19 Nisan 2024 Cuma

Eleştirinin ve eylemin diyalektiği

Siyasal savaşımı büyüttüğümüz oranda kendimizi aşacağımızı, kitle örgütlenmesini başardığımız ve sürekliliğini güvencelediğimiz oranda devrimin önderliğine yürüyeceğimizi, devrimci eylemde ısrar ettiğimiz oranda arınacağımızı bir an olsun unutmayalım. Eylem yoksa anlamak da yok! Eylem yoksa değişmek de yok!

"Gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir." Karl Marks

Bir devrimci eylem felsefesi olarak Marksizm Leninizm'i kendinden önceki bütün felsefi-ideolojik akımlardan ayıran en temel yanı kendi gerçeğini kavraması, gelişimini yönetmesi ve aşarak ilerlemesidir. Bu onun varoluş mantığıdır ve hiç şüphesiz eleştiri bu varoluş halinin en temel unsurudur. Hatta denilebilir ki, eleştiri asıl devrimci anlam ve işlevini Marksist harekette bulur.

Marksist Leninist hareketin Türkiye ve Kürdistan coğrafyasındaki cisimleşmiş hali olan komünist öncünün 27 yıllık gelişim serüveni de Marksizm-Leninizm'in bu temel niteliğinin yansımasıdır. O'nun doğumu ve varlığının adı olan Birlik Devrimi, tam da bu fikrin yalın anlatımıdır. Bir örgütsel toplam oluşturmaktan çok çok öte anlama sahip olan Birlik Devrimi, Marksizm'in bu en esaslı niteliğini, eleştirel devrimci analizi ve yöntemi kendi doğumunun sancısı yapmaktır. Öyle ki, birliği önceleyen o doğum sancısı sonraki yıllar boyunca öncünün bilinçli gelişiminin uyarıcısı olmuş, varlığı hangi biçimde tehdit altına girmişse orada ona yaşamsal bir soluk sunmuştur.

Komünist öncü 27 yılı geride bırakıyor. Bu tarihin şanlı başarılarından ve uğursuz yenilgilerinden ayrı bir özeti yapılacak olursa eğer, denilebilir ki, 27 yıllık tarih kendi gelişimini yönetme tarihidir. Kendi gelişimini yönetme, varlık nedenine, o büyük devrimci iddiaya sıkı sıkıya bağlı kalmak, varlığını amacına sabitlemektir. Komünist öncü, kendi tarihsel serüveni içinde amacıyla durumu arasında birbiriyle bağdaşmayacak görünüm kazandığı her durumda kendi gerçeğini değiştirme yoluna girmiş, değişim gücünü ise eleştiri-özeleştiride bulmuştur. Zira, eleştiri-özeleştiri öncü için kendisini yenilemek, değiştirmek dışında başka bir şey değildir. Öncünün politik-örgütsel varlığı ve gelişim seyri kadar onun eleştiriyle kurduğu devrimci ilişki de Türkiye ve Kürdistan birleşik devrim hareketine güçlü bir ideolojik nitelik katmıştır.

Komünist öncü için eleştiri-özeleştiri bir süreklilik halidir. Bir kez kullanılan ve sonra kenara bırakılan ya da en iyi halde yalnızca durum alarm zilleri çaldığında sandıktan çıkarılan paslı bir silah değildir. Bir kendini kurma biçimi, kendini ortaya koyuş ve kendinden başlamaktır. Değişimi, gelişimi güncel savaşımın içinde başarmaktır. İşte bugün, sömürgeci faşist terör altında durmaksızın mücadele veren devrimci sosyalistler bir kez daha kendi gerçeğini yönetme, aynı anlama gelmek üzere eleştiri-özeleştiri göreviyle karşı karşıyalar.

Fakat hayır! Kendi başına amaç haline getirilmiş ve hatta soysuzlaştırılmış bir eleştirellikten söz etmiyoruz. Kendi durumunu o büyük amaçla bağı içinde yeniden uyarlamak için görev başına geçiyoruz. Eleştiri adına yıkan değil, yeniden kuran bir perspektiften bakıyoruz. Devrimci eleştiri başka nedir ki! Üstelik tablo kimseyi yanıltmasın; bu yalnızca fiili-meşru mücadele alanında yaşanan örgütsel daralma, 6 yıl boyunca dayatılan tasfiyeci kuşatmanın yarattığı kanamadan dolayı değil, bundan daha çok henüz başında olduğumuz yeni dönemin devrimci önderliğini üstlenmek göreviyle yüz yüze olduğumuz için, yıkılmaya mahkum faşist şeflik rejiminin mezarını hazırlamak için buna ihtiyaç duyuyoruz. Kendimize dönmek, içe kapanmak için değil, bilakis kafamızı daha yukarı kaldırmak ve dağın ardından sökün eden ufka bakarak yürüyüşümüzü ilerletmek istediğimiz için bunu yapıyoruz. Çünkü, öncünün fiili meşru mücadele bölüğü olarak devrimci sosyalistler durumlarından memnun olmadıkları, buna karşılık emekçi sol hareketin ve antifaşist kitlelerin kendilerinden beklentilerini karşılamak zorunda olduklarının bilincindeler. İşte bu bilinç hali tam da bu anda eleştiriyi ve özeleştiriyi devrimci eylemle bağını kurarak en etkin şekilde kullanmaya çağırıyor.

Peki bu nasıl başarılacak? Bir yürüyüş halinde iç muhasebe, eleştiri, özeleştiri ve değişim nasıl sağlanacak? Bütün mesele eleştiriyi ve özeleştiriyi değişimle, bir başka anlatımla devrimci eylemle buluşturmaktır. Bu ise Marksizm'e bütün ruhunu veren "yalnızca yorumlamak değil, değiştirmek" fikrini hareket noktası olarak almaktır. Komünist öncünün tarihi böylesi kritik anları güçlü temelde aşmanın verileriyle doludur. Kendisini amaçlaştırarak değil, değişimi, ilerlemeyi ve nihai amacını esas alarak ilerlediği içindir ki, öncü, böylesi dönemlerden daha güçlü çıkmasını bildi. Kolektivizm ilkesinden bir milim dahi sapmadan, kendi hukukuna bağlı kalarak, örgütsel mekanizmalarını işleterek ve fakat yüzünü daima mücadelenin ana unsuruna, yani kitlelere dönerek, sözünü devrimci eylemin tam ortasında sınayarak başardı bunu. Siyasal savaşımla ve onun güncel ihtiyaçlarıyla bağı kopartılmış, örgütsel mekanizmalara daraltılmış bir eleştiri sürecinin sığ sularda kulaç atıp bütün çabaya rağmen ilerleyememekten, nihayetinde bitip tükenmekten başka bir anlamı yoktur. Elbette eleştiri-özeleştiri silahı hem kadrolar hem de organlar açısından işleyen belirli bir mekanizmaya ihtiyaç duyar. Bu deneyimler kendi tarihimizde verilidir ve devrimci sosyalistler de bir süredir bu doğrultuda pratik adımlar attı, atmaya devam ediyor. Ancak amacımız nasıl bir eleştiri-özeleştiri mekanizmasına ihtiyaç duyduğumuz değil; bu sürecin hangi bilinç ve yöntemle, nasıl bir ideolojik-politik görüş açısıyla ele alınacağıdır. Dolayısıyla mesele sığ sularda kendi gerçeğimize bakmak değil, kitle denizine dalarak arınmaktır. Tüm kadro yapısının ve parti örgütlerinin, öncünün, genel siyasal savaşımın, daha somut olarak da kitle mücadelesinin önderliğini üstlenmesi görevinin sorun ve ihtiyaçlarına odaklanması, kendisiyle, bağlı bulunduğu parti organıyla ve nihayetinde amacıyla kurduğu ilişkiden bakarak bu süreci ele alması aslolandır. Bir ton eleştiri yapmak, ancak kendi görev ve sorumluluklarıyla bağını kurmamak, toplamda da partiyi kitlelerin önderliğine doğru itecek bir pratikten yoksunlukla konumlanmak bir Marksist devrimciden uzak dursun. Politik-örgütsel zeminde eleştiri ve özeleştiriyle kurulacak bağın ana halkasının partiyi kitlelere doğru harekete geçirme ve bu pratik içinde yeni, taze kuvvetlerle buluşma olduğu daima akılda tutulmalıdır. Parti kitlelere gitmiyorsa yeni kuvvetler de yok demektir. Yeni kuvvetlerin olmadığı yerde yeni bir enerji, motivasyon, yeni örgütler, yeni ilişki ağı, yeni görevler yok demektir. Yeni bir şey yoksa o halde değişim de yoktur. Bu ise durağanlıktır, en iyi halde bir çemberin içinde dolanıp durmaktır. Kitleler sabırsız. Öfkeli. Ancak bu sabırsızlığı ve öfkeyi örgütlü devrimci eylemle buluşturacak bir öncülükten, örgütlülükten yoksun. Parti, bunun için var. O'nun varlık amacı kitleleri örgütlemek, seferber etmek, diktatörlüğün karşısına dikmek ve nihayetinde devrimci bir düzeni, sosyalizmi kurmaktır. Bu perspektifi görmeyen, ıskalayan bir eleştiri silahı ters teper, dönüp kendisini vurur.

Şimdi bir yandan kendi hata ve zaaflarımıza, yetmezliklerimize bakarken diğer yandan sokakları adımlamalı, işçi sınıfı ve ezilenlerle temas noktalarını çoğaltmalıyız. Kitlelere dönük adımları sıklaştırmalı, safları büyütmeliyiz. Siyasal savaşımı büyüttüğümüz oranda kendimizi aşacağımızı, kitle örgütlenmesini başardığımız ve sürekliliğini güvencelediğimiz oranda devrimin önderliğine yürüyeceğimizi, devrimci eylemde ısrar ettiğimiz oranda arınacağımızı bir an olsun unutmayalım. Eylem yoksa anlamak da yok! Eylem yoksa değişmek de yok!

27 yıllık tarihimiz bunu anlatıyor. 28. kavga yılı bizi bu bilinçle görev başına çağırıyor. 1994'te Birlik Devrimi'ni, o büyük pratik devrimci eleştiriyi kitlelere götüren ilk kızıl karanfilimiz Erdal Balcı… 2001'de amaca bağlılığın adı, ölüm orucu siperinin ölümsüz neferi Tuncay Yıldırım… 2012'de yenilenmenin, arınmanın, kendini yıkıp devrimci eylem içinde kurmanın militanı Yasemin Çiftçi… Ve listelere sığmaz binlerce ölümsüzümüzün çağrısı… Bize neyi anlatıyor?

Şan olsun, O'na ve onlara!

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 10 Eylül tarihli 27. sayı başyazısı.