14 Aralık 2024 Cumartesi

SKM'den 'kadına yönelik şiddete karşı harekete geç' paneli

Kadına yönelik şiddeti karşı mücadele yöntemlerini tartışmak için Gazi'de kadınlarla bir araya gelen SKM, özsavunmanın meşruluğunun altını çizdi ve sahiplenmek gerektiğini kaydetti. Kadın cinayetlerine karşı düzenlenen panelde, 25 Kasım'da Taksim'i kuşatma çağrısı yapıldı.

Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM), İstanbul'un Sultangazi ilçesinde "Kadın cinayetlerine karşı harekete geç" şiarıyla panel düzenledi. Gazi Cemevinde gerçekleşen panelin moderatörlüğünü Fatma Gülseren üstlenirken SKM Genel Meclis üyeleri Sezin Uçar ve Meliha Kayacı sunumlarıyla katkı sundu.

Kadın ve çocuğa yönelik şiddetin artarak sürdüğüne dikkat çeken Gülseren, "Bize düşen görev de örgütlenmek ve örgütlü mücadele yürütmek. Artan erkek şiddetine karşı sessiz kalmayarak harekete geçmek" dedi. Panelin amacının Gazi'deki kadınları bir araya getirmek ve kadına yönelik şiddete karşı mücadele yöntemlerini konuşmak olduğunu ekledi.

'KADININ ÖFKESİ VE İSYANI BAŞKA BİR TABLO YARATIYOR'
SKM Genel Meclis üyesi Meliha Kayacı, 25 Kasım sürecinde olduklarını hatırlattı. Kadına yönelik şiddeti 25 Kasımlarla sınırlamadıklarını söyleyen Kayacı, 25 Kasım'ın tarihçesini hatırlattı. Dominik Cumhuriyetinde Mirabel Kardeşlerin katledilmesinin ardından başlayan mücadeleye işaret eden Kayacı, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin kadın kırımına dönüştüğünü vurgulayarak, buna karşı kadınların öfkesinin, isyanının büyüdüğüne işaret etti.

'ÖZGECAN'IN ARDINDAN KADINLAR ÖFKEYLE SOKAĞA ÇIKTI'
Kadınların baskı, zorlama ve sömürüye razı gelmeyerek itiraz ettiğini kaydeden Kayacı, kadınların yaşamlarını korumak için isyan ettiklerini söyledi. AKP-MHP erkek egemen iktidarı döneminde kadının her türlü hak ve talebinin yok sayıldığını, kadının sadece aile içinde tanımlandığını belirten Kayacı, kadınların buna "makbul kadın olmayacağız" diyerek isyan ettiklerini hatırlattı. Özgecan Aslan'ın vahşice katledilmesi sonrası tüm kentlerde kadınların sokaklara çıkarak isyan ettiğini anımsatan Kayacı, "Kadınlar hem geleceklerine, hem de yanıbaşındaki kadınların geleceğine sahip çıktı. Özgecan Aslan isyanı bu haliyle tarihe geçti" diye konuştu. 

'ÖZGÜRLÜK ALANI BIRAKILMAYAN BİR KADIN BEKLENTİSİ VAR'
Kadın katliamı ve kadına yönelik şiddetin çoğunlukları en yakındaki erkeklerden geldiğini kaydeden Kayacı, "Bu şiddeti kimi yaptırımlarla, hukuki normlarla önleyebilecek bir mekanizma gereklidir diyen İstanbul Sözleşmesi var. Ki bu sözleşme kadınları şiddetten, taciz, tecavüzden koruyabilecek bir sözleşme iken bir gecede AKP iktidarı sözleşmeden çıktı. Çünkü faşist islamcı muhafazakar bir yapı olarak, ideolojik olarak ona göre kadının özgürlüğü aslında olmamalı. Kadın kendini birey olarak görmemeli. Aile içinde annelik rolüyle biçimlenmiş, eşiyle, eviyle sınırlanmış bir kadın formüle ediliyordu. Kadın boşanmasın, şiddete razı gelsin istiyor" sözleriyel İstanbul Sözleşmesi'nden imzanın çekilmesi kararının nedenlerine dikkat çekti.

'BİRBİRİMİZE İHTİYACIMIZ VAR'
AKP-MHP iktidarının kadının özgürlük alanlarını sınırlandırmaya çalıştığını vurgulayan Kayacı, kadınların öfkesini en çok sokağa yansıttığı zamanın kadın cinayetlerinin gerçekleştiği dönem olduğunu belirterek, "AKP iktidarında kadınlar bedeniyle de emeğiyle de çok fazla sömürülür. Ama bunların hepsine itiraz ettiğimizde, sokaklara çıktığımızda, hakkımızı aradığımızda onlara göre bir sürü adımız, mahlasımız var. Zaman zaman sürtük de oluruz, iffetsiz de. Biz hem kendimizi hem de yanıbaşımızdakini korumak için sokağa çıkıyoruz. Bizim birbirimize ihtiyacımız var" dedi.

Kayyum saldırısına da değinen Kayacı, buradaki kadın kazanımlarının gasp edilmeye çalışıldığına dikkat çekti. 

'ÖZSAVUNMAMIZI KULLANMAK ZORUNDAYIZ'
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü olan 25 Kasım'ın yaklaştığını hatırlatan Kayacı, önceki yıllarda yaşanan yasaklamaları hatırlattı. 25 Kasım ve 8 Mart eylemlerine yönelik yasaklama kararlarını tanımayarak daha fazla sahip çıkma çağrısında bulunan Kayacı, kadın cinayetlerine karşı özsavunmanın önemine de vurgu yaptı. Çilem Doğan'ın ölmemek için öldürdüğünü hatırlatan Kayacı, kadınlarda özsavunma bilincinin son dönemde gelişmeye başladığını belirtti. Kayacı, "Hem kendimizi hem de yanıbaşımızdakini korumak için özsavunmamızı kullanmak zorundayız" çağrısı yaptı.

'ŞİDDETİN KAYNAĞI EŞİTSİZLİKTİR'
Ardından SKM Genel Meclis üyesi avukat Sezin Uçar söz aldı. Sayısal verilere bakıldığında kadına yönelik şiddetin arttığının görüldüğünü, aynı zamanda şiddetin uygulanış biçimiyle ilgili niteliksel olarak da farklı bir durum ortaya çıktığını dile getiren Uçar, Edirnekapı surlarında gerçekleşen kadın katliamını örnek olarak gösterdi. Kadına yönelik şiddetin kaynağı bulduklarında doğru mücadele yöntemi geliştirebileceklerini söyleyen Uçar, şiddetin kaynağını eşitsizlik olarak tanımladı. Erkek egemen politikaların devlet tarafından teşvik edildiğini, televizyonda her gün kadın ve erkeğin eşit olmadıının empoze edildiğini hatırlata Uçar, "Kadın cinsiyle erkek cinsinin eşit olarak görülmemesi sonucunda şiddet uygulanıyor. Şiddetin her türlüsü bakımından, cinsler arası dışındaki şiddet açısında da böyle" dedi.

'KADIN ÇALIŞMA YAŞAMINDA YOKMUŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR'
Kadınların şiddet gördüğünde koruma kararı alamadığını hatırlatan Uçar, kadınların bu süreçlerde yaşadığı sorunları şu örneklerle anlattı: "Başvuruyu yaptığımız erkek polis, aynı zamanda kendi de evde kadına ve çocuklarına şiddet uygulayan bir insan yüksek ihtimal. Uygulamasa bile şiddet uygulamayı meşru görüyor. Mahkemeye katılıyoruz, sürekli kadını suçlayan, kadının mutlaka hata yaptığını ve bunun sonucu şiddete uğradığını söyleyen yargıç ve hakimlerle karşı karşıyayız. Çocuklarımızı okula gönderiyoruz, ders kitaplarında anne figürü olan kadın yemek yapıyor. Sanki kadın çalışma yaşamında hiç yok. Erkek çalışıyordur, kadın hizmet ediyordur."

'İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE 6284 KADINLARIN KAZANIMIDIR'
Şiddetin ortadan kalkması için eşitliğin gelmesini beklemediklerini, bunun için mücadele ettiklerini vurgulayan Uçar, "Mücadele ettiğimiz her anda da somut kazanımlar elde ediyoruz. Yakın tarihte kadınların çok önemli kazanımları oldu. İstanbul Sözleşmesi birisi. 2011'de Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan ülkeler arasında. O yıllarda da kadına yönelik şiddet bugünkü gibi çok arttığı, kadınların ölüm haberlerini her gün aldığımız buna paralel olarak kadın özgürlük mücadelesinin de çok yükseldiği bir dönem. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesini o dönemin hükümeti kadınların baskısıyla imzalamak zorunda kaldı. Yaşadığımız coğrafya kadına yönelik şiddete karşı önemli mücadelelerle dolu. Dayağa Karşı Kampanya gibi. 6284 sayılı yasanın da yürürlüğe girmesi kadınların kazanımıyla oldu. Bu yasa öncesi de koruma kararı alınabiliyordu. Ama bir darp raporu isteniyordu, belgelenmesi isteniyordu. Çok tartışıldı. Kadınlar şiddet gördüğü bir ortamda, bazen canımızı zor kurtarıyoruz. Bazen çocuğumuzu şiddetten zor kurtarıyoruz. Böylesi bir ortamda hastaneye gitme imkanı bulamayabiliyoruz. Darp raporu almamız gerektiğini bilmiyor da olabiliriz. Kadınların mücadelesiyle bu şart ortadan kaldırıldı. Artık herhangi bir belgeye gerek kalmaksızın sadece kadınların beyanıyla uzaklaştırma kararı alınabilir hale geldi" dedi.

'ARABULUCULUK KURUMUYLA KADINLAR BOŞANMAYI DÜŞÜNMESİN İSTİYORLAR'
İstanbul Sözleşmesi sonrası 6284'ün ve nafaka hakkının da kadınların elinden alınmak istendiğine dikkat çeken Uçar, "Nafaka veren erkekler dünyanın en mağdur insanı gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Halbuki böyle bir durum yok. O kadar cüzi oranda nafaka çıkıyor ki; kadın ve çocuğun yaşamını idame ettirecek rakamlar değil. Bu da erkek egemen siyasal rejimin, erkek egemen yargının kadınlar üzerindeki, kadınların kazanımlarına dönük saldırıların başlıcaları. Bir diğer husus da arabuluculuk. Boşanma davalarında yok, ama onun için de tartışılıyor. Şuna vesile olsun isteniyor, kadınlar bir kez daha barışma ihtimalini düşünsün, boşanmaktan vazgeçsin. Aileyi kurtaralım, düzen bozulmasın diyerek kadının gördüğü şiddeti artıran bir duruma da dönüşmüş oluyor. Zaten boşanma davası açtığında fiziksel şiddet var mı diye soruyorlar. Psikolojik şiddet, cinsel şiddet, ekonomik yokmuş gibi yaklaşımlar var. Arabuluculuk kurumu gelsin kadınlar daha zor boşansın istiyorlar" diye ekledi. 

Kadınların çantasında koruma kararı varken katledildiğini ya da uzaklaştırma kararı varken kapısının önündeki erkeği şikayet için karakolu aradığında karşılık bulamadığını dile getiren Uçar, "Kadını büyük oranda korumaya hizmet edemeyen kararlar. Yine de mücadele sonucu elde ettiğimiz bir hak ve vazgeçmemek gerek" vurgusu yaptı. 

'ŞİDDETE UĞRAMAYI HAK EDEN VE HAK ETMEYEN KADIN ALGISI YARATMAYA ÇALIŞIYORLAR'
Özgecan isyanına ek olarak Münevver Karabulut ve Şule Çet cinayetini hatırlatan Uçar, "Münevver Karabulut'un ailesi yoksul, ama öldüren kişi ve ailesi son derece zengin. Bu katliamın üstünü örtebilecek, delilleri karartabilecek, yargılamanın önüne geçebilecek bir aile. Bu faktörden ötürü de Münevver Karabulut cinayeti, toplumda adaletin simgesi haline geldi. Şule Çet de genç bir kadın. Dedik ya öldürülen kadın suçlanıyor, gerek yaşam tarzı, duygusal ilişkileri, aile ilişkileri konuşuluyor hep. Şule Çet de evli olmadığı bir erkekle gittiği plaza odasında camdan atılarak hayatını kaybeden bir genç kadın. Toplumun o çeşitli ahlak normları içinde değerlendirildiğinde toplumun sahiplenemeyeceği bir profildeydi. Ama genç kadınların davayı ele alışı, Şule Çet davası ve adalet mücadelesi bakımından yaptığı çalışma toplumdaki algıyı yıktı. 'Şule Çet evli olmadığı biriyle gecenin o saatinde orada ne işi vardı, yabancı bir erkekle genç bir kadının plazada ne işi vardı' sorusunu sordurtmadı. Birileri namuslu birileri namussuz diyerek kategorize ederek şiddete uğramayı hak etmiş kadınlar var, şiddete uğramayı hak etmemiş kadınlar var ayrımı yaratmaya çalışıyorlar şiddetin üstünü örtmek için" dedi.

'ÖZSAVUNMA MEŞRULUĞUNU SAHİPLENMEK, GELİŞTİRMEK GEREK'
Cezasızlık politikasına karşı özsavunmanın önemine dikkat çeken Uçar, "Kendi kendimizi koruyamadığımız, hemcinslerimizi koruyamadığımız sürece şiddeti bertaraf etmek adına şiddet uygulamadığımız sürece kadına yönelik şiddet maalesef devam edecek. Mutlaka özsavunma pratiklerini güçlendirmemiz gerekiyor ki şiddeti bertaraf edelim. Bazen minibüste yaşanan tacizi teşhir etmek, tacizciyi dövmek de olabilir; bazen de yaşamlarına sahip çıkan Çilem gibi Yasemin gibi de olabilir. Kimse bir başkasını öldürmek istemez. Çilem, Yasemin, Name burada olsa öldürmek istemediklerini ifade edeceklerdir, ama onları öldürmeye yönelen bir erkeğin varlığını düşünürsek iyi ki öldürdü demek de gerekiyor. Çünkü hayatta kalan erkek olacaktı. Özsavunma eyleminin meşruluğunu savunmak, pratiklerini geliştirmek hem kendimiz hem de hemcinsimiz bakımından önemli" ifadelerini kullandı.

Sunumların ardından panel soru, cevap ve özsavunma yöntemlerinin tartışılmasıyla sürdü. Son olarak Gazi Mahallesinde erkek şiddetiyle katledilen Pınar Bektaş'ın 19 Kasım'da görülecek davasına ve 25 Kasım'da Taksim'e çağrı yapıldı.