3 Mayıs 2024 Cuma

Savaş ve intikam

ABD emperyalizminin haydutça saldırısı elbette kınanmalıdır. ABD emperyalizmine karşı durmak, İran'ın halk düşmanı gerici faşist rejimine arka çıkmak anlamına gelmez. İran ve bölge halklarının yegane çıkarı emperyalizm ve gerici rejimlerden birinden yana saf tutmak değil her ikisine karşı politik özgürlük mücadelesi ekseninde antikapitalist bir düzen hedefiyle üçüncü cephede buluşmaktır.

Kapitalist emperyalizm için son tahlilde geçerli en üst ve bağlayıcı yasa emperyalist orman kanunudur. İşler yolundayken uluslararası hukuk, kurumlar vb. bir biçimde düzenleyici olmaya devam eder ama statüko bir kez bozulmaya görsün yeni bir güçler dengesi kuruluncaya kadar geçerli tek yasa kaba kuvvettir.

Kasım Süleymani İran'ın, El Mühendis Irak'ın resmi görevlileridir. ABD emperyalizminin bu ikisini öldürmesi her zaman olagelen bir olay değildir. Bundan böyle dünyaya hakim olan emperyalist orman kanunudur. Suikastlar, katliamlar, işkenceler, işgaller emperyalist dünyanın vazgeçilmez yol arkadaşlarıdır, bunlar olmadan burjuva hegemonya düşünülemez fakat "normal zamanlarda" bunlar yine de belirlenmiş uluslararası yasallığın yerine geçirilmezler; ya gizli eylemler olarak gerçekleştirilir ya da uluslararası yasallığa bir biçimde uydurulurlar. Mesela Yaser Arafat'ın, Chavez'in zehirlenmeleri, Castro'ya karşı yüzlerce gizli suikast girişimi ilk akla gelenlerdir. Bu suikast saldırısı ise ABD emperyalizminin resmen gerçekleştirdiği ve üstlendiği bir eylem olarak "güç bende yasa benim" demesinden başka bir anlama gelmez.

Buradan bakınca mesele ABD ile İran arasındaki bir sorun olmanın çok ötesindedir. Bu ABD ile her hangi bir başka ülke arasında da olabilirdi. Ortadoğu emperyalist ve bölgesel hegemonya mücadelesinin bugünkü merkez üssü olduğu için ve İran bölgesel hegemonyanın baş aktörü olduğu için hedeftir. ABD bu suikastle Türkye'ye, Kuzey Kore'ye, Çin'e, Rusya'ya ve başkalarına da mesaj vermiştir.

NEDEN ŞİMDİ?
Kapitalist emperyalizm çok katmanlı bir kriz içindedir. İktisadi, siyasi ve ideolojik kriz iç içedir ki buna kapitalizmin varoluşsal krizi diyoruz. Kapitalist eşitsiz gelişme yasası tüm şiddeti ile kendini göstermektedir. Kapitalist emperyalist sistemde hegemonya krizi yaşanmaktadır. Dünyaya yön veren iktisadi, siyasi ve hukuki kurumlar işlemez haldedir. Kapitalistler arası hegemonya mücadelesinin başlıca iki aracı sermaye ve ordudur. İşler "normal seyirde" ilerlediğinde sermaye hegemonyanın belirleyicisi olurken kriz zamanlarında ordu öne çıkar. Emperyalist rekabetin şiddetlendiği her durumda çelişkilerin çözümünün biricik aracı savaştır. Böyle zamanlarda siyasal, ekonomik, hukuki, diplomatik tüm ilişkileri belirleyen "savaş durumu"dur, ta ki yeni hegemonya düzeni kurulana dek.

Kapitalist emperyalizm 2008'de saplandığı krizden çıkamamaktadır. ABD emperyalizmi geçmişteki gibi dünya ekonomisine ve siyasetine liderlik yapacak, dünya sistemini oluşturacak durumda değildir. Bu nedenle onun tüm siyaseti bu güç kaybını durdurmak ve rakiplerinin gelişimini engellemek üzerindir. Sermaye gücü ile bunu yeterince yapamadığı için savaş gücü ile hegemonyasını korumaya çalışmaktadır. Diğer emperyalist ülkeler de var güçleri ile savaş sanayilerini geliştirmeye odaklanıyor. Yeni üretim teknikleri rekabeti yerini yeni silahlar, füzeler, rekabetine bırakıyor. Hegemonya krizi bir kez baş gösterince bölgesel güçler de bunu fırsata çevirmeye, "boşluktan" yararlanmaya girişir. İran ve Türkiye'nin bölgesel hegemonya kurma çabaları bunun başlıca iki örneği olarak gösterilebilir. Bu hegemonya kurma çabasının başlıca aracı savaş gücünü en etkili biçimde kullanmaktır.

Dünya ekonomik krizi dönemlerinde ham madde kaynaklarının kontrolü üzerindeki rekabet kızışır. Ortadoğu kapitalist ekonomi için büyük öneme sahip fosil yakıtların en önemli alanlarından biridir. Bölgeye hakim olmak hegemonya mücadelesinde büyük avantaj sağlayacaktır. İran, ABD emperyalizminin bölgedeki başlıca rakibi haline geldi. Mezhep örgütlenmesine dayanarak Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan'da kendi deyimi ile "direniş ekseni" kurdu. Kasım Süleymani bu eksenin komutanıydı, suikastın simgesel önemi de buradan geliyor. İran tarafından bu denli ağır bir darbe olarak algılanmasının nedeni de bu: Saldırı, Süleymani şahsında bu eksenidir ve bu eksen kırılırsa bugünkü İran rejimi yıkılabilir.

İRAN'IN TUTUMU
İran bu saldırıya etkili bir yanıt vermek isteyecektir. Eğer bunu yapamazsa ABD emperyalizminin istekleri doğrultusunda geri adım atmak zorunda kalacak, "direniş ekseni"nin kırılmasına göz yumacaktır. Görüldü ki saldırı karşısında İran yalnız kaldı. AB'nin ABD yanında durması bir yana İran'ın yakın ittifak kuvvetleri Rusya ve Çin'in zayıf tepkileri, İran için bir maceraya girişme niyetlerinin olmaması İran'ın en büyük dezavantajıdır. İran boyun eğmekle savaşı göze almak arasında bocalamaktadır. Bugün intikam çığlıkları göğü kaplasa da İran egemen sınıfları arasında bu ikilem kendini göstermektedir. Yine de öne çıkan eğilim ABD'yi Ortadoğu'dan çıkmaya zorlayacak bir politik askeri mücadeleye girişmektir.*

Bu koşullarda, her ne kadar ABD'de de farklı eğilimler olsa da, ABD Ortadoğu'dan çıkmamak için bütün gücünü kullanacaktır. Bu hemen doğrudan bir savaş olmayabilir. Her iki ülke için de "saldırı-misilleme" döngüsü bir müddet devam edebilir. İsrail kadar Suudi Arabistan'ın da İran'a karşı ABD'nin yanında saf tuttuğu göz önüne alınmalıdır, hep birlikte İran'a çullanmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacaklardır. İran molla rejiminin çözülmesi ya da yıkılması için yeni saldırılar gündemden düşmeyecektir.

Ortada bir "savaş durumu" var. Savaş durumu bir kez oluştuktan sonra bazen bir kurşun bütün bir süreci belirleyebilir.

DEVRİMCİLERİN TUTUMU
ABD emperyalizminin haydutça saldırısı elbette kınanmalıdır. ABD emperyalizmine karşı durmak, İran'ın halk düşmanı gerici faşist rejimine arka çıkmak anlamına gelmez. Kimi sol akımlar antiemperyalizmin gereği olarak ABD'ye karşı İran'dan yana saf tutuyorlar. Bunlar gerçekte kapitalist emperyalizmdeki değişimlerin farkında olmayan arkaik solculardır. Emperyalist küreselleşme aşamasındayız. Emperyalizm döneminde sömürgeciliğe ve yarı sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri emperyalizme ve uşaklarına darbe vurarak, işçi sınıfı ve ezilenlerin sosyalizm yolunda ilerlemelerine hizmet ediyordu. Önderliğini ulusal burjuvazi de yapsa ve bu burjuvazinin başlıca programı kapitalist gelişmenin önündeki engelleri kaldırmak da olsa emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri demokratik karakterliydi. Çünkü emperyalizm sömürge siyaseti güdüyor ve gericiliğin başlıca temsilcileri olan komprador burjuvazi ve feodallerle işbirliği yapıyordu. Herhangi bir ulusal kurtuluş mücadelesi kaçınılmaz olarak emperyalizme olduğu kadar bu iç gericiliğe karşı da savaşmayı gerektiriyordu.

Emperyalist küreselleşme döneminde durum farklıdır. Emperyalistler yeni sömürge ülkeleri yeni tipte mali ekonomik sömürgeler haline getirmek, onları kendi çıkarları doğrultusunda dünya pazarına bağlamak için dayatmada bulunurlar. Ekonomik, siyasi, diplomatik zorun yetmediği yerde askeri zor devreye girer. Irak'ın ABD tarafından işgali tam da böyle bir sürecin ürünüdür, ya da Libya'da iç savaş patladığı anda NATO'nun bu ülkeye saldırarak Kaddafi'yi hunharca katletmesi de benzer bir durumdur. Buna karşı 2001 krizinden hemen sonra bir Dünya Bankası memuru eliyle "15 günde 15 yasa" geçirilmesi ile Türkiye'nin mali ekonomik sömürgeleştirilme sürecinde yaratılan sıçrama, ekonomik ve siyasi zorun "barışçı" biçimde uygulanmasının örneğidir. Emperyalizmin dayatmalarına karşı çıkan egemenlerin ilerici hiçbir niteliği yoktur aksine kendi gerici faşist egemenliklerini korumak derdindedirler. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadele bu gerici faşist egemenlere karşı mücadeleyle birleştirilmezse antiemperyalizm adına gericiliğin ve faşizmin yedeğine düşülmüş olur. Irak'ta Saddam ya da Suriye'de Esad'dan yana olamak tam da böyle bir çizgiye düşmek demektir. 

İran söz konusu olunca da durum benzerdir. İran'daki gerici faşist molla rejimi halk düşmanıdır. Molla rejimi kapitalisttir. Bir avuç zenginin egemenliği vardır. Benzin zammına karşı gelişen son halk ayaklanmasında yüzlerce kişi katledildi. Molla rejimi Doğu Kürdistan'ı sömürgeci boyunduruk altında tutmaktadır. Molla rejimi İran'da olduğu kadar Irak'ta da Halk düşmanı bir siyaset izlemektedir. Irak'taki halk ayaklanmasına yönelik katliamcı saldırıların arkasında da faşist molla rejimi vardır. Güney Kürdistan'daki bağımsızlık referandumu sonrasında geliştirilen saldırıların başlıca sorumlularından biri yine faşist molla rejimidir. Bu rejim ne antiemperyalisttir ne antikapitalisttir, demokratik değildir ve halk üzerinde gerici faşist baskı uygulamaktadır. ABD emperyalizmi ile bölgesel hegemonya rekabeti içindedir. İran ve bölge halklarının yegane çıkarı emperyalizm ve gerici rejimlerden birinden yana saf tutmak değil her ikisine karşı politik özgürlük mücadelesi ekseninde antikapitalist bir düzen hedefiyle üçüncü cephede buluşmaktır. ABD emperyalizminin saldırıları rejime karşı halk muhalefetinin gerici milliyetçi hezeyanlar içinde erimesine yol açmaktadır, bu nedenle de şiddetle reddedilmelidir.

*Nitekim bu satırların yazılmasının üzerinden 24 saat geçmeden İran, ABD'nin Irak'taki iki üssüne füze saldırısı gerçekleştirdi. İran Televizyonu, 8 Ocak sabahın erken saatlerinde gerçekleşen saldırıda 80 ABD askerinin öldürüldüğü bilgisini geçti.