28 Mart 2024 Perşembe

Gözen: Faşizmin kurumsallaşma sürecine karşı antifaşist mücadele eksenini kurmalıyız

Saray rejimi ve temsilcisi olduğu kapitalist sistemin krizi, mücadele dinamiklerinin yan yana gelişi ve sokak pratiği ile daha da derinleşiyor. Artan saldırılar, gelişen mücadele dinamikleri karşısında yürünmesi gereken yol ve birleşik mücadele ekseninde başlattığımız röportaj dizimizde konuğumuz TÖP Sözcüler Kurulu üyesi Juliana Gözen...

HDP'nin çağrısına yanıt veren yedi siyasi parti ve örgütün yan yana gelişine ilişkin tartışmalar farklı zemin ve biçimlerde devam ediyor. Kimileri bunun seçim ittifakı olduğunu gerekçe yapıp katılmaktan imtina etse de ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği süreçte üçüncü cephenin önemi daha da artıyor.

18 Ocak günü gerçekleştirilen görüşmeye katılan parti ve örgütlerle yaşanan ekonomik ve siyasi kriz, bu koşullarda ortaya çıkan mücadele dinamikleri, HDP'ye yönelik saldırılar karşısında alınacak tutum, üçüncü cephe ihtiyacı ve bunun genişletilmesine bakış açılarını konuştuk.

Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Sözcüler Kurulu üyesi Juliana Gözen sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

DEVLET ÇETE AĞIYLA ÖRGÜTLENEN BİR MEKANİZMA

Uzunca bir süredir yaşanan ve halkın, emekçilerin, gençlerin bazen sokağa çıkarak, bazen bireysel protestolarla yanıt verdiği ekonomik ve siyasi kriz karşısında TÖP'ün mücadele hattı nedir?
Türkiye'nin içinde olduğu pozisyon sadece Türkiye'nin yaşamış olduğu bir kriz değil. Dünya genelinde bir kriz yaşadığımızı hepimiz son 1.5-2 senedir yaşadığımız hastalık süreciyle birlikte somut bir biçimde gördük. Tabiki biz devrimciler, sosyalistler içerisinde yaşadığımız kapitalist sistemin yapısal sınırlarına işaret eden teşhir politikalarını yürütüyorduk, ancak birebir 1.5-2 sene boyunca yaşadığımız hastalık süreci dünya genelinde bir ekonomik krizin dünya genelinde bir yönetim krizinin, hegemonik krizin ve aynı zamanda ekolojik krizin olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Bu kriz eksenleri Türkiye'de faşizmin kurumsallaşma sürecinin yaratmış olduğu özgün krizlerle daha da derinleşir durumda. 15 Temmuz sürecinde kudretin, gücün timsali devlet aslında toplumsal bilinçlerde bir çıkar, şebeke, bir çete ağıyla örgütlenen bir mekanizma olduğunu göstermiş oldu. Sedat Peker'in ifşaatları süreciyle birlikte devlet krizinin daha da derinleştiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu kriz eksenlerinin bütününde ülkede biz felaketi an be an yaşıyoruz. Herkes bu kriz tespitinde ortaklaşıyor.

Emek-sermaye çelişkisi muazzam bir boyuta ulaşmış durumda, son yaşadığımız pandemi dönemiyle birlikte. Girdiği her yeri metalaştıran, girdiği her yerde emek-sermaye çelişkisi yaratan ve bunu dünya halklarına hissettiren bir krizden bahsediyoruz. Öte yandan bu sistemi sorgulayan dünya ve Türkiye halkları var. Aynı zamanda 15 Temmuz ve Sedat Peker ifşaatı bu yönetememe halinin daha somut biçimde yaşanması yani halkın artık en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma gelmesi halkın devleti daha fazla sorgulamasını sağladı.

Regl ürünlerinin ücretsiz olmasını isteyen genç kadınların önlerinin nasıl kesildiğini, polisin işkenceyle arkadaşlarımızı nasıl gözaltına aldıklarını görüyoruz. Yahut ucuz ekmek alabilmek için mücadele yürüten halkın, ucuz ekmek ihtiyacını engellemeye yönelik bir politika yürüttüğünü görüyoruz. Bu aslında biz devrimci ve sosyalistlere muazzam bir olanak ve fırsat sağlıyor. Bu kriz eksenlerinin bütünüyle dünya halkları ve Türkiye halkları tarafından yaşanır ve hissedilir olması bizim açımızdan muazzam olanaklar sağlıyor.

MİLLET İTTİFAKI HALKIN ÖFKESİNİ SİSTEMİ KANALİZE ETMEYE ÇALIŞIYOR
Öte taraftan sermayenin kendi alternatif arayışlarını sürdürdüğünü görüyoruz. Millet İttifakı "aman oyuna gelmeyelim", "ha gidecekler, ha gittiler, seçimde gidecekler" çağrılarıyla aslında halkın birikmiş öfkesini sisteme yeniden kanalize etmenin yollarını arayan bilinçli bir politika yürütüyor. Bu noktada sorun onlar açısından Erdoğan, sorun sistem değil, sorun emek-sermaye çelişkisi değil, sorun bugün zenginlerin kazandığı, işçilerin emekçilerin kaybettikleri ve bu zulüm düzeni değil. Orasını burasını kırparak sistemi sanki iyileştirir gibi halkın önüne yeniden sunacaklar. Sosyalistlerin sokak çağrısı ve halkın öfkesinin buluşmasını engellemek için 4 Aralık'ta Mersin'de miting yapmıştır Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı. Dolayısıyla sistemi temsil eden bir karakteri olduğunu söylememiz gerekiyor. Fotoğrafın bir yerinde rejimin sürmesi yani faşizmin kuramsallaşma sürecinin devamlılığı, öte yanında sistemin sürmesi gibi halkı 2 seçeneksizlik arasında pozisyon alma siyaseti yürütülüyor. 

Bu noktada son yayınladığımız tutum belgemizle halkın en temel ihtiyaçlarına ulaşma konusunda çözüm üretecek bir mücadele programı etrafında buluşma çağrısında bulunduk. Bu buluşma çağrısı sadece devrimcilere sosyalistlere değil, demokrasiden, adaletten, eşitlikten yana, halkın en temel ihtiyaçları ekseninde örgütlenebilecek bütün kesimleredir.

Enes Kara geleceksizlik kıskacı içerisinde hayatını kaybetti, intihar etti. İşçiler, her gün açlık ve yoksulluk koşullarına rağmen kendi geçim ücretini karşılayabilmek için kölece iş koşullarında çalışmak zorunda bırakılıyor. Dolayısıyla halkın yaşam hakkı mücadelesine çözüm üretecek bir programı hayata geçirmemiz lazım. Barınamayan, ulaşım hizmetlerinden yaralanamayan, açlık koşullarında temel gıdaya ulaşamayan bir halk gerçekliğinden bahsediyoruz. Dolayısıyla aslında bir devlet programının karşılaması gereken en temel ihtiyaçları bugün biz devrimciler sosyalistler ortaya koyduğumuz mücadelelerle karşılamak zorundayız.

ANTİFAŞİST MÜCADELE EKSİNİNİ KURMALIYIZ
Bir diğeri bugün faşizmin kurumsallaşma sürecine karşı antifaşist bir mücadele eksenini kurgulamak ve hayata geçirmek zorundayız. Sadece Kürtlere, devrimcilere, sosyalistlere yönelen bir faşist uygulama süreci olduğundan bahsedemeyiz. Bugün kadınlara, gençlere, doğayı koruyanlara, adalet mücadelesi sürdürenlere karşı da faşizmin sopası gösteriliyor. Bu sopaya karşı antifaşist mücadeleyi toplumun her yerinde örgütleyebiliriz, örgütlememiz gerekir. Dolayısıyla bu 8 acil ihtiyaç ekseninde bir mücadele programı çağrısında bulunduk. Bunu bulunduğumuz her yerde örgütlemeye çalışıyoruz.

Öte yandan bu koşullar içerisinde bir seçim tartışması başladı. Yönetemeyen bir iktidar var, öte yandan sistemin devamlılığını sağlayan orasını burasını iyileştirerek halka ayrı bir seçeneksizliği dayatan bir sistem ve Millet İttifakı var. Dolayısıyla bu koşullarda gerçekleşecek seçim süreci şüphesiz önemlidir, ama Millet İttifakı gibi toplumun bütün öfkesini seçime örgütlemek ve odaklamak bizi çözümsüzlüğe götürür. Seçim mücadelenin içerisinde bir andır. Dolayısıyla seçim öncesi ve seçim sonrası ortaya koyduğumuz mücadele stratejimiz bizi faşizmi geri ötelemek ve geri püskürtmek, aynı zamanda halkın alternatifini örgütleyebilmek için önemli bir zemin sağlayacaktır. Bu noktada elbette ki bu sistem içerisinde 8 acil talebi yani sömürü düzeni içerisinde halkın temel ihtiyaçlara ulaşabilmesi mücadelesini sürdüreceğiz. Ancak bu yetmez. Bu sistem içerisinde sürekli bir savaşım içerisinde olacağız. Dolayısıyla bizim elde ettiğimiz hakkı sermaye düzeni yeniden gasp etmeye çalışacak. İşçilerin, gençlerin, kadınların, Kürt halkının, Alevilerin, doğa savunucuların, çocukların temel mücadele taleplerini Anayasal bir güvence altına almak zorunda olduğumuzu düşünüyoruz. Bu noktada meclise sıkışmayan, halkın karar mekanizmasının içerisinde olduğu siyaset tarzını kitleselleştirebiliriz ve örgütleyebiliriz. Biz TÖP olarak buna "Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Anayasa" diyoruz. 8 acil ihtiyacın karşılanmasıyla birlikte önümüze halkın demokratik bir anayasa içerisinde yaşayabilmesi ve demokratik bir cumhuriyet içerisinde yaşayabilmesi zemini oluşacaktır. Bu da bir savaşımla gerçekleşecektir.

Cumhuriyetten kastımız geçmiş süreçteki despotik cumhuriyet değil, halkçı devrimci bir cumhuriyetten bahsediyoruz. Bir kurucu meclis, kadınların, çocukların, işçilerin yükselttiği talepleri içeren bir anayasanın halkın oylarıyla belirlendiği bir süreçten bahsediyoruz. Masa başında yazılacak anayasa sürecinden bahsetmiyoruz. Halkçı devrimci cumhuriyet ve anayasanın yönelimleri ne olacak dersek; meclise sıkışmayan bütün karar mekanizmasında halkın olduğu bir sistem olarak tarifleyebiliriz. En temel ihtiyaçların devlet tarafından karşılanması, temel asgari ücretin bugün bütün yurttaşlara devlet tarafında verilmesinin gerekliliğini savunuyoruz. Küresel sermaye güçleri ve yerel sermaye güçleri tarafından bir kukla haline getirilen Merkez Bankası'nın kurucu meclis tarafından seçilen yetkililer tarafında denetlenebileceği ve halkın temel ihtiyaçları doğrultusunda bütçe planlamaları yapması gerektiğinden bahsediyoruz. Öte yandan şimdi emekçilerin kaybettiği karlarına kar katan patronların kazandığı üretim süreci tasfiye edilerek, halkın en temel ihtiyaçlarının programatize edilerek bir üretim sürecinin koordine edilmesinden bahsediyoruz.

Bugün en merkezi organdan en alt organa kadar kutsal devlet ittifakı adı altındaki bütün organların tasfiye edilmesi ve orada halkın örgütlerinin temsil edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Saltanatlık sürecinden kalan valilik, kaymakamlık, bugün faşizmin kurumsallaşma sürecinde özel önem ve rol kazanmış durumda. Bunların tasfiye edilmesini ve yerel halk örgütlerinin halk tarafından denetlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bütün bunlar mümkündür. Dolayısıyla halkın en temel ihtiyaçları ekseninde örgütlenen bir politika adım adım bizi demokratik cumhuriyet demokratik anayasaya götürür.

Bu da bize bugün Türkiye'nin dört bir tarafında mücadele eden işçilerin, kadınların, gençlerin, Alevilerin, Kürt halkının talepleri ekseninde yaşayabileceği, kendi taleplerini hayata geçirebileceği bir düzen sağlayacaktır. Bu şüphesiz bizim tahayyül ettiğimiz sosyalizm düzeni değildir. Ancak sosyalizme giden ilk adım gibi olarak görebiliriz. Toplumsal mücadelelerin kendi siyasi düzenini hedef alması gerekmektedir. Bu noktada sosyalistlerin özel bir yönelimle bu direniş eksenleriyle ilişkilenmesi gerektiğini düşünüyoruz. TÖP olarak ortaya koyduğumuz mücadele persfektifi en temelde budur. Halkın en temel ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenen ve bunu hayata geçiren bir mücadele perspektifidir.

İTTİFAK FAŞİZME KARŞI MÜCADELE EDEN TÜM KESİMLERİ KAPSAMALI

18 Ocak'ta HDP'nin çağrısıyla 8 siyasi parti yan yana geldi. Bu yan yana gelişi nasıl değerlendiriyorsunuz? Buranın üçüncü cepheyi güçlendirerek, gerçek somut bir alternatif olarak halkın karşısına çıkma durumu nedir?
HDP'nin çağrısıyla 8 siyasi partinin aynı masa etrafında buluşması bizim açımızdan oldukça kıymetli. Tam da halkın bir yandan faşizmin kurumsallaşma süreci bir yandan da Millet İttifakı'nın sistemi devam ettirme süreci yani 2 seçeneksiz bir süreç içerisinde umut aradığı, somut yol haritası aradığı bir zeminde bu toplantı gerçekleşti. Bu toplantıyı bir ittifak girişimi, güçbirliği olarak görmek gerekiyor. TÖP olarak temennimiz, muradımız o ittifak girişiminin kalıcı olabilmesi ve faşizme karşı mücadele alanında yer alan bütün toplumsal kesimlerin orada temsil edilmesidir. Üzerimize düşen bu sorumluluğu bu anlamıyla da yerine getirmeye çalışıyoruz. Burada geçtiğimiz günlerde çok fazla siyasi parti kendi tutum belgesini açıkladı. Şüphesiz o tutum belgesi en temelde faşizmin kurumsallaşma sürecinin tasfiye edilmesi, aynı zamanda Millet İttifakı'nın dayatmış olduğu sistemin devamlılığı seçeneksizliğine karşı halkın umut arayışını gösteriyordu. Belki farklı yollardan farklı yerleri öne çıkartarak yapıyorduk bunu. Bu süreçte farklılıklarımızın değil, ortaklıklarımızın daha çok öne çıkarıltılması gerektiğini düşünüyoruz. O anlamıyla başta 8 siyasi partinin yan yana gelmesi aynı mücadele eksenini, halkın en temel ihtiyaçları doğrultusunda sokakla buluşturabilmesinden geçiyor. Sokakla buluşmayan bir mücadele programı halkın bugün en temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek somut bir zemin sağlamaz bize. Dolayısıyla bizim açımızdan esas olan halkın en temel ihtiyaçlarının sokakla buluşabilmesi ve kazanım elde edebilmesidir.

İTTİFAK SEÇİMLE SINIRLI KALMAMALI
Aynı zamanda salt bir seçim süreciyle sınırlı kalan bir ittifak girişimi olmamalı. Bu sorumluluğu oradaki devrimcilerin, sosyalistlerin, HDP'nin hissettiğini düşünüyoruz. Biraz önce de vurgulamıştım. Bu seçeneksizlik içerisinde halkı sadece seçim sürecine odaklamak varlığını, yokluğunu oradan doğru kurgulamak halkın bu süreçte özneleşebileceği zemini kullanamamak olur ve bizi de boşluğa düşürür. Dolayısıyla salt bir seçim sürecini kurgulayan değil bugün halkın en temel ihtiyaçlarını karşılayan kazanım elde eden ve aynı zamanda ve bunu bir anayasal süreçte garanti altına alan ittifak girişimi olması gerektiğini düşünüyoruz.

HALKÇI SEÇENEK İÇİN YAN YANA GELDİK
Herkes farklı farklı isimler kullanıyor. Kimisi üçüncü cephe, üçüncü yol, üçüncü seçenek biz TÖP olarak "halkçı seçenek" diyoruz. Bir süredir örgütlediğimiz "Bir çıkış var" kampanyasında da "halkçı seçeneği inşa ediyoruz" şiarıyla değdik fabrikalardan mahallelere, semt çalışmalarından, kadınların olduğu yerlere, kampüslere. Şüphesiz muradımız, temennimiz, çabamız, sorumluluğumuz oranın bir halkçı seçeneği oluşturabilmesidir. Şuanda biçimsel olarak yan yana gelen bir ittifak girişimi olduğunu söylememiz lazım. Bunun içerik kazanması gerektiğini düşünüyoruz. Faşizmin kurumsallaşma sürecine karşı bir antifaşist mücadele sürecini örgütleyen, halkın en temel ihtiyaçlarına bir program oluşturan, bir mücadele stratejisi oluşturan bir zemin olabilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

KÜRT HALKINA VE YANINDA DURANLARA SALDIRILAR ARTIYOR

HDP'ye dönük katliam, vekilliklerin düşürülmesi, parti kapatması gibi saldırılar gerçekleştiriliyor. HDP'yi savunmak bakımından ele alırsak bu saldırıların siyasi anlamı ne? TÖP'ün bu saldırılar karşısında pratik hattı ne olacak?
İktidar koalisyonu sıkıştıkça toplumun bütün kesimlerine saldırısını, şiddetini arttırmış durumda. Şüphesiz faşizm kurumsallaşma sürecini en etkin, en aktif bir biçimde engelleyen Kürt halkına dönük saldırıyı daha da yoğunlaştırmış durumda. Bu yeni olan bir durum değil. Aslında 7 Haziran seçimleri sonrasında 1 Kasım seçim darbe süreciyle birlikte düğmesine bastıkları ve en temelde hedefine Kürt halkını aldıkları bir pozisyon var. Bugün Kürt halkının onurlu direnişini engelleyebilmek faşizmin kurumsallaşma süreci açısından çok acil bir yerde duruyor. Yani şöyle düşünün bir sistemi rejimi oluşturmaya çalışıyorsunuz bu rejim Türk, Sünni, erkek bir devlet olmak durumunda. Dolayısıyla size karşı en aktif direnişi sürdüren ülke içerisinde ve dışarısında, dış politikanızı, Ortadoğu politikanızı engelleyen halka fütursuzca şiddet ve baskı, zor, zulüm sürecini işletirsiniz. Hem Kürt halkının onurlu direnişini engellemeye çalışırsınız hem de Kürt halkıyla yan yana gelebilecek bütün kesimlere "siz onlarla yan yana gelirseniz bu saldırı size doğru da gelmeye başlar" mesajını verirsiniz. Bugün iktidar açısından uygulanan stratejinin bu olduğunu düşünüyoruz.

Bizler HDP içerisinde olan bir parti değiliz. Ancak Kürt halkıyla ittifakımızı stratejik olarak görüyoruz. En temelde biz bir sosyalizm mücadelesi yürütüyorsak, bütün demokrasi sorunlarına çare-çözüm olabilmemiz ve aynı zamanda oraya dair gelişkin politikalar üretebilmemiz gerekir. Kürt halkının yıllardır sürdürdüğü onurlu direniş, biraz önce söylediğimiz zulüm, baskı, zor politikalarına karşı sürdürdüğü mücadele bizim açımızdan kazanımla sonuçlanmalıdır. Dolayısıyla Kürt halkıyla sürdürdüğümüz stratejik ittifak zeminimizi pratikle buluşturmaya çalışıyoruz.

KÜRT HALKININ DİRENİŞİNİN YANINDAYIZ
Bugün HDP'nin içerisinde olmayabiliriz ama HDP'nin uyguladığı bütün politikaların yanında sağında solunda değil aslında bizzat içerisinde olduğumuzu göstermeye çalışıyoruz. Şüphesiz burada Kürt halkına, HDP'ye yöneltilen saldırı orayla sınırlı kalmayacaktır. Toplumun geniş kesimlerine de bunu anlatabilmemiz gerekir. Bugün Deniz Poyraz'ı katleden ve aynı zamanda o katliamı azmettiren ve katliamcıyı koruyan zihniyet bütün ülkeye hakim olmaya çalışıyor. İşçisinden, kadınına, gencine, Alevisine kadar bu tehdit kendisini yayma zemini arıyor. Dolayısıyla topluma Kürt halkının bugün başettiği zulme karşı baş gösterdiği direnişin yanında, etrafında kenetlenmesini sağlayacak politikaları anlatmaya çalışıyoruz. Bu anlamıyla sürdürdüğümüz mücadele ekseninde Kürt halkıyla ortaklaşmak, dayanışmak bizim açımızdan oldukça önemli.

HDP'nin çağrısıyla 8 siyasi partinin yan yana geldiği toplantı zemini de bizim açımızdan böyledir. Bugün HDP'siz Kürt halkının temsil edildiği bir zemin olmaksızın bir demokrasi ittifakından, halkçı seçenek ittifakından söz edemeyiz. Şüphesiz aynı politikaları, aynı söylemi söylemek zorunda değiliz. Farklılıklarımız var, farklı ideolojiler etrafında örgütleniyoruz. Ama bugün bu ülke içerisinde halkın en temel ihtiyaçlarından adım adım ilerleterek bir demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa ve bir sosyalizm mücadelesi yürütüyorsak bunun çok büyük bir yerinde onlarca yıldır Kürt halkının başetmeye çalıştığı, direniş gösterdiği, zulüm politikasını savurmamız ve Kürt emekçileriyle ayrı bir streteji geliştirmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Sosyalistlerin, devrimcilerin güçlerinin sınırlarını aştığı ölçüde yürüttükleri müdahalelerle süreci belirleyebilecekter. TÖP olarak yürütmeye çalıştığımız politika tam da bu zeminde şekilleniyor. Yani egemenler rıza üretmekten vazgeçmiş durumdalar. Halkı zorla, baskıyla en temel ihtiyaçlarını dahi alamaz duruma getirmiş durumdalar. Sürdürülemez bir pozisyonun içerisindeyiz. Dolayısıyla devrimcilerin ve sosyalistlerin müdahalelerine büyük toplum kesimleri bakıyor, kulak kesilmiş durumda. Bunun sorumluluğunu hissetmek ve halkçı seçeneği inşa etmek istiyorsak esas tutumun halkın en temel ihtiyaçlarının sokakla buluşabildiği ve faşizmin kurumsallaşma sürecine karşı antifaşist bir mücadele birlikteliği yaratabilmek bugün açısından oldukça önemli. Hepimizin bu sorumluluğu iyi hissetmesi gerektiği fikrindeyiz.