3 Mayıs 2024 Cuma

Cemil Aksu yazdı | Sermayenin 'kader planı'na karşı yaşamın Akbelen direnişi

Ekolojik yıkıma neden olan her gelişme aynı zamanda bizzat üretim sürecindeki işçilerin, üretim havzalarındaki işçi mahallelerinin ve giderek tüm halkın bedensel yıkımı olduğunu anlatıyor. Bu yüzden de sanayinin yıkıma uğrattığı kır ve kent emekçilerinin mücadelesi ekolojik yıkımı kapsayarak yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Akbelen direnişini sahiplenme, yayma, güçlendirme iradesi göstermesi ile emekoloji anlayışını da içselleştirmesi, seçimlerin ardından özeleştiri, yeniden yapılanma tartışması yapan demokratik, sol-sosyalist hareket açısından ilk sınav oluyor.

Muğla İkizköy'de emekçi köylüler, termik santralin kömür ocağının köylerini ve Akbelen ormanını yok etmesine karşı dört yıldır direniyor. Direnişlerinin son iki yılı ormanın kenarında nöbette geçti. İki gün önce şirket ve onun güvenlik güçleri şafak sökmeden teyakkuza geçerek, direnen köylüleri ablukaya alıp Akbelen ormanında ağaç kesimine başladı. Saldırganlığın duyulması ile her yerden tepkiler yükseldi, birçok ilde protesto ve basın açıklamaları yapıldı. Sosyal medyada #AkbeleneDokunma tagı TT oldu. Birçok ilden direnişe destek için İkizköy'e gidildi. Kesim ara ara devam ediyor, saldırı sürüyor, tehlike geçmiş değil.

Akbelen'de doğa kıyımı sürer ve ağaç kesimini engellemek için feryat figan içinde olan köylülere jandarma şiddet uygularken, faşist rejimin şefi, "Orman vatandır" diye tweet attı. Aşırı sıcaklardan dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye'de de birçok yerde yaşanan orman yangınlarına karşı mücadele eden Orman Genel Müdürlüğü'nü tebrik mesajıydı, atılan tweet faşizmin ironisini yansıtıyor. Bir taraftan zaten kapatılması gereken bir termik santralin kömür ocağını genişletmek için bir avuç kadar ormanı yok etmek için sabahın ilk ışıklarıyla ağaç katliamı yap, diğer yandan da "orman vatandır" de. Faşizmin "ikili hukuk" karakterinin her yerde geçerli bir yaklaşım olduğunun iyi bir örneği bu.

Muğla İkizköy'de iki günde yaşananlar, birçok açıdan önümüzdeki günlerin "kader planı"nın ipuçlarını gösteriyor. İkizköylülerin başına musallat olan LİMAK Holding, en fazla devlet ihalesi alan şirketlerden biri olduğu için rantçı soyguncu sermaye oligarşisi içinde. Aynı zamanda doğa katliamcısı olan bu sermaye oligarşisi ve onların etrafında örülen inşaat-enerji sektörünün son 20-30 yıllık gelişimi, nasıl kamu kaynaklarının merkezi ve yerel hükümet organları eliyle sermayeye aktarılarak tekelleşme yaratıldığının, diğer taraftan da halkın ve doğanın nasıl yoksullaştırıldığının, işçileştirildiğinin, kendi toprağında ücretli köle yapıldığının ifadesidir. İnşaat-enerji sektörü ile sermayeye yeni birikim imkanları yaratmak için neoliberal amentü ile hareket eden iktidar, emekçi köylülüğü eritip, kırsal alanları boşalttı, boşalan kırları maden ve enerji şantiyesine çevirdi. Böylece sermayeye hem "ucuz doğa" hem de "ucuz işgücü" olanağı yarattı. Bu sayede şirketler bütün vadilere furya halinde saldırdılar. Vadiler, nehirler, yaylalar, meralar, tarım alanları, parklar, bahçeler, SİT ve "milli parklar", köyler, mezralar her yeri şantiyeye, birer emek ve ekolojik yıkım mahalline çevirdiler.

İşte yıkımın baş aktörlerinden biri olan Lİmak'a karşı direniyor İkizköylüler. Aslında ilk termik santralin açıldığı 1982 yılından beri mücadele devam edegeliyorlar. Santrallerin faaliyete başlaması ile köylerinin bir bir kömür ocağı tarafından yutulmaya, bacalarından saldıkları küllerle zeytinliklerinin, bağ ve bahçelerinin üzerinin kararmaya başlaması ile daha ilk yıllarında kendilerini nasıl bir "kader"in beklediğini anladılar. 1997 yılında yılında 3 santral (Yatağan, Kemerköy ve Yeniköy) hakkında mahkeme tarafından kapatılma kararı verildi ve bu karar Danıştay'da onandı. Ancak Santrallar kapatılmadı. Kapatma kararı 2005 yılında AİHM tarafından da onandı. Ama elbette mahkeme kararlarına uyulmadı. Bugünkü hukuksuzluk, ikili hukuk ve olağanüstü hal rejimi ilk önce, AKP'nin "ileri demokrasi" vaatleriyle caka sattığı dönemde, "çevre yönetimi" alanında tesis edildi.

Termik santrallerin kömür ocakları genişledikçe ormanları, zeytinlikleri ve köyleri yuttu. Şu ana kadar 8 köyün tamamı, 15 köyün önemli bir bölümü kömür ocakları için yok edildi. Ruhsat sahası içinde kalan 37 köy/mahalle yok edilme tehdidi altında. 2043 yılına kadar faaliyetlerine devam etmek isteyen termik santralin kömür ocağı Akbelen ormanının sınırına dayandı. İkizköy bölgesinde bulunan üç mahalleden biri olan Işıkdere, 2018 yılında termik santralin kömür madeni için boşaltıldı. Işıkdere'den Karadam Mahallesi'ne yerleşen köylülere, bu sefer de bu mahalleyi boşaltmaları için tebligat gönderildi.

Köylerinin dibindeki Akbelen Ormanı, Orman Genel Müdürlüğü gençleştirme planlaması kapsamına alınıp 2019 yılı ‘endüstriyel plantasyon alanı' olarak tanılandı. Orman adeta şirkete altın tepside sunuldu. Şirket sunulan bu ormanı maden sahasına dönüştürmek için 2020 yılında girişimde bulunarak gereken izni aldı.

İkizköylüler, 2019 yılında kendilerine gelen istimlak tebligatlarından sonra köylerini terk etmeme kararı aldı. Maden sahasına dahil edilen Akbelen Ormanı'nın hukuksal süreci devam ederken 22-23 Nisan 2021 yılında Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri kesim girişimi köylüler tarafından engellendi. 17 Temmuz 2021 itibari ile Akbelen Ormanı içerisine kurdukları çadırlarda nöbete başladı.

Şirket, İkizköylülerin direnişi kırmak için birçok atraksiyon gerçekleştirdi. Maden ocağında çalışan işçilerin üye olduğu sendikalara açıklama yaptırdılar. Bakanları ve diğer yetkilileri, yandaş basını Akbelen'de ağırlayarak psikolojik baskı yürüttü. Bununla beraber seçim öncesinde Akbelen'de bir Gezi yaşanmaması için beklemeyi tercih ettiler.

İktidar ve yandaşları, seçimlerden başarılı çıkışları üzerinden, her şeyi istedikleri gibi yapabileceklerine dair bir meşruiyet geliştirmeye çalışıyor, buna toplumun rıza göstermesi için bir psikolojik harp yürütüyorlar. Oysa seçim zaferinin "hileli" olduğunu kendi yandaşları bile biliyor. Hileli bir seçimin asla bir zafer olmayacağını, devlet-parti baskısı altında yapılan seçimlere rağmen ancak yüzde 50,1 oy alabildiklerini unutturmaya çalışıyorlar. İktidarın bu hileli seçimine direnmek, oyununu bozmak yerine, oyunun bir parçasını oluşturan burjuva muhalefete angaje olan demokratik, devrimci muhalefetin yaşadığı inkisar-ı hayal de iktidarın bu meşruiyet hamlesinin işini kolaylaştırıyor.

Bu açıdan son günlerde İkizköy'de yaşananlar önümüzde dönemde ne yaşayacağımız ve ne yapmamız gerektiğine dair birçok ders veriyor. Birincisi, iktidarın Türkiye'yi, NATO'nun Çin ve Rusya'ya karşı savaşından küresel pazarın "küçük Çin"i yapmak stratejisinin öngördüğü yeni bir emek ve doğa rejimi kurmak için faşizmi derinleştirmeye devam edeceğidir. İkincisi, filozofun, "iktidar yaşamı hedef alırsa, yaşam direniş olur" sözünde ifade ettiği gibi, "küçük Çin" olma stratejisi, ekolojinin ve emeğin daha derin yıkımı olarak yaşanacağından buna karşı varlık yokluk direnişleri de zuhur ediyor ve edecektir. Bu açıdan Akbelen ormanı için kısa zamanda gösterilen refleks geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gereken hakiki eğilimdir.

Ekolojik yıkım, iklim krizinin etkileri, her geçen gün daha ağır bir şekilde yaşamımızı etkilerken, kapitalistlerin ıslık çalarak gezinmesine karşı ezilenlerin, işçilerin, emekçi köylülerin, yaşamın bütününü (üretim ve yeniden üretimin bütününü) kucaklayan ve kuşatan stratejiler ve örgütlenmeler geliştirmek zorunda kalacağı/olduğu apaçıktır. Bu durum, emek mücadelesinin de artık bir emekoloji mücadelesine dönüşmesi gerektiğini de gösteriyor. Sağlık ve Çevre Birliği'nin 2022 yılı raporlarına göre ilk işletmeye girdikleri tarihten 2020'ye kadar Muğla'daki üç termik santral 68 binden fazla erken ölüme, 43 binden fazla erken doğuma, 455 binden fazla çocukta bronşit vakasına neden oldu. Bu veriler ekolojik yıkıma neden olan her gelişme aynı zamanda bizzat üretim sürecindeki işçilerin, üretim havzalarındaki işçi mahallelerinin ve giderek tüm halkın bedensel yıkımı olduğunu anlatıyor. Bu yüzden de sanayinin yıkıma uğrattığı kır ve kent emekçilerinin mücadelesi ekolojik yıkımı kapsayarak yeniden inşa edilmesi gerekiyor.

Akbelen direnişini sahiplenme, yayma, güçlendirme iradesi göstermesi ile emekoloji anlayışını da içselleştirmesi, seçimlerin ardından özeleştiri, yeniden yapılanma tartışması yapan demokratik, sol-sosyalist hareket açısından ilk sınav oluyor. Tıpkı İkizköylü emekçi kadınların duyumsadığı gibi Akbelen ormanının varlığı yokluğunu kendimizin varlığı-yokluğu olarak duyumsamak zorundayız. Az ama öz gücüyle, iktidarın hileli seçimden meşruiyet çıkarma atraksiyonunu bozacak ilk hamle ekoloji alanından geldi. Sıra onu büyütecek olan emekçi sol harekette.