28 Mart 2024 Perşembe

Senin sesin yenilgi tanımaz, bu abluka dağıtılacak

Rojava devrimi, ulusal bir karakter taşımakla birlikte, onu aşan toplumsal bir devrimdir. Bu devrimin yaşaması dolaysız biçimde Ortadoğu devrimlerine ve dünya devrimlerine bağlıdır. Bugün küçük bir toprak parçası, emperyalist kapitalizme kafa tutmayı başarıyor. Ancak, karşıdevrim cephesinde yeni mevziler açılmaz ve yeni devrimlerle karşıdevrim cephesi çatlatılmazsa Rojava devriminin yaşama olanakları da azalacaktır. Başta Türkiye-Kürdistan devrimcileri olmak üzere tüm dünyada Rojava’nın yanında olan devrimci demokratik cephe bu gerekliliği görmelidir.
 

Devrimlerin kaçınılmaz kuralı bir kez daha kendisini gösterdi ve karşıdevrim cephesi, devrimi yenilgiye uğratmak amacıyla birleşmeyi başardı. Başını ABD ve Rusya’nın çektiği emperyalistler, onların askeri ve siyasi kurumları, gerici bölge devletleri ve işgal gücü olarak da sömürgeci faşist Türk devletinin başlattığı Rojava’yı işgal savaşı, yirmi birinci yüzyılın ilk devrimi olan Rojava devrimini yenilgiye uğratmak için gerçekleşti. Devrimin, karşıdevrim kampındaki çelişki ve çatışmalarından çok daha kudretli ve egemenler açısından çok daha korkutucu olduğu bu kez de Rojava topraklarında doğrulandı.

Şimdilerde kimileri, işgal saldırısına emperyalistlerce onay verilmediğini, aslında Türkiye’nin bataklığa çekilmek istendiğini, bu amaçla emperyalistlerin Erdoğan’a oyun oynadığını, arzulananın büyük yaptırımlarla Erdoğan’ı zayıflatmak olduğu gibi hikayeler anlatıyor. Belli ki alıcısı bulunursa benzeri hikayeler anlatılmaya devam edecek. Ancak bu ve benzeri görüş açılarına bel bağlamak, yalnızca devrimi güçten düşürmeye ve devrimci görüş açısını sakatlamaya yarıyor.

Elbette ki emperyalistlerin kendi aralarında ve Türkiye ile kimi çelişkilerinin var olduğu malumdur. Çok uzun olmayan bir zamanda, bu işgal saldırısının Erdoğan ve AKP’yi geri vuracağı da bir o kadar gerçektir. Ancak ortada duran buz gibi gerçek başkadır. Amaçlanan, Türkiye-Kürdistan ve Ortadoğu’dan devrimi tasfiye etmektir. Devrimci olmayan bir gelecek tasarrufudur. Başarılmak istenen ezilenlerin devrimci ordusunu düzen sınırları içerisine çekmek ve halkların geleceğine ipotek koymaktır.

Çünkü Ortadoğu’da çelişki ve çatışmalar bitmeyecek. Sürecin kaos, istikrarsızlık ve isyan süreci olduğunu görmeyen kalmadı. Bu yüzdendir ki emperyalistlerin, bölge gericilerinin ve faşist sömürgeci rejimlerin devrimci olana tahammülü yok. Rojava işgaline verilen onay burada aranmalıdır. Devrimci Rojava’nın varlığı, onun devrimci ordusunun gücü ve öncülerinin devrimci kararlılığı her yeni durumdan devrimler çıkartmaya, devrimlerin coğrafyasını genişletmeye muktedirdir. Bu devrimci gücü zapturapt altına almak olanaksızdır. Egemenlerin nazarında ezilenlerin silahlı ordusu yaşadığı, devrim de ayakta kaldığı müddetçe rahat bir gün olmayacak. Bu yüzden saldırının mahiyeti görünenden çok daha kapsamlı ve derindir. Dünya gericiliği bir kez daha devrimlerin karşısında konumlanmış, Rojava devriminin yenilgisi uğruna anlaşmaya varmıştır.

KARŞIDEVRİMİN İŞGAL GÜCÜ: FAŞİST ŞEFLİK REJİMİ
Faşist sömürgeci-burjuva Türk devletinin Rojava’ya yönelik işgal saldırısı, derin tahlillere konu olmayacak kadar açık sebeplere dayanıyor. O, en büyük hasmı olan Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin en ileri mevzisini dağıtmak ve onun devrimci öncülerini tasfiye etmek istiyor. Çünkü  birleşik devrim ne düzeyde zorlanıyor olursa olsun, silahlı askeri gücünü ve politik kurumlarını koruduğu müddetçe iktidar alternatifi demektir. Rojava’nın en önemli anlamlarından biri budur.

Ayrıca işgal saldırısı faşist dikta rejiminin güçlendirilerek tahkim edilmesi için de fırsattır. Yayılmacı yeni Osmanlıcılık arzusu, pazar hakimiyetini genişletme arayışı ya da bölgesel egemen kuvvet olma isteği işgal savaşının bir dizi diğer sebeplerdir. Ancak devrim bakımından odaklanılması gereken, kendi varlığına yönelmiş bulunan tasfiyeci saldırıdır.

Bu amaçla Girê Spî ve Serêkaniyê’yi işgal eden faşist sömürgecilik uluslararası mutabakatlara dayanarak bu bölgede şu an için statü kazanmış bulunuyor. Efrin ve Cerablus’un ardından, Girê Spî ve Serêkaniyê de şimdilik faşist şef komutasındaki Saray rejimine bırakılmıştır. ABD-Türkiye ve ABD-Rusya arasındaki her iki mutabakatta devrim topraklarının bölünmesi husunda hemfikirdir. Hatta Suriye rejiminin işgale vermiş olduğu zımni onay, devrimin güçten düşürülmesi uğrunadır.

Lakin emperyalistler işgale verdikleri onayın yanı sıra Türkiye’ye bir çerçeve çizmiş gibi de gözüküyor. Her iki anlaşma metni de, faşist şefi bir yere kadar sınırlandırmak istiyor. Ancak bu sınırı belirleyen devrim güçlerinin geri çekilme tutumudur. Aksi her durumda emperyalistler, devrime  karşı “Türk işgalcileri geliyor” diyerek tehditte bulunacak ve yeni saldırılara olur verilecektir. Halihazırda sömürgeci faşist rejim anlaşmalara uymayacağını ve yeni işgal alanları istediğini saldırılarıyla gösteriyor. Bu saldırganlık emperyalistlerin elini güçlendiren bir koz olarak her daim canlı tutulacak ve önü kesilmeyecektir.

Ancak işgale onay veren emperyalistlerin ve kimi bölgesel karşıdevrimci kuvvetlerin devrimin ezilmesi dışında başkaca hesapları bulunuyor. Şimdilik bir uzlaşı sağlansa da farklılaşan politik çıkarları fena halde çelişki halindedir. Rojava devrimi “baş düşman” olduğu için Türkiye’ye “yürü ya kulum” denildi. Lakin karşıdevrim kampındaki çelişkiler tüm keskinliğiyle devam ediyor.

RUSYA HAKİMİYET, REJİM TESLİMİYET İSTİYOR
Türk sömürgeciliğinin işgal saldırısının ardından, emperyalistler arası mücadelede Rusya’nın inisiyatif kazandığı ve ABD’yi gerileterek öne çıktığı açık. En başından itibaren Türk sömürgeciliğini, Rojava’ya saldırması için cesaretlendiren Rusya, bu yolla Türkiye-ABD çelişkilerine oynamış, bu iki kuvveti karşı karşıya getirmek istemiş ve rejimin mutlak hakimiyeti önündeki  en büyük engeli, Rojava devrimini zayıflatmayı amaçlamıştır.

Bu yüzdendir ki, Suriye rejiminin toprak hakimiyetini savunan Rusya, Türk işgaline icazet vermiş ve “görünüşte” Suriye’nin işgal edilmesini onaylamıştır. Çünkü Rusya için ABD’nin bölgeden çıkarılması öncelikli hedefler arasındadır ve işgale verilen onay bu hedefle uyumludur.

Öyle ki Rusya için ABD’yi Suriye’de etkisizleştirmek ve sahadan çıkmaya zorlamak meşakkatli bir meseledir. Ancak sömürgeci Türk işgalciliğini yönetmek Rusya için çok daha kolaydır. 22 Ekim Soçi mutabakatı bunun bir kez daha kanıtlanmasıdır. Sömürgeci faşist saray rejimi, bu anlaşmayla Suriye’nin bütünlüğüne, Esad’ın varlığına ve Rusya’nın çıkarlarına uygun davranacağını yinelemiştir. Elbette ki Rusya, Rojava’yı hedefleyen işgal saldırısının böylesi bir gelişmeye neden olacağının hesabını yaparak Türkiye’nin önünü açmıştır.

Rusya’nın ilerleyen zamanlarda Türkiye ile karşı karşıya geleceği su götürmeyecek ölçüde açık gözüküyor. Politik İslamcı çetelerle İdlib’de savaşan rejim ve Rusya’nın, politik İslamcıların hamisi olan Türklere uzun süre müsaade etmeyecekleri kesindir. Türk işgali altında kalan topraklar DAİŞ ve El Nusra için yeniden örgütlenme ve savaş gücü oluşturma olanağıdır. Ancak bu yarının konusudur. Rusya’nın ilk tercihi devrimi ezmek ve ABD’yi etkisizleştirmek olmuştur.

Sonuç mu? Artık Fırat’ın doğusunda Rusya bayrakları dalgalanıyor. ABD ise oldukça dar bir coğrafyada petrol kuyularının başında bekliyor. Orta vadede durumun değişebilme ihtimali olsa da bunun anlamı Ortadoğu’da ABD politikalarının geriletilmesi demek. Bu, Rusya’nın birinci kazanımı. İkinci olarak Rojava devrimi, Türk işgalciliğinin savaş sopası gösterilerek geri çekilmeye zorlandı, askeri varlığı sınırlandırılmak istendi ve Suriye rejimiyle eşitsiz bir anda masaya oturmaya zorlandı. Bu, Rusya’nın devrimimizi tasfiye etme planı olarak gelişti ve kendi politikasında önemli bir dönemeç oldu. Üçüncü olarak ise Suriye rejimi, devrim topraklarına, sembolik de olsa geri döndü. Bu dönüş devrimin başka zamanlarda asla kabul etmeyeceği biçimde gerçekleşti.

Elbetteki devrim, en başından itibaren rejimle diyaloğa açık olduğunu vurguluyor, Şam’a demokratik bir içerik kazandırmak istiyordu. Ancak bugünkü anlaşma zemininde rejim, demokratik bir değişim dinamiğinden uzak. Aksine geleneksel sömürgeciliğini yeniden tesis etmek, eskisi gibi yola devam etmek istiyor. Öyle ki rejim cephesinin açıklamalarında demokratik bir değişim gözlemlenmediği gibi “işgale ayrılıkçı Kürtlerin sebep olduğu” söyleniyor ve Rojava halkları “ülkelerine, yani Suriye rejimine entegrasyona davet ediliyor.” Rejimin istediği, birleşme değil devrimin ellerini kaldırarak teslim olduğunu ilan etmesidir. Bunun tek anlamı ciddi bir çatışma ve savaş dinamiğinin süreceğidir.

ABD’NİN HESABI: İLERİ SIÇRAMAK İÇİN BİR ADIM GERİYE
Tüm bu süreç boyunca ABD’nin işgal saldırısına neden onay verdiği çokça tartışıldı. Kimisi Trump’ı çılgın bir popüler figür olmakla suçladı, kimisi ihanet dedi, kimisi de sürecin taktik bir hamle olduğunu ve tıpkı Saddam’a verilen Kuveyt işgal izni gibi Erdoğan’ın da bu yolla ipinin çekileceği söylendi.

Ancak meselenin bam teli, ABD’nin kategorik olarak karşıdevrimci kampın temsilcisi olmasıdır. Ortadoğu’da daha çok oyunlar döneceğini bilen ABD, kontrol edilemez düzen dışı bir devrimci kuvveti bu konjonktürden çıkartmak istemiştir. Ne de olsa emperyalistler arası rekabet bir devrime mahal vermemelidir. Yoğun gündem içerisinde gözden kaçmış olabilir, hatırlatalım, Trump senatoda kendisini eleştirenlere, “orada komünistler, sosyalistler var, isteyen onlarla kalabilir ama biz çekiliyoruz” demiştir. Bu devrim ve devrimci öncülere duyulan düşmanlığının özeti, işgale verilen onayın ifadesidir.

İkinci olarak devrimimizin ABD’ye verebileceği hiçbir şey yoktur. O, kadın özgürlükçülüğü ve halkçı demokratik karakteriyle, devrimci tarzdaki toplumsal-siyasal inşanın kurucusudur. ABD ise bu değerlere ancak düşmandır. Lakin Türkiye, ABD’nin yüzyıla yaklaşan stratejik müttefiki, NATO’daki ittifak gücü askeri, siyasi ve ekonomik olarak da vazgeçemeyeceği partneridir. Dahası Türkiye, başını ABD’nin çektiği emperyalist dünyanın ekonomik-mali sömürgesidir. Faşist sömürgeci burjuva Türk devletiyle birleşik devrim arasındaki çelişkilerin yalnızca savaş yoluyla çözüme kavuşacağı anda onun tercihi de işgalden yana olmuştur. Bundan sonraki gelişmeler ne olursa olsun, bu eksen gözden kaçırılmamalıdır.

Ayrıca unutulmamalı ki ABD’nin Ortadoğu projesinde Türkiye’ye önemli bir rol biçilmişti. Hatta faşist parti ve faşist şef bu görevi uygulama vaadiyle iktidar koltuğuna oturdu. Lakin Saray rejimi bu rolü oynayamadığı gibi fena halde dumura uğrattı. Peki, tüm yenilgilerine rağmen ABD’nin tutunabileceği başka bir seçenek bulunuyor mu? Özellikle kısa vadede İran’ı kuşatmak isteyen ABD’nin, bunu Türkiye olmadan başarabilmesi imkansız. İran’ın kamuoyuna yansıyan rahatsızlığı da buradan kaynaklıyor. Trump’ın yaptırım tehditlerine, Türkiye ekonomisi mahvolacak söylemlerine umut biçenler bilmeli ki ABD’nin Türkiye ile yürüyeceği çok yolu var. Bunun farkında oldukları için faşist şefin işgaline müsaade ettiler ve geri çekildiler.

DEVRİMİN GELECEĞİ: ZORLU VE YENİ SAVAŞ DÖNEMİ
Devrim, çok yönlü bir karşıdevrimci saldırı ve kuşatmayla karşı karşıya. Saldırının mahiyeti daha öncekilerle kıyaslanamayacak cinsten. Devrim ilerleme pozisyonundan kendini savunma mevzisine geçmiştir artık. Faşist sömürgeci burjuva Türk devleti tam bir imha isterken, emperyalistler ve Suriye rejimi de tam bir teslimiyet istiyor. Devrim ve karşıdevrim arasındaki ara yolların sayısı azalıyor.  Ancak kimi çevreler ve umutsuz aydınlar, Girê Spî ve Serêkaniyê’nin işgali ardından vakit kaybetmeksizin devrimin sonu geldi demeye, özerklik ve statünün geleceği yok edildi demeye başladılar. Böylesi yorumlar için erken olduğu kadar, devrimlerin yaşadığı gelişim sorunlarına ve onların zorlu anlarına da yabancı olmak demektir.

Unutulmamalı ki her anlaşma ve mutabakat esas olarak sahada belirlenir ve askeri olarak başarı elde edilmeden diplomatik başarı kazanmak zordur. Sahadaki askeri varlığın ve buna bağlı politik gücün, yapacağın anlaşmaların aleyhte ya da lehte olmasını belirleyen bu direniş gücü ve savaşım düzeyidir. İşte bugün devrimin askeri gücü, birleşik karşı devrimci kampı tek başına yenilgiye uğratmaya yetmiyor. Rojava devrimi tarihin bu anında karşıdevrim cephesini yarıp geçemiyor. Ancak bu savaşın bitmesi demek değil. Zorlu ve yeni bir savaşım dönemi devrimi bekliyor.

1) Savaş bitmiş, devrim kesintiye uğramış değildir. Devrimin, önünde uzun mücadele dönemleri vardır. Bu Rojava ve Suriye için olduğu kadar tüm Ortadoğu için de geçerlidir. Bölgede krizler, savaşlar, istikrarsızlıklar bitmeyecektir. Ve bu atmosferde daha ileri çıkmanın ya da yeni krizlerden devrimler yaratmanın ilk koşulu savaş gücü ve askeri varlığını koruyarak büyütmek olacaktır. Devrimin öncüleri, büyük mücadele dönemlerinin yakın olduğunu görüyor ve bu atmosferin değişeceğini biliyor. Bu yüzden daha esaslı bir askeri savaşım için zaman kazanmayı ve hazırlığını güçlendirmeyi istiyor. Rojava devrimi ve onun öncüleri için tek yol politik askeri varlığını geliştirmektir. Devrim artık her fırsatı özsavunma gücünü büyütmek için değerlendirecektir.

2) Devrim, hangi anlaşma çerçevesinde olursa olsun sömürgeci işgali kabul etmeyecek, Girê Spî ve Serêkaniyê başta olmak üzere işgal altındaki toprakları özgürleştirmek için savaşacaktır. Hiçbir mutabakat bunun önünde engel değildir ki, devrimin ayakta kalabilmesi için bu en temel zorunluluktur. Devrim, işgalcileri kırdığı ölçüde varlığını güçlendirecek ve karşıdevrimci kampın karşısında daha cüretli adımlar atabilecektir.

3) Rojava devriminin önünde duran bir diğer acil görev siyasi varlığını ve toplumsal örgütlülüğünü yükseltmektir. İçinde bulunulan savaş dönemi hem işgalin kırılması hem de rejim karşısında statünün elde edilebilmesi için halk örgütlülüğünün kuvvetlenmesini gerekli kılıyor. Devrim, halk örgütlülüğünü sağladığı ölçüde yeni mücadelelere girişecek. Bu, devrimin demokratik-halkçı ve kadın özgürlükçü karakterini korumak için de zorunludur.

4) Rojava devriminin en acil ihtiyacı, devrimin en büyük düşmanı olan faşist şef ve Saray rejiminin Türkiye ve Kuzey Kürdistan cephesinden zorlanmasıdır. Faşist şeflik rejimi “geri cephesinde” huzursuz olmadığı için bu ölçüde pervasız davranıyor. Rojava devrimini işgalciliğe karşı korumanın en önemli biçimini, saray rejimine karşı mücadele oluşturuyor. Bu yüzden eylemsiz bir dayanışmanın anlamı yoktur.

5) Kürtlerin ulusal birliği sağlanmaksızın, ulusal hak ve statü kazanmanın yolu oldukça güç gözüküyor. Sömürgeciler ve emperyalistler, dört parçaya yayılamayan ulusal özgürlük mücadelesini boğmakta daha cüretli davranıyorlar. Bu yüzden Kürt ulusunun statü kazanması ve ulusal haklarını elde etmesi için ulusal birlik Rojava devriminin geleceği bakımından belirleyici durumdadır.

6) Rojava devrimi, ulusal bir karakter taşımakla birlikte, onu aşan toplumsal ve sosyal bir devrimdir. Bu devrimin yaşaması dolaysız biçimde Ortadoğu devrimlerine ve dünya devrimlerine bağlıdır. Bugün küçük bir toprak parçası, emperyalist kapitalizme kafa tutmayı başarıyor. Ancak, karşıdevrim cephesinde yeni mevziler açılmaz ve yeni devrimlerle karşıdevrim cephesi çatlatılmazsa Rojava devriminin yaşama olanakları da azalacaktır. Başta Türkiye-Kürdistan devrimcileri olmak üzere tüm dünyada Rojava’nın yanında olan devrimci demokratik cephe bu gerekliliği görmelidir.

Her devrimin tarihinde zorlu dönemeçler vardır. Bugün devrimcilere düşen bu zorlu sürecin farkında olmak, buna uygun politik pozisyon belirlemek ve birleşik devrimimizin en ileri mevzisini yaşatmak için eylem halinde olmaktır. Aksi her durum, devrimin bu zorlu anını uzaktan seyretmek demektir. Devrimci öncüler için bir devrimin direnişini izlemekle yetinmek kabul edilemez.