29 Mart 2024 Cuma

ÇEVİRİ | ABD emperyalizminin göreli gerileyişi

Dolardaki göreli düşüş devam edecek. Afganistan fiyaskosu bir bardağı taşıran son damla olmadı, bilakis, Kabil'in çöküş haberiyle yatırımcılar 'güvenli liman' dolarlarına koşanlar doları güçlendirdi. Ancak ABD yetkilileri tarafından pandemi çöküşünden sonra ABD ekonomisini canlandırmak için uygulanan parasal ve mali teşvik politikası işe yaramayacak.

ABD birliklerinin Taliban ile savaştan çekilip 20 yıl sonra ülkeyi terk etmesiyle Afgani kukla hükümetinin hızla çökmesi, Vietnam halkına karşı 30 yıl süren 'Amerikan' savaşının sonunda Saygon'un düşüşüne benzetiliyor. Afganların havaalanında kaçmak için ABD uçaklarına binmeye çalıştığı sahneler, Saygon'un son günlerini hatırlayan bizlere şaşırtıcı derecede tanıdık geliyor.

Peki, bu yüzeysel bir benzerlik mi? Ne de olsa Amerika'nın Vietnam'ı işgali hem ABD ulusal hasılasına yükü açısından, hem de Amerikan askerlerinin yaşamları açısından bakıldığında, Afganistan'daki 'rejim' değişikliği girişiminden çok daha maliyetliydi. Vietnam felaketi, ABD hükümetinin 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez açık vermesine yol açmıştı. Daha da önemlisi, bu, 1960'ların ortalarında Altın Çağını yaşayan sermaye karlılığının düşmeye başlamasıyla birlikte yatırımların artık üretken sektörlerden ziyade silahlara yönlendirilmesi anlamına geliyordu.

1960'ların sonuna gelindiğinde ABD'nin Vietnam'da asla kazanamayacağı açıktı -tıpkı (en başından itibaren olmasa da) en az on yıl önce Afganistan'da kazanamayacağının açık olduğu gibi. Ancak egemenler, savaşı Nixon ve Kissinger'ın yönetiminde Laos ve Kamboçya gibi komşu ülkelere yayarak birkaç yıl daha savaşı uzatmaya devam etti.

Ancak Vietnam'daki savaşın resmi olarak sona ermesiyle, bu 30 yıllık 'müdahalenin' ekonomik sonuçları önemli bir dönüm noktasına yol açtı: Pax Americana ve Amerikan emperyalizminin dünya ekonomisindeki açık hegemonik konumu sonlandı. O andan itibaren Avrupa ülkeleri, Japonya, Doğu Asya ve daha yakın zamanda Çin'in yükselişiyle birlikte ABD'nin (diğer emperyalist güçlerle kıyaslandığında) göreli olarak gerilemeye başladığından bahsedebiliriz. 1980'lerin sonunda ve 1990'ların başında Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve 'soğuk savaşın' sona ermesi bu göreli düşüşü tersine çeviremedi, hatta engelleyemedi. ABD dünyayı artık tek başına veya bir 'irade koalisyonu'nun yardımıyla dahi yönetemiyor, bir "dünya düzeni" dikte edemiyordu.

Ekonomik olarak her şey Saygon'un düşüşünden önce başladı. 1960'ların ortalarından itibaren ABD sermayesinin karlılığı düşmeye başlayınca, ABD sanayisi imalatta ve hatta çeşitli hizmetlerde rekabet avantajını yükselten Fransız-Alman sermayesi ve Japonya'ya karşı kaybetmeye başladı. Bu, nihayetinde ABD ekonomisinin ve para birimi doların ekonomik hegemonyasını kuran 2. Dünya Savaşı sonrası ekonomik dünya düzeninin çökmeye başladığı anlamına geliyordu.

Başkan Nixon yönetiminin yetkililerinin uluslararası para sisteminin kaderine karar vermek için Camp David'de gizlice bir araya geldikleri günden bu yana 50 yıl geçti. Önceki 25 yıl boyunca uluslararası anlaşma gereği ABD doları altın fiyatına (35$/ons) sabitlenmişti. Elinde dolar olan herkes ABD rezervlerine başvurarak bunu sabit bir miktarda altına dönüştürebilirdi. Ancak Ağustos 1971'de Başkan Nixon, Hazine Bakanı John Connally'den "doların altına veya diğer rezerv varlıklara çevrilebilirliğini geçici olarak askıya almasını" istediğini ulusal televizyondan duyurdu.

Bu, Müttefik Güçler, yani ABD ve Birleşik Krallık tarafından dünyadaki diğer tüm ülkelerle çok sert bir şekilde müzakere edilmiş olan Bretton Woods anlaşmasının sonuydu. IMF, Dünya Bankası ve BM ile birlikte tasarlanan anlaşma, herkesin kendi para birimleri için sabit döviz kurlarını ve ABD doları cinsinden sabitlenmesini taahhüt eden bir çerçeve oluşturdu. ABD de doların değerini altın cinsinden sabitleyecekti. IMF anlaşması olmadan hiçbir ülke kendi oranlarını değiştiremezdi.

Ancak Nixon'ın yaptığı açıklama ile sabit kur rejimi sona erdi. ABD sabit kur rejimi ile birlikte tüm savaş sonrası Keynesyen uluslararası para rejimini terk etmişti. Bretton Woods sisteminin sona ermesi, kamu harcamaları ve vergilendirmenin manipülasyonu yoluyla ABD ve diğer ekonomilerin Keynesyen makro yönetiminin sona ermesiyle aynı zamana denk gelmişti ve bu bir tesadüf değildi. Yüksek karlılığa, görece tam istihdama ve üretken yatırımlara dayalı savaş sonrası ekonomik patlama sona ermişti. Artık sermaye ve yatırım büyümesinin karlılığı düşüyordu. Bu düşüş, savaş sonrası ilk uluslararası çöküş olan 1974-5'te doruğa ulaşmıştı. Bunun yanında, Amerikan sanayisi ve ihracatı rakiplerine kıyasla göreli olarak geriliyordu. Artık ABD'nin Avrupa, Latin Amerika veya Asya'ya gerçekleştirdiği imalat malı ihracatı, onun Ortadoğu'dan ithal ettiği petrol ve Almanya ve Japonya'dan ithal ettiği imalat malından daha fazla değildi. Dış ticaret açığı verilmeye başladı. Dolar böylece ciddi şekilde değerlendi. ABD sermayesi, özellikle imalat sanayisinin rekabet gücü kazanması isteniyorsa, doların altına sabitlenmesi sona erdirilmeli ve para biriminin değer kaybetmesine izin verilmeliydi.

1959 gibi erken bir tarihte Belçikalı-Amerikalı ekonomist Robert Triffin, ABD'nin dış ticaret açığı vermeye devam ederse, hem güçlü doları koruyup, hem de sermaye ihracı yoluyla dış yatırımı sürdüremeyeceğini tahmin etmişti: "Eğer Birleşik Devletler açık vermeye devam ederse, dış yükümlülükleri, dolarları altına çevirme talebini karşılama yeteneğini çok aşacak ve bir 'altın-dolar kriz' yaratacaktır."

Tam da bu oldu. Dolar-altın standardı gereği, ticaret ve sermaye akışlarındaki dengesizliklerin külçe altın transferleriyle çözülmesi gerekiyordu. 1953 yılına kadar savaş-sonrası yeniden inşa faaliyetleri kapsamında ABD 12 milyon troy onsluk altın kazanmıştı. Avrupa ve Japonya ise (toparlanmayı finanse etmek için) 35 milyon troy ons altın kaybetmişti. Ancak sonrasında ABD, Avrupa ve Japonya'ya altın kaybetmeye başladı. 1965 sonunda, Avrupa ve Japonya'nın altın rezervi savaş sonrası dönemde ilk kez ABD'ninkini geride bıraktı. Sonuç olarak, Avrupa ve Japonya, ABD varlıklarını satın almakta kullanılabilecek büyüklükte dolar rezervlerine sahip olmaya başladılar. Küresel ekonomide rüzgar ABD aleyhine dönmeye başlamıştı.

Avrupa ve Japonya'daki dolar rezervleri artık o kadar büyüktü ki, bu ülkeler dolarlarıyla altın standardının tanıdığı hakla altın satın alsalardı ABD'nin altın stoklarını bir anda tüketebilirlerdi. ABD'den özel finansal çıkışlar (Dış ülkelere yatırım - Doğrudan yabancı yatırım veya portföy çıkışları yoluyla denizaşırı uzun vadeli yatırımlar) 1960'lar boyunca GSYİH'nın yaklaşık yüzde 1.2'sini oluşturuyordu. Bu, ABD'nin yatırım malları net ihracatını ve cari fazlasını finanse etmeye hizmet etti. 1960'larda her yıl toplamda ABD GSYİH'sının yaklaşık yüzde 0,4'ü kadar dış yatırım fazlası verildi. Bu fazla, Japonya ve Avrupa'daki cari hesap açığı olan ülkelerin ABD altınını ele geçirebilmelerine, azalan rezervlerini yenileyebilmelerine veya ABD'yi borçlandıracak diğer finansal araçlar biriktirebilmelerine imkan tanıyordu.

1960'lar boyunca sağlanan cari fazla, 1970'lerin başında cari açık verene kadar kademeli olarak aşındı. ABD, yalnızca dış yatırım yoluyla değil, aynı zamanda yerli üreticilerin zemin kaybetmesi sebebiyle yöneldiği aşırı harcama ve ithalat yoluyla da dünyaya dolar kaybetmeye başladı.

ABD, 1890'lardan beri ilk kez yurtiçinde ve yurtdışındaki harcamaları için dış finansmana bağımlı hale geldi. Dolayısıyla ABD'nin finansal varlıklarına [tahvil, bono, hisse vb. - ç.n.] yönelik küresel talep, ABD mal ve hizmetlerine olan talebi aştı. 1980'lerde ABD'nin dış yükümlülükleri varlıklarını aşmıştı ve bu yükümlülükler 2020 itibariyle GSYİH'sının yüzde 70'ine yükseldi.

Bir ülkenin cari hesabı sürekli açık veriyorsa ve giderek yabancı fonlara bağımlı hale gelmişse, o ülkenin para birimi sert bir değer kaybına karşı savunmasızdır. Bu, Arjantin'den Türkiye'ye, Zambiya'ya ve hatta İngiltere'ye kadar dünyadaki hemen hemen her ülkenin deneyimlediği şeydir.

Ancak ABD için durum farklıdır çünkü Bretton Woods rejimi sona erdikten sonra bile ABD doları uluslararası rezerv para birimi olma statüsünü korumaktadır. Küresel döviz işlemlerinin yaklaşık yüzde 90'ı bir dolar bağlantısı içerir. ABD dışındaki küresel ticaretin yaklaşık yüzde 40'ı dolar cinsinden faturalandırılır ve ödenir. ABD doları banknotlarının neredeyse yüzde 60'ı küresel birikim ve değişim aracı olarak uluslararası dolaşımdadır. Yabancı merkez bankaları ve para otoriteleri tarafından tutulan küresel döviz rezervlerinin yüzde 60'ından fazlası dolar cinsindendir.

Avrupa Birliği, Japonya, Çin, Rusya ve Ortadoğu petrol ülkeleri gibi ihracat fazlası olan ülkeler, fazlalarını (esas olarak) dolar cinsinden biriktiriyor ve yurtdışında dolar cinsinden varlık satın alıyor veya ellerinde tutuyorlar. Yalnızca ABD hazinesi dolar 'basabilir' ve bunun sonucunda 'senyoraj' denilen şeyden [paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki farktan - ç.n.] kar elde edebilir. Dolayısıyla ABD emperyalizminin göreli ekonomik düşüşüne rağmen, ABD doları üstünlüğünü korumaktadır.

Bu rezerv para rolü ABD Hazine Bakanı John Connally'ye 1971'de dolar-altın standardının sona erdiğini açıklayarak AB maliye bakanlarına "dolar bizim, sorun sizin" diyebilme cüreti verdi. Nitekim, Fransız-Alman sermayesinin başını çektiği Avrupa Birliği'nin 1990'larda para birimi birliği kurmaya karar vermesinin nedenlerinden biri de uluslararası ticaret ve finanstaki dolar hegemonyasını kırmaya çalışmaktı. Euro'nun uluslararası rezervlerdeki payının yaklaşık yüzde 20'de sabit kalması (üstelik bunun neredeyse tamamı AB içi işlemlerden kaynaklıdır) bu hedefin yalnızca sınırlı bir başarıya ulaştığını gösterir.

Rusya ve Çin gibi uluslararası rakipler rutin olarak yeni bir uluslararası mali düzen çağrısı yapıyor ve mevcut rejimin zirvesi olarak doların yerini almak için agresif bir şekilde çalışıyor. 2016'da IMF'nin Özel Çekme Haklarını [SDR - ç.n.] oluşturan para birimleri sepetine renminbi'nin eklenmesi, Çin para biriminin küresel kabulünü temsil ediyordu. Ayrıca bugün rakip ülkelerin dolar ile rekabet edebilmek için dijital para birimleri oluşturduklarından söz ediliyor. Ancak rezervlerin 2014'teki yüzde 86'sını oluşturan dolar-euro payı, yen ve renminbi lehine şimdi yüzde 82'ye düşmüş olsa da, alternatif para birimlerinin doların yerini almak için daha kat etmesi gereken uzunca bir yol var.

Öte yandan, ABD'nin imalat ve hatta hizmet sektörlerindeki rekabet gücünde önce Avrupa, sonra Japonya ve Doğu Asya ve şimdi de Çin lehine yaşanan göreli düşüş, dolar arzının uluslararası talebi geçmesi sebebiyle ABD dolarının diğer para birimlerine karşı gücünü yavaş yavaş aşındırıyor. Nixon'ın meşhur demecinden bu yana ABD dolarının değeri yüzde 20 düştü. Bunu ABD ekonomisinin göreli düşüşünün iyi bir barometresi sayabiliriz belki de...

Doların düşüşü düz bir çizgi şeklinde olmadı. Küresel durgunluk zamanlarında dolar güçleniyor. Bunun nedeni, uluslararası rezerv para birimi olarak, bir çöküş anında yatırımcıların verimli bir şekilde yatırım yapmak veya finansal varlıklara spekülasyon yapmak yerine elde nakit para tutmaya bakmaları ve doların her zaman güvenli liman olmasıdır.

Bu, özellikle nakit dolar üzerindeki ABD faiz oranlarının diğer para birimlerine kıyasla yüksek olması durumunda böyledir. 1970'lerin sonundaki enflasyonist sarmalı kırmak için, zamanın FED Başkanı Paul Volcker kasıtlı olarak faiz oranlarını yükseltmişti (ki bu da 1980-2 krizinin derinliğini artırmıştı). Çöküşte yatırımcılar yüksek getirili dolarlara koştu. Bankacılar Volcker'i pek sevse de, ABD'li üreticiler ve ihracatçıların yanı sıra ABD doları cinsinden borcu büyük olan ülkeler aynı kanaatte değildi. Çöküş yeterince kötü değilmiş gibi bir de Volcker'ın eylemi dünya ekonomisini ölümüne sıkıştırmıştı.

Nihayet 1985'te o zamanki 5 büyük ekonominin merkez bankacıları ve maliye bakanlarının New York'taki Plaza Hotel'de yaptıkları bir toplantıda doları değersizleştirmek için dolar satılmasına ve diğer para birimlerini satın alınmasına karar verildi. Plaza anlaşması, ABD emperyalizminin göreli düşüşünün bir başka kilometre taşıydı, çünkü ABD artık kendi yerel para politikasını diğer ülkelere empoze edemeyecekti. Sonunda yumuşayıp, doların düşmesine izin vermek zorunda kaldı. Bununla birlikte, 2001'deki dot.com çöküşünde [2001'de teknoloji şirketlerinin hisse değerlerinin çakılmasıyla başlayan kriz - ç.n.], 2011-14'teki yükselen piyasalardaki emtia çöküşünde ve euro borç krizinde gördüğümüz gibi, dolar, bir çöküşte tutulacak para birimi olmaya devam ediyor.

Dolardaki göreli düşüş devam edecek. Afganistan fiyaskosu bir bardağı taşıran son damla olmadı, bilakis, Kabil'in çöküş haberiyle yatırımcılar 'güvenli liman' dolarlarına koşanlar doları güçlendirdi. Ancak ABD yetkilileri tarafından pandemi çöküşünden sonra ABD ekonomisini canlandırmak için uygulanan parasal ve mali teşvik politikası işe yaramayacak. Biden Ekonomisi'nin 'şeker yüklemesi'nden sonra, ABD sermayesinin karlılığı düşüşünü sürdürecek, yatırım ve üretim zayıflayacaktır. ABD enflasyonu da düşürülemezse, dolar daha fazla baskı altına girecektir. Leon Troçki'nin bir alıntısını biraz değiştirirsek: "Dolar dünya ekonomisiyle ilgilenmeyebilir, ancak dünya ekonomisi kesinlikle dolarla ilgileniyor".

*Michael Roberts'ın The Next Recession adlı blogundan alınan yazı Olcay Çelik tarafından ETHA için çevrilmiştir. İngilizce aslı şuradadır.