrasisine kadar kurumsallaşmıştır. Bu nedenle bu kurumsal yapıyı Erdoğan değil de Kılıçdaroğlu yönetsin demek için köklü bir ideolojik savrulmanın içinde olmak gerekir. Kılıçdaroğlu bir yana, gerçekten de halkçı nitelikleri olan bir başkası da gelse başkanlık yetkileri ile faşizmi dağıtamaz, ya faşist güçler tarafından alaşağı edilir ya da faşist kurumlara teslim olur. Ancak devrimci bir başkaldırı ile faşizm yıkılabilir. Bütün mücadele araç ve biçimleri bu devrimci başkaldırıyı hazırlamak için kullanılmalıdır. Parlamento da bu araç ve biçimlerden biridir. Unutulmasın burası sömürgeci-faşist bir parlamentodur. Bir başka deyişle faşist bir kurumun olanaklarını kullanarak halka gerçekleri açıklamak ve parlamentoyu faşizme ve sömürgeciliğe karşı fiili meşru mücadelenin etkin bir aracı haline getirmektir başlıca amaç. Bunun ötesinde bir beklenti yaratmak boş hayaller yaymaktan, halklarımızda birikmiş mücadele potansiyelini parlamento koridorlarında heba etmek dışında bir sonuç doğurmaz.

2- Burjuva faşist rejim sömürgeci boyunduruğu sadece şiddet araçları ile değil Müslüman Türklerin toplumsal desteği ile sürdürebilmektedir. Müslüman Türkler egemen, ezen ulustur. Devleti ancak bunlar yönetebilir. Müslüman olmayan Türkler gibi Türk olmayan Müslümanların da devletin temel yönetici kademelerinde yer bulması bugüne kadar mümkün olmamıştır. İstisnai de olsa bir Kürt elbette devlet yönetiminde kendine yer bulabilir ama ancak ve ancak Müslüman Türklüğe hizmet etmesi, kendini inkar etmesi ve Türklüğe iltihak etmesi koşuluyla. Bu durum aynı zamanda bir Müslüman Türkler için egemen toplumsal bilinç halidir. Halklarımızın çoğunluğu bir biçimde ikna edilse bile kurumsallaşmış faşist rejimin gerçek yöneticileri devlet yönetimini, kızılbaş bir Kürt'e -ulusal kimliğini inkar etse bile- teslim etmemek için her türlü yola, hileye başvuracaktır. Türkiye'nin rejimi ve toplumsal yapısı böyleyken Kılıçdaroğlu'nu kurtarıcı "piro" diye şişirmenin ve halklarımızı onun peşine takmanın boş hayaller ve hayal kırıklıkları yaratmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı açıktı.

3- TİP'le ittifak kuruldu. Gerçekte bu bir ittifak değildi. TİP'e yol ve omuz verildi. Ne için? Ne murat edildi? İlerici her siyasal partinin ya da grubun kendi programı doğrultusunda bağımsız faaliyet yürütme hakkı vardır. Bunu kim inkar edebilir. Buna karşın eğer ittifak içindeyseniz bu ittifakın başarısı için çalışırsınız çünkü başarınız ancak ittifakın başarısı ile anlam ve karşılık bulur. TİP, hem ittifak içindeydi hem de ittifaktan bağımsız ayrı bir liste ile seçime girdi. Bunun gerekçesi neydi? TİP bunu HDP'ye oy vermeyecek ama TİP'e oy verecek olanların oylarını kazanmak olarak açıkladı. Bir başka ülkede olsa kendisini sosyalist olarak tanımlayan bir partinin yaklaşık bir milyon oy alması demokrasi ve sosyalizm için önemli bir başarı sayılabilir. Ya Türkiye'de? Türkiye'de Kürt'ten uzak duran sermayeye yakınlaşır, Kürt özgürlük mücadelesine sırt çeviren devletin kucağına düşer. TİP'e oy veren on binlerce kişi Yeşil Sol Partiye oy vermemek için, bir başka deyişle Kürt'ten, Kürtlerle bileşenlerden kendini ayırmak için böyle bir tercihte bulunmuşsa, onlardan bırakalım sosyalistliği demokratlık bile beklenemez. Türkiye'de demokratlığın, burjuva anlamda dahi demokratlığın ölçüsü Kürtlerin ulusal hakları için yürüttükleri mücadeleyi desteklemeleri, dahası bağımsız politik çalışmalarıyla bu mücadeleyi yürütmeleridir. Bunu yapmayanlar, bundan kaçınanlar demokrat olarak dahi tanımlamazlar. Böyleleri son tahlilde devletle barışık sosyal şoven bir yığından başka bir şey değildir.

Bu ve benzeri temel gerçekleri uzatmak mümkün. Seçim sonuçlarından yola çıkarak hayal kırıklığı içine düşmek, kendi gücüne güvensizliktir ve başka tür ideolojik kanamaya işaret eder. Oylarda düşme olduğu açık. Bu bir gerileme fakat bir yenilgi değil. İttifakın yanlış politikalarına rağmen başta Kürtler olmak üzere halklarımız büyük oranda örgütlü ve disiplinli davrandı. Tepeden tırnağa çürümüş ve kokuşmuş rejimi alt etmek için daha iyi örgütlenmek ve savaşmaktan başka bir yol yok. Milyonlarca insan mücadele kararlılığını ortaya koydu. Birleşik cephe partisi ve ittifakları onları yeniden parlamenter hayaller peşine sürüklemeden militan mücadelenin öncü bir gücü olduğunu göstermeli; temsilci değil halklarımızın parlamentodaki ve sokaktaki öncü savaşçıları olduklarının bilinci ile hareket etmeli.

Son söz ESP'li komünistlere. Bu süreçte başından beri tutarlı bir çizgi izlediler. Birleşik cephe partisini ikna edemediler. Bunu anlamak mümkün, fakat ESP'nin kendi tabanını da yeterince ikna edebildiği söylenemez. Partinin politikasına aldırış etmeden, kitle basıncına teslim olan pek çok kişi olduğu biliniyor. Bu ideolojik kanamanın bir başka tezahürüdür. Şimdi ortaya çıkan sonuçlardan bakarak herkes şapkasını önüne koymalı ve neden yeşerdikleri ağaca sıkıca tutunmak yerine burjuva tasfiyeci rüzgarlara kapılarak sağa sola uçuştuklarını düşünmelidir.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 16 Haziran tarihli 120. sayılı başyazısı