20 Nisan 2024 Cumartesi

Tahir Laçin yazdı | Nerede duruyorsunuz?

İnsanlık tarihinde yarattığı bilgi ile belleğini zenginleştiren komünist birey ve parti, komünist kültür ve ahlakla donanır. Komünist kültür ve ahlakla donanmış her birey, her günkü yaşamını, kavgasını bu bakış açısıyla yürütür. Burjuva düzenin, toplumun ona dayattığı kültür ve ahlakı reddeder. Dostluklarını, arkadaşlıklarını, sevgisini, cinsel yaşamını ve çevreyi komünist, devrimci kültür ve ahlak ışığında inşa eder. Sınıfsal, cinsel, ulusal düşmanlarıyla barışık bir ilişki kuramaz, kurmaz.

"İnsanlar her zaman aldatılmanın ve kendi kendini aldatmanın saf kurbanları olmuşlardır ve herhangi bir ahlaki, dini, politik, sosyal safsata, açıklama ve vaadin arkasında şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece kurban olmaya devam edeceklerdir..." (Seçme Eserler cilt: 11, sf: 18 Lenin)

"Baskının olduğu yerde, zorun olduğu yerde, özgürlüğün olmadığı, demokrasinin olmadığı açıktır" der Engels. Faşist rejimin demokrasinin, özgürlüklerin düşmanı olduğu ispata gerek duyulmayacak kadar bir gerçekliktir. Ancak hak ve özgürlüklerin tek düşmanı faşist rejim değildir. Burjuva demokrasisi de (devlet) işçilerin, kadınların vd. ezilenlerin hak ve özgürlüklerine düşmandır. Neticede, tüm sömürücü, talancı, soyguncu sınıfların iktidar erki, ezilen ve sömürülenler için baskı, tahakküm ve zapturapt altında tutma aygıtıdır.

Özgürlüklerden bahsedildiği yerde ne sömürüden ne sömürülenden, ne ezenden ne de ezilenden bahsedilir. Buna da sınıfsız, sömürüsüz toplum, komünizm denir.

Bugün bütün kötülüklerin kaynağında yatan nedir? Emeğin toplumsal karakteri ile özel mülkiyet arasındaki temel çelişkidir. Yani bir yanda değerler yaratan büyük bir çoğunluk, diğer yanda ise bu değerlere el koyan küçük bir azınlık. Peki, bu küçük azınlık bunu nasıl başarır? Birincisi, zor aygıtı devleti aracılığıyla, ikincisi ideolojik, politik, kültürel, felsefi vs. çok çeşitli argümanlar kullanarak sömürülen, ezilenlerin rızasını yaratarak. Örneğin, burjuva ulus devleti kutsallaştırarak. Felsefi idealizmi toplumun beynine sürekli şırınga ederek. Kitlelerin inancını tarihsel toplumsal kültürü, ahlakı egemen sınıfın, burjuvazinin lehine sonuna kadar kullanarak vs. vs...

Bütün bu kuşatılmışlık altında kendisi, sınıfı, cinsi, ezilen, sömürülen ulusu vs. için mücadele etme bilincine varmamış sömürülen ve ezilenler, sömüren ve ezenin hizmetkarıdır. Bu hizmetkarlığın son bulması, ancak maddi gerçekliğin bilince çıkarılması ve bu uğurda yürütülecek savaşımla mümkündür.

"İnsan toplumunun oluşturduğu her şey Marx tarafından eleştirel olarak işlenmiştir. İnsan düşüncesinin yarattığı her şey, onun tarafından işlenmiş, eleştirilmiş, işçi hareketi içinde denetlenmişti ve daha sonra Marx, bakış açıları burjuva toplumu aşamayan ya da burjuva ön yargılara bağlı insanların çıkaramayacağı sonuçları çıkarmıştır." (Seçme Eserler sf: 513 Lenin)

Sınıfsal, cinsel, ulusal özgürlük ve kurtuluş bilincine varmış bir birey ezene, sömürene hizmetkarlıktan kopar. Bununla yetinmez ezene ve sömürene karşı savaşa girer. Mevcut düzenle, sömüren ve ezenlerle görünür, görünmez bağlarını kopardığı ölçüde özgürlük ve kurtuluş savaşımında güçlü, yıkılmaz kaleye, burjuva düzene karşı zaferler kazanan iradeye dönüşür. Görünmez her bağını koparamayanlar, burjuvaziyi her gün her saat komünist devrimci saflara taşırlar. Komünist, devrimci safları zehirlerler. Devrimci komünist bir birey burjuva yaşama itibar etmez. Burjuva bir unsura "dost, sevgi" ile bakmaz. Burjuva kültürü, ahlakı tereddüt etmeden reddeder. İnsanlık tarihinden süzülmüş kültürü tarihsel materyalist bir bakış açısıyla ele alıp yeniden kalıba döküldüğünde proleter kültür gerçekliği ile buluşulur. Marx ve Engels bu yolu gösterdiler. Lenin ve Stalin aynı yolda yürümenin gerekliliğini zafer ve zaferlerin bu bilinç ve eylemde yattığını gösterdiler.

Bu bağlamda, marksizmi, leninizmi kendine kılavuz alan çok sayıda önderin, örgüt ve partinin, özgürlük ve kurtuluş savaşımında büyük zaferler kazandığına 20. yüzyılda karşılaştığımızın da altını da çizelim.

İnsanlık tarihinde yarattığı bilgi ile belleğini zenginleştiren komünist birey ve parti, komünist kültür ve ahlakla donanır. Komünist kültür ve ahlakla donanmış her birey, her günkü yaşamını, kavgasını bu bakış açısıyla yürütür. Burjuva düzenin, toplumun ona dayattığı kültür ve ahlakı reddeder. Dostluklarını, arkadaşlıklarını, sevgisini, cinsel yaşamını ve çevreyi komünist, devrimci kültür ve ahlak ışığında inşa eder. Sınıfsal, cinsel, ulusal düşmanlarıyla barışık bir ilişki kuramaz, kurmaz. Kurarsa ne olur? Lenin, "Bu konuda gösterilecek her zaaf, her kararsızlık, her duygusallık sosyalizme karşı en büyük ihanet olur" diyor. Ve bize daha fazla söz söyleme fırsatı vermiyor.

Dolayısıyla, her komünist, her devrimci düşmanlarına karşı nasıl bir tavır alması gerektiğinin bilincinde hareket eder. Dostluklarını, sevgisini, aşkını özgürlük ve kurtuluş cephesinde yeşertir, büyütür ve çoğaltır. Proleter ahlak her komünistten nasıl bir yaşam, bir ilişki, bir aşk tahayyül ediyorsa, ona göre yaşamak, ilişki kurmak ve aşkı yaşamak, sıradan olanla, bir komünisti birbirinden ayıran temel olgudur. Bir komünist (kadın veya erkek) ister bir geceliğine, ister bir süreliğine bir sınıf düşmanıyla "aşk, ilişki" yaşayabilir mi? "Keyif benim, karar benim, kimse karışamaz, yaşarım" diyebilir mi? Karar senin, keyif senin doğru ama bunun burjuva bir yaşama, burjuva saflara bir savruluş, sıradan burjuva hizmetkarlığına bir sığınış olduğunu söyleme, teşhir etme, tavır alma hakkı da her ahlaklı komünist bireyin, örgüt ve partinin tarihsel sorumluluğu. Lenin'in dediği gibi: "...Biz kaynağı insan toplumun dışında olan bir ahlak tanımıyoruz; bu bir aldatmacadır. Bizim için ahlak proleter sınıf mücadelesinin çıkarına tabidir." (Seçme Eserler Cilt: 9, sf: 518)

Yalnızca sınıfsal, komünist bakış açısından değil, ulusal boyunduruk altında tutulan, işgale uğramış ezilen veya sömürge bir ulus her onurlu bireyi (kadın veya erkek) de işgalci-sömürgeci devletin, onun savaş güçleri ile ne dostluk ne sevgi ne de aşk ilişkisi kurar, kuramaz. Kurarlarsa, bunun işgalci, sömürgeci güçlere hizmetkarlık, kölelik anlamına geldiğini söylemek de bizim devrimci, komünist sorumluluğumuzdur.

Komünist bireyi sıradan insanlardan ayıran temel özellik, sınıfsız, sömürüsüz bir topluma olan inanç ve bu inanç doğrultusunda bilinçli eylemleridir. Bu bilinçli eylem bir komünistin bütün yaşamını kapsar. Proleter tutku ve ahlakta bir komünistin yaşamında tayin edici bir yere sahiptir. Bu bağlamda, bir özgürlük ve kurtuluş savaşçısı ne giyeceğine, ne yiyeceğine, nasıl bir yaşam süreceğine bu komünist kültür ve ahlak çerçevesinde yön verir.

Bugün burjuva gerici, sömürücü faşist rejim koşullarında sınıfsal, ulusal, cinsel, özgürlük ve kurtuluş savaşımı yürüten her birey, her yapı bu gerçeklik ışığında savaşım sürdürürken, burjuva sıradan yaşamdan, kültür ve ahlaktan uzak durmayı, devrimci, komünist kültür ve ahlakla yaşamayı yeğlemelidir. Ezilen ve sömürülen milyonları da burjuva, feodal kültür ve ahlaka kazanılması, bunun için çalışılması tarihsel olduğu kadar, güncel bir görevdir.

Özcesi şu: Ya sevdamızı, aşkımızı soylulaştıracağız ve öyle yaşayacağız ya da sıradan olan, bir yanında burjuva, diğer yanında feodal, ya da bu iki toplumun iç içe geçmiş ahlak ve kültürünün, sevgi ve aşk anlayışının kölesi olacağız. Kuşku yok ki kararlarımız ve seçimlerimiz nerede durduğumuzu, kimlik ve kişiliğimizi de belirler.

Komünist kültür, ahlak sıradanlığını, kendiliğindenciliğin, burjuva ahlakın tam karşıtlığıdır. Duygular komünist bilinçten süzüldüğünde soylulaşır. "Duygularının götürdüğü yere git" ise burjuvazinin herkesi kendi kültür ve ahlakına, bataklığına çağrısıdır. Biz tüm ezilen ve sömürülenleri proleter kültür ve ahlaka en güçlü şekilde çağırmakla yükümlüyüz.