8 Mayıs 2024 Çarşamba

Savaş açmazı derileştiriyor

Suriye’ye atılan bombalar, emperyalist sömürgeciliğin ne kadar diri olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkiye’nin çetelerle birlikte sürdürdüğü işgal, aynı zamanda kendisini siyasal ve ekonomik olarak batağa sürüklüyor. Suriye'den bütün emperyalistlerin çekilmesi, halkların kendi geleceğini birlikte ve ortaklaşa belirleyeceği koşulları hızlandırabilir. Suriye ve Ortadoğu'da çözümün yolu demokratik bir Suriye'den geçmektedir. 
 
Geçtiğimiz günlerde Suriye'ye emperyalist müdahale, sömürgeciliğin ne kadar derinlerde olduğunu gösterdi. Her şeyiyle önceden hazırlanan, ileri sürenlerin bile inanmakta zorlandığı Suriye'nin Duma'da kimyasal silah kullandığı iddiası üzerine gerilim tırmandırıldı. ABD, “Esad'ı cezalandırma” adı altında İngiltere ve Fransa'yı da yanına alarak Suriye'yi bir kez daha bombaladı. İngiltere ve Fransa tarihsel bakımdan sömürgeci yağmacılığı sürdürme politikasından kopmadıklarını gösterdiler. Onları ABD'nin saldırgan politikalarına angaje eden de sömürgeciliklerini ayakta tutma çabalarıdır. Suriye üzerinde emperyalist rekabet ve paylaşımı sürdüren diğer ülkeler bakımından da durum aynıdır. Suriye'deki blokun aynı sömürgeci amaçlar taşıdığından kuşku yok.
 
Suriye özgülünde emperyalist rekabet ve gerilim önümüzdeki süreçte de devam edecektir. Durumu, Cenevre toplantısına çatışmalı hazırlık olarak da tarif edebiliriz. Diplomasinin gelip dayandığı ve gücünü gösterdiği yer, nihayetinde sahadaki aktörlerin güç ve etkinliğidir.
 
Suriye'ye ABD saldırısı karşısında Türkiye'nin tutumu tam bir ikiyüzlülük örneği olarak tarihe geçti. Daha bir hafta önce Ankara'da Putin ve İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani ile bir araya geldiler. Daha Putin ve Ruhani'ye dizilen övgülerin mürekkebi kurumadan arkadan iş çevirmeyi başarabildiler. Her üç devlet başkanı da Astana sürecinin garantörleri olarak “Suriye'nin toprak bütünlüğü konusunda” anlaşmaya vardıklarını açıklamışlardı. Suriye'de Rusya ile “stratejik işbirliği”nden bahseden Saray ve çevresi, aradan bir hafta geçmeden ABD'nin Suriye saldırısına destek verdi. İslamcı çetelerin hamiliğine soyundu. Esad'ın devrilmesi gerektiğini dile getirdi. Türkiye'nin bu ikiyüzlülü tutumunun arka planınında esasen Kürtler karşısında aldığı pozisyon yatmaktadır. Efrin'i, Cerablus ve El Bab'ı Rusya'nın desteği ve onayını alarak işgal eden politik İslamcı sömürgeci faşist diktatörlük, bu kez ABD saldırısının arkasında yer aldı. Türkiye, ABD ile Rusya arasındaki rekabetten Kürt düşmanlığını geliştirme politikası çıkarmaya çalışmaktadır. Bu kez, işgal politikasını ABD'ye dayanarak ve NATO'yu sürece katarak sürdürme arayışında. Söürgeci Türk devleti bu nedenle emperyalist rekabet arasında kendine bir yer bulmaya çalışıyor. Bu politikanın bir devamı olarak her iki blokla da iş tutmaya çalışmaktadır. Sömürgeci Türk devletinin bölge üzerindeki yayılmacı emelleri son gelişmelerle birlikte yeniden tescillendi. Sömürgeci Türk devletinin Kürt düşmanlığına dayalı politikası aynı zamanda yaşadığı açmazı da göstermiştir. Politik İslamcı Saray faşizmi “Son Türk devletinin bekası” için açmazdan çıkışı savaşta görmektedir. Önümüzdeki günlerde de görüleceği üzere bir çıkış yolu bulamayacaktır.  
 
Savaşı sürdüren emperyalistler ve bölge gericiliği, Suriye'de demokratik bir çözümden yana değil. Suriye'de savaşın sürgit devam etmesinden en fazla ABD ve Türk devletinin çıkarı vardır. ABD, Suriye'de istikrarsızlık ve savaş ne kadar uzun sürerse Rusya ve İran'ın hareket kabiliyetini sınırlayacağını hesap etmektedir. Öte yandan, Suriye'de demokratik çözümün gelişmesinden rahatsızlık duyan ülkelerin başında da Türk devleti gelmektedir. Çünkü, Suriye'de demokratik bir siyasi çözüm Türkiye'nin Kürt düşmanlığı temelinde savaş ve yayılma politikalarının da yenilmesi anlamına gelecektir. Herkes “siyasi çözüm” olsun ama benim istediğim gibi olsun demektedir. Bu nedenle, Suriye'ye yönelik her türlü emperyalist çözüm gerçekte ise çözümsüzlüktür ve yeni krizlerin, çatışmaların devam ettirilmesi anlamına gelmektedir. Türk sömürgeci devletinin “siyasi çözüm”den anladığı, Kürtlerin tüm kazanımlarının ortadan kaldırılması ve katliamdır. Cihatçı çetelerin Türkiye'nin himayesinde işgal edilen bölgelerde hakimiyet kurması ve cihatçı çete havuzunun elde tutulmasıdır. 
Suriye'den bütün emperyalistlerin çekilmesi, halkların kendi geleceğini birlikte ve ortaklaşa belirleyeceği koşulları hızlandırabilir. Suriye ve Ortadoğu'da çözümün yolu demokratik bir Suriye'den geçmektedir. 
 
Sömürgeci Türk devleti, savaş politikalarını sürdürebilir kıldıkça ayakta kalabileceğini hesaplamaktadır. Savaş politikalarıyla OHAL'in uzatılması arasında doğrudan bağ daha anlaşılır hale gelmiştir. OHAL'e karşı çıkanlar, Saray'ın yayılmacı savaş politikalarına da karşı çıkarsa tutarlı bir demokratik tutum gösterebilirler. Aksi halde hem savaş politikalarına destek vermek hem de OHAL'e karşıyım demek, iki yüzlülüktür. 
 
Savaş politikalarının uzaması, savaş ittifakını zora sokmaktadır. Faşist rejimin tek adama dayalı restorasyonu güçleşmektedir. Özellikle rejimin/iktidarın krizinin açmazları derinleşmektedir. Bahçeli'nin, “Ülkenin, sistem tartışmalarıyla boğulmak istendiği bugünkü şartlar altında 3 Kasım'a kadar ulaşması istikrar ve dengeyle ulaşması zorlaşmaktadır. Bu riski kaynağında kesmek başlıca amacımızdır” şeklindeki konuşması ve ardından Erdoğan'ın 24 Haziran'da erken seçim kararı bu açmazın itirafı niteliğindedir. Savaş koalisyonunu kuranlar 2019’u göremeyeceklerinin korkusuyla hareket ediyorlar. Bahçeli, sadece kendi adına değil aynı zamanda Erdoğan adına da konuşuyor. Savaş politikalarının uzaması iktisadi, toplumsal sonuçlarını açığa çıkarmaya başlamıştır. Yaşanmakta olan mali politikalarda gerilim, iç ve dış borç yükünün artması, temel maddelere yapılan zamlar, halkın alım gücünün reel olarak düşmesi vb. faktörler savaş ittifakı bakımından dezavantaja dönüşmüştür. Süreç, devrimci demokratik güçler bakımından da avantajlar barındırmaktadır. Devrimci politikanın asıl ilgi alanında avantajları görerek hareket etmek olmalıdır. Başarı ise birlikte mücadele ve ortak hareketin örgütlenmesiyle mümkündür. Devrimci demokratik cepheleşme yeteneği gösterilmesi durumunda sürecin tersine çevrilmesi imkanları artacaktır. Ezilen halk kitleleri, savaş süreci uzadıkça Saray ve avanelerinin yansıtmaya çalıştığı gibi sorunun “beka sorunu” olmadığını anlayarak bu politikalardan bir çıkış yolu bulma arayışı içerisine girecektir.
 
Yaklaşmakta olan 1 Mayıs, savaşa, OHAL'e, sömürüye karşı mücadele imkanları sunmaktadır. Saray iktidarı bu imkanları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Sosyalistlere yönelik fütursuz saldırı dalgası ve yaygın tutuklamalar, mücadele imkanlarını ortadan kaldırmaya ve sınırlamaya yöneliktir. Tutuklama saldırıları, iktidarın 1 Mayıs'ta ortaya çıkacak kitle enerjisi ve tepkisinden duyduğu korku ve kaygıyı ele vermektedir. Bu bakımdan birleşik 1 Mayıs güçleri, tutuklama saldırısının hedefinde 1 Mayıs olduğunu görerek, gözaltı ve tutuklama saldırısına uğrayan ESP'lileri sahiplenerek olumlu mesajlar vermişlerdir. Son saldırılar, devrimci demokratik harekete, birleşik mücadele ve direnişin önemini ve değerini de göstermiştir. 
 
Savaşla sömürü arasındaki ilişki giderek daha evrensel bir karakter kazanıyor. Türkiye dahil her yerde işsizlik artmakta, bütçe harcamalarının aslan payını savaş harcamaları almakta, yoksulluk, göç, sosyal hakların tırpanlanması, çalışma koşullarının ağırlaştırılması, ücretlerin reel olarak düşmesi şeklinde yansımaktadır. Bu, ABD'de de, İngiltere ve Fransa'da da, Rusya'da da böyledir. Savaşa ve sömürüye karşı mücadelenin evrensel boyutu önem kazanıyor. 1 Mayıs'ın enternasyonal karakteri belirginleşiyor. 
Bu nedenle, savaşa karşı halkların kardeşliği, ortak mücadelesi ve sömürülenlerin birliği her yerde geliştirilmeyi bekliyor.