8 Kasım 2025 Cumartesi

Yılmaz: Sermayenin 'yeşil dönüşüm' planının kritik ayağını nadir toprak elementleri oluşturuyor

Sermayenin "yeşil dönüşüm" planlarının ve yeni bir ekstraktivizm dalgasının en kritik ayağını nadir toprak elementlerinin oluşturduğuna işaret eden Polen Ekoloji Kolektifi'nden Onur Yılmaz, "Ne Türkiye bu minerallerden büyük bir zenginlik üretecek kapasiteye sahip ne de bu madencilik faaliyeti yarattığı sosyokültürel, çevresel yıkım göz ardı edilerek bir refah yaratabilir" dedi.

Nadir toprak elementleri, son dönemde hem Türkiye'de, hem de dünyada en önemli tartışma konularından birisi olmayı sürdürüyor. Pek çok jeopolitik gerilimin arkasındaki sebeplerden bir tanesi de nadir toprak elementleri ve bu elementlerin özellikle yüksek teknoloji ve savaş sanayindeki geniş kullanım olanakları. Polen Ekoloji Kolektifi'nden Onur Yılmaz, nadir toprak elementlerinin neden bu kadar gündemde olduğunu ETHA'ya değerlendirdi.

NTE'LER YÜKSEK TEKNOLOJİ MALZEMELERİNDE KRİTİK BİR YER TUTUYOR

Nadir toprak elementleri nelerdir? Nerelerde kullanılır? Bu kadar kıymetli olmasının sebepleri nelerdir?
Nadir toprak elementleri (NTE) periyodik tablodaki 15 lantanit serisi elementi (La–Lu, yani atom numaraları 57–71 arasındaki lantan, seryum, praseodim, neodimyum, prometyum, samaryum, evropiyum, gadolinyum, terbiyum, disprosyum, holmiyum, erbiyum, tulyum, iterbiyum ve lutesyum), Yttriyum'u (Y) ve Skandiyum'u (Sc) kapsıyor. Nadir olarak isimlendirilseler de aslında yerkabuğunda oldukça yaygın olarak bulunurlar ancak ekonomik olarak çıkarmaya değer yoğunlukta oldukları alanlar sınırlıdır. Tipik olarak bastnazit, monazit, xenotim gibi mineral cevherlerinde nadir toprak elementleri kompleks olarak bulunur.

Bu elementler önemli manyetik, katalitik, optik ve elektronik özellikleriyle yüksek teknoloji malzemelerinde kritik bir yer tutarlar. Mevcut ekolojik krizle mücadelede hedeflenen elektrifikasyon sürecinde ve dijital dönüşümde vazgeçilmezdirler. Örneğin Neodyum içeren mıknatıslar çok güçlü kalıcı mıknatıslardır, elektrik motorlarında, hoparlörlerde, manyetik sabit disklerde kullanılır. Yttriyum, europium, terbiyum ekranlarda (LED, LCD), optik ve lazer uygulamalarında yer alır. Otomobil katalizör sistemlerinde, cam ve seramiklerin parlatılmasında cerium-oksit gibi nadir toprak elementleri kullanılır. Az miktarda dahi olsa, bu elementler cihazların performansını, enerji verimliliğini, teknolojik özelliklerini ciddi oranda artırabiliyor. Bir otomobilde kullanılan mıknatısın yüzde 25'e kadarını neodyum içeren alaşımlar oluşturabiliyor.

SAVUNMA ALANINDAKİ KULLANIMLARI GÜVENLİK POLİTİKALARINDA YER TUTMALARINA NEDEN OLUYOR
NTE'lerin tedarikinde açık çıkarım, konsantrasyon, rafinasyon ve nihai bileşen üretimi gibi basamaklar yer alır. Çin harici ülkelerin çoğu tüm bu zincire yeterince hakim değildir ve dışa bağımlıdır. Savunma ve yüksek teknoloji alanlarındaki kullanımları onların güvenlik politikalarında yer tutmasına neden olur. Jet motorları, füzeler, güdüm sistemleri, insansız hava araçları, lazerler, radar ve sonar sistemleri ile akıllı bombaların tamamının üretimi bu elementlere bağımlıdır. Örneğin, ABD'nin ürettiği bir F-35'te yaklaşık 410 kg NTE ihtiyacı bulunuyor.

Kritik mineraller pazarının 2024'te 325 milyar dolar büyüklüğe ulaştığı ve 2040'ta 770 milyar dolara çıkacağı öngörülürken NTE'ye dayalı motor, türbin ve elektronik ürün pazarının halihazırda 1 trilyon doları aştığı hesaplanıyor. Sözde yeşil enerji ve dijital teknolojideki dönüşüm, yaklaşık her 15 yılda NTE'lere talebi 2 katına çıkaracak bir tempoda ilerliyor.

MADEN SAHALARI ÇOĞU ZAMAN ORMAN VE SU ALANLARIYLA ÇAKIŞIYOR

Nadir toprak elementlerinin çıkarılması ve işlenmesi süreci nasıl gerçekleşiyor, doğaya ne gibi etkileri oluyor?
NTE'lerin elde edilmesinde diğer tüm mineraller gibi ilk aşamada cevherin topraktan çıkarılması yer alır. Bu çoğu zaman açık ocak madenlerde gerçekleştirilir. Ardından cevherdeki minerallerin yoğunlaştırıp bir araya getirilmesi için mineral parçalama, yıkama, flotasyon gibi işlemler yapılır. Ardından ise kompleks halde bir arada bulunan NTE'ler birbirinden ayrıştırılır, burada kimyasal işleme/mıntıka ekstraksiyonu, çözelti ekstraksiyonu, iyon değişimi gibi teknikler kullanılır. Bu adım oldukça kimyasal ve enerji yoğun bir işlemdir. Sonraki aşamada ise rafinasyonla saf oksitlere, metal alaşımlarına ve nihai ürünlere (örneğin mıknatıs üretimi) dönüştürülür. Rafinasyon aşaması yüksek teknoloji ve altyapı yatırımını gerektirir.

Açık ocak madenciliğinde devasa alanlar kazılır, toprak ve bölge habitatı kalıcı bir zarar görür. Örneğin NTE'lerden lütesyumun 1 kilogramı için bin 200 ton toprağın işlenmesi gerekiyor. Maden sahaları çoğu zaman orman ve su alanlarıyla çakışır ve bu ekosistemlerin işleyişini bozar. Ayrıştırma işlemlerinde asitler (örneğin sülfürik asit, hidroklorik asit) kullanılır ve bunlar sermaye maliyetlerini düşürmek adına yeterli önlemlerle ve uzun vadeli depolanmadığında atık su ve yeraltı sularına sızma riski vardır.

NTE'NİN SAFLAŞTIRILMASI RADYOAKTİF RİSKLER YARATIYOR
NTE cevherleri zirkonyum, toryum gibi radyoaktif elementleri de içerebilir; saflaştırma sırasında radon gazı açığa çıkabilir; bu sık görülen durum atık yönetiminde radyoaktif riskler yaratır. Maden işçileri bu kimyasal ve gazlara uzun süreli maruziyetten pek çok sağlık sorunu yaşarlar. Jeoloji yüksek mühendisi ve tıbbi jeoloji uzmanı Dr. Eşref Atabey'e göre, "Yüksek NTE arka planlı alanlara yakın yaşayan kişilerde hazımsızlık, ishal, karın şişkinliği, iştahsızlık, halsizlik ve yorgunluk gibi hastalıklar görülür. Saçtaki yüksek miktarda NTE, saçtaki düşük kalsiyum seviyeleri ve ev hanımları arasında yüksek hipertansiyon riski ile ilişkilendirilmiştir. Ev hanımlarının saçlarındaki artan NTE'ler iç mekan hava kirliliği ve hipertansiyon riski ile ilişkilendirilmiştir."

ÇİN'DEKİ ÜRETİM SONUCU TARIM TOPRAKLARININ YÜZDE 10'U KİRLENDİ
Tüm bu çevresel etkiler yerel halkın zorla ya da çevresel tahribat sonucu yer değiştirmesi, geleneksel yaşam biçimlerini sürdürememeleri gibi sonuçlar doğurur. Bu elementlerin kullanıldığı sektörlerin enerji ve su yoğun faaliyetler gerektirmesi nedeniyle çıkarımlarından son ürün aşamasına bugünkü düzende herhangi bir şekilde çevreye zararlı olmadığı ya da çevre korumada bu zararın göz ardı edilebileceği iddia edilemez. Örneğin Çin'deki bu üretimin sonucu olarak ülkedeki tarıma elverişli toprakların yüzde 10'u ağır metallerle kirlenmiş ve yeraltı sularının yüzde 80'i madenciliğin sebep olduğu kirlilik nedeniyle içilemez durumda.

RAFİNASYON SÜRECİNİN YÜZDE 90'I ÇİN TARAFINDAN KONTROL EDİLİYOR

Nadir toprak elementleri son dönemde çeşitli ülkeler arasında (ABD-Çin-Ukrayna gibi) neden gerilime sebep olmaktadır?
Dünya genelindeki NTE üretiminin yüzde 60-70'i ve bu elementlerin son ürüne dönüştüğü rafinasyon sürecinin yüzde 85-90'ı tek başına Çin tarafından kontrol ediliyor. NTE'ler dışında Çin küresel ölçekte tüketilen indiyumun yüzde 44'ünü, vanadyumun yüzde 55'ini, florspar ve doğal grafitin yüzde 65'ini, germanyumun yüzde 71'ini ve antimonun yüzde 77'sini, silisyumun yüzde 61'ini ve germanyumun yüzde 67'sini, tungstenin yüzde 84'i çıkarıyor. Çin'in sınırları içinde kuzeyde yer alan Moğolistan bölgesindeki Baotou'da dünyadaki nadir metal rezervinin yaklaşık yüzde 40'ı bulunuyor. 

Bu yoğunlaşma, diğer ülkelerin bu elementlere dayanan üretim ya da işlemleri yeterince yapamaması dolayısıyla dışa bağımlılığı artırıyor ve emperyalist hiyerarşide stratejik zayıf noktalar yaratıyor. NTE'ler basitçe bir sektörün hammaddesi olmaktan çok bugünkü kapitalizmin krizi ve çevresel çöküş koşullarına yanıt olarak sermayenin teknoloji, savunma sanayi ve temiz enerji dönüşümü için gerekli görülüyor. 

BATI EMPERYALİSTLERİNİN NTE TEDARİKİNİ ÇEŞİTLENDİRME ÇABALARI GERİLİMİ ARTTIRIYOR
2025 yılı itibarıyla Çin, NTE ve mıknatıs üretimi için teknolojilerin ihracatında sıkılaştırmaya gitti. ABD-AB Batı emperyalistlerinin Çin hakimiyetine karşı NTE tedarikini çeşitlendirme çabaları jeopolitik gerilimleri arttırıyor. 1960'lı yıllardan 1980'lerin ortalarına kadar bu alanda ABD'nin hakimiyeti bulunuyordu. 2000'lerle birlikte Çin bir strateji değişikliğine giderek NTE'lerden mıknatıs üreten batılı şirketleri Çin'e taşınmayı dayattı. Bu şirketlerin minerallere engelsiz erişimden faydalanmak için Çin'e taşınması küreselleşme çağının ucuz emek ve doğa arayışına uygun gerçekleşti. Yakın geçmişe kadar Çin'e olan bağımlılık minerallerle sınırlı iken, Çin'in bu taşınmayı teknoloji transferiyle birleştiren teknolojik atılımları sayesinde ilgili sektörlerde enerji ve dijital dönüşüm teknolojilerine bağlılık ekleniyor. 

Diğer yandan "Japonya, Hindistan'dan NTE ithal etmek için anlaşırken Avustralya, Kazakistan ve Vietnam'daki NTE'leri elde etmek için çabalıyor. Almanya'nın eski şansölyesi Angela Merkel, madencilikte ortaklık imzalamak için Moğolistan'ı birkaç kez ziyaret ederken Güney Koreli jeologlar, Kuzey Kore'deki bir yatağın ortak işletilmesiyle ilgili olarak Pyongyang ile resmi görüşmeler yapıyorlar. Diğer taraftan Fransa, Kazakistan'da maden aramaları yapıyor."

Demokratik Kongo Cumhuriyeti dünyada tüketilen kobaltın yüzde 64'ünü, Güney Afrika Cumhuriyeti platinin yüzde 83'ünü, Brezilya niobyumun yüzde 90'ını, ABD berilyumun yüzde 90'ını, Rusya paladyumun yüzde 46'sını, Türkiye ise borun yüzde 38'ini sağlıyor. 

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ayrımcı apartheid politikalara maruz kalan Bakofeng'lerin, yaşam alanlarında çıkarılan platinin tüm gelirini doğrudan cebe atan Impala Platinum şirketine karşı verdikleri hukuki mücadele sayesinde yüzde 22'ye varan royalty (devlet hakkı) ve sermaye üzerinde yüzde 13'e ulaşan bir paya sahip olabildiklerini yazıyor: Güney Afrikalı bir kabilenin madenci şirkete karşı kazandığı ilk galibiyet bu! Benzer şekilde, 2013 yılında Gobi çölünde bakır madeni çıkaran Rio Tinto'nun faaliyetleri Moğolistan tarafından yasaklandı. Moğolistan'da hükümet, 2012 yılında madencilik de dahil olmak üzere stratejik kabul edilen bazı sektörlere yabancı şirket yatırımlarını sıkı bir şekilde düzenleyen bir yasa çıkardı. Kanada'da ise 2010 yılında Saskatchewan eyaletinde dünyanın en büyük potasyum şirketi Potash Corp'un İngiliz-Avustralya ortaklı BHP Billiton tarafından satın alınması engellendi.

Endonezya buna iyi bir örnek: zengin mineral yataklarına sahip olan bu ülke 2009 yılında çıkarılan hemen hemen tüm minerallerin ihracatına bir dizi ambargo koydu. 2014'te nikel, kalay, boksit, krom, altın ve gümüşe bu sınırlamalar uygulandı ve ülkede çıkarılan tüm minerallerin işlenmeden, brüt durumda ihraç edilmesi engellendi. Ardından yüksek miktarda ürettikleri kalayın piyasa fiyatını belirlemek için bir borsa kurdu. Burada amaç, Londra Metal Borsası'nın (LME) boyunduruğundan kurtulmak ve ihraç edilecek kalayın önce Cakarta borsasında satın alınmasını sağlamak. 

Arjantin, 37 maden kaynağına ihracat sınırlaması koyarken, Güney Afrika Cumhuriyeti bakır, molibden, platin ve elmas, Hindistan krom, manganez, demir ve çelik, Kazakistan alüminyum ve Rusya tungsten, boksit, bakır ve kalay gibi maden kaynaklarına ihracat sınırlamaları koydu.

MADENCİLİĞİN SINIRI REZERVLERDEN ZİYADE ENERJİYLE ALAKALI
Diğer taraftan uzmanlar, daha keşfedilmeyi bekleyen rezervler olduğunu, bu nedenle kısa vadede kıtlık riskinden endişe edilmemesi gerektiğini belirtiyorlar. Ancak nadir metallerde gerçek sınır niceliksel olarak cevher yataklarının tükenmesi midir? Bu soruya Şili'den örnek veriyor yazar: bu ülkedeki bakır madenini çıkarmak için gereken enerji 2001 yılından 2010'a kadar yüzde 50 oranında artarken, toplam bakır üretimi sadece yüzde 14 artmış. Bunun sebebi, aslında küresel ölçekte zengin rezervlerin çok azalmış olması ve sürekli daha derine inen, yoğun enerji gerektiren kazılara ihtiyaç duyulması. Yani madenciliğin sınırı rezervlerin tükenmesinden ziyade enerjiyle alakalı.

BEYLİKOVA'DA ÖLÇEK BÜYÜDÜKÇE HALK AÇISINDAN SORUNLAR ARTACAKTIR

Türkiye'de bu konuda tartışmalara sebep olan Beylikova nasıl bir potansiyel taşıyor? Buradaki NTE'lerin çıkarılması, işlenmesi, satılması ya da alanın başka bir ülkeye ait sermaye gruplarına verilmesi nasıl sonuçlar doğurabilir?
2022'de, dünyanın ikinci büyük rezervi olacak Eskişehir Beylikova'da 694 milyon tonluk kaynak ve 12,5 milyon tonluk NTE oksit rezervleri olduğu, rezervin 17 nadir toprak elementini de içerdiği ve bunlardan 10'unun üretilebilir düzeyde olduğu açıklandı. 18 Nisan 2023 tarihinde sahada "Eti Maden Beylikova Florit, Barit ve Nadir Toprak Elementleri İşletmesi" pilot tesisi açıldı. İlk aşamada pilot tesiste yıllık bin 200 ton cevher işleme kapasitesiyle üretime başlandığı ve bunun 570 bin ton kapasite ile yıllık 220 milyon dolara çıkarılabileceği, sondaj çalışmaları kapsamında 310 ayrı lokasyonda yaklaşık 125 bin metre sondaj yapıldığı bildirildi. Bu süreçte dışa bağımlılığı azaltmak için çıkarım dışında işleme ve ileri teknolojili üretimin de ülke içinde yapılmasının amaçlandığı duyuruldu. Elbette pilot tesisin ölçek küçüklüğü çevresel riskler açısından şu an öne çıkarmasa da ölçek büyüdükçe bölgede su, topografya, flora/fauna, yerel halk açısından sorunlar artacaktır.

AÇIKLANAN MİKTARIN NE KADARININ GERÇEK POTANSİYEL OLDUĞU BELLİ DEĞİL
Ancak rezervin "kaynak" olarak duyurulmuş olması, henüz tam "rezerv" durumunun netleşmemiş olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda, tenör (içerik oranı), ekonomik çıkarılabilirlik, işleme maliyetleri gibi detaylar belirsiz. Bazı yorumlarda rezervin doğruluğu konusunda şüpheler olduğu belirtiliyor. Toplam açıklanan miktarın ne kadarının gerçek potansiyel olduğu, hangi mineralleri içerdiği, işletme maliyetlerinin ne olacağı henüz belli değil.

Erdoğan'ın son Ekim başındaki ABD ziyaretinde "meşruiyet" beratını alırken pazarladığı NTE rezervi için Türkiye ve Çin, Ekim 2024'te aynı proje için bir mutabakat zaptı imzalamış, ancak Pekin'in malzemelerin Çin'e taşınması ve rafine edilmesi konusunda ısrarcı olması ve teknoloji transferini reddetmesi üzerine görüşmeler yavaşlamıştı. 

TEDARİK ZİNCİRİNDE YER ALMAK BİR PAZARLIK KOZU OLACAK
Türkiye'nin çıkarım dışındaki aşamaları yürütecek teknolojiye ve sermaye birikimine sahip olmaması bu madenin tipik bir sömürgeci mantıkla çıkarılıp dışarı taşınacağı ve üretilen son ürünün yüksek fiyatla geri alınacağı bir işleyiş yaratacak, yani hammadde ihracatı cari açığı azaltan bir rol oynamayacak. Türkiye'nin Çin gibi teknoloji transferi dayatacak siyasi gücü olmadığından ve tekelci sermayesi dünya pazarına entegre olduğundan bu madenler ülkenin yüksek teknoloji yatırımlarına geçişinin bir aracı da olmayacak. Bu alanda dünyada hakimiyet Çin, Japonya ve Fransa'da. Ekstraktivizmin tipik özelliği olarak sosyo-çevresel yükler bölge halkına kalırken kâr ülke dışına çıkacak. NTE'lerin tedarik zincirinde yer almak yine de faşist Türk devletinin dış siyasi gündemlerde elinde bir pazarlık kozu olacak.

SERMAYENİN YEŞİL DÖNÜŞÜM PLANININ KRİTİK AYAĞINI NTE'LER OLUŞTURUYOR

Anlattıklarınız bağlamında, bu gündemle nasıl bir ilişki kurmak gerekiyor?
Nadir toprak elementleri konusu ekolojistlerin gündeminde uzun yıllardır yer alıyor. Türkiye'nin gündemine Erdoğan'ın meşruiyet pazarlığıyla genişçe girmesinden çok önce ekolojik kriz karşısında sermayenin krizi fırsata çevirme planlarından biri olan yeşil dönüşümün altyapısı, yan üretilecek yeni metaların hammaddesi ve ticaretinde yeni bir ekstraktivizm dalgasının en önemli ve kritik ayağını bu elementler oluşturuyordu. Burada doğrudan kapitalizmi ve düzeni hedef alan ekolojistler açısından tablo net olmakla birlikte ekolojik krizin aciliyetiyle yapılması gereken emisyon azaltımı, kaynak kullanımı azaltımı açısından ve Türkiye gibi mali-ekonomik açıdan dışa bağımlı ülkelerde ekonomik ve teknolojik gelişim açısından NTE'lerin öncelikli ihtiyaç ve gereklilik olduğunu savunanlar da mevcut.

SERMAYENİN EN İDDİALI YEŞİL DÖNÜŞÜM PROGRAMI, YIKIMI DURDURACAK SONUÇLAR ÜRETMEKTEN UZAK
Çok kısa şekilde ifade etmek gerekirse, sermayenin en iddialı yeşil dönüşüm programı, sulandırılmadan uygulandığında dahi milyarlarca insanın bugünü ve geleceğini, binlerce türün varlığını koruyacak, yıkımını durduracak sonuçlar üretmekten çok uzak. Çünkü kapitalist üretim ve tüketim kalıpları, sadece kısa vadeye odaklıdır, savaş ve kriz üretir, genişlemek zorundadır; mesele hiçbir zaman sadece teknik bir mesele olmadığı gibi teknoloji hiçbir zaman sınıf ilişkilerinden soyutlanmış bir olgu değildir. Bu nedenle madencilik karşıtı görüşler, kapitalizme karşı mücadelenin, taleplerin bir parçasıdır ve kesinlikle halkın refahıyla ilgili bir konu değildir. Burjuva muhalefetin "altın yumurtlayan tavuk" tanımı tam da önümüze bu ikiliği, yani ekonomik refah için bu tavuğu kendimiz beslemeliyizi, önümüze getiriyor ve emperyalist bağımlılıktan soyutlanmış bir Türkiye kapitalizmi hayal ediyor. Elbette ne Türkiye bu minerallerden büyük bir zenginlik üretecek kapasiteye sahip ne de bu madencilik faaliyeti yarattığı sosyokültürel, çevresel yıkım göz ardı edilerek bir refah yaratabilir.

EKSTRAKTİVİZM HİÇBİR ZAMAN MİNERALLERİN ÇIKARILMASINDAN İBARET DEĞİLDİR
Ekstraktivizm hiçbir zaman sadece belli coğrafyadaki belli projelerle minerallerin çıkarılmasından ibaret değildir: yaygın ekolojik, ekonomik, toplumsal etkileriyle otoriter yönetimleri destekleyen, burjuva demokrasisini ve temel hak ve özgürlükleri yok sayan boyutları vardır. Madencilik faaliyetlerini yoksul ülkelere dayatan emperyalist ülkeler, sadece eski tip sömürgeciliği diriltmekle kalmıyorlar kendi toplumlarını da "dönüşüm" vaadiyle yönetilebilir kılıyor ve böylece toplumsal yıkımları da dışsallaştırıyorlar: yolsuzluk, çatışmalar, siyasi istikrarsızlık, karaborsa, insan hakları ihlalleri… Enerji ve dijital yeşil dönüşümün çevreci-kalkınmacı söylemleri, bu dönüşümler için gerekli minerallerin başta Çin olmak üzere çevresel ve sosyal yönden ciddi bedeller ödeyen ülkelere kaydırılması gerçeğini gizliyor.