9 Mayıs 2024 Perşembe

Rosa an'dan tarihe uzandı

Kartal, tam da Rosa'yı anlatıyordu. Çünkü kartallar, kendilerinden ağır yükleri taşıyabilirler ve de keskin görme yetenekleri sayesinde gökyüzünde süzülürken, yeryüzündeki ayrıntıları kaçırmazlar.
ARZU DEMİR- Lenin, Rosa Luxemburg için "Bir kartaldı ve öyle kalacak" demişti. Kartal, tam da Rosa'yı anlatıyordu. Çünkü kartallar, kendilerinden ağır yükleri taşıyabilirler ve de keskin görme yetenekleri sayesinde gökyüzünde süzülürken, yeryüzündeki ayrıntıları kaçırmazlar. Tüm bunların yanı sıra yaşam alanları orman ve dağlardır, yabanıldırlar. Rosa'nın ömrü, Alman sosyalist hareketinde egemen olan gerici ve düzen işbirlikçisi tutumlara karşı mücadele ile geçti. "Berlin'de hüküm süren düzen"de değil, düzen dışıydı, yabanıldı. "An"da geleceği de görüyordu. İçinde yer aldığı "an"ın tarihselliğini çok iyi anlamıştı ve tereddüt etmeden "an"ı geleceğe taşıyan bir tutum aldı.
 
Rosa, bunun hayatına mal olacağını biliyordu. Bir dostuna, bildiği bu gerçeği şöyle yazıyordu: "Beni tek teselli eden, beni de muhtemelen öbür dünyaya gönderecekleridir, belki de her yerde pusu kurmuş olan karşı devrimin kurşunuyla. Ama yaşadığım süre boyunca size en sıcak, en sadık, en içten sevgiyle bağlıyım..."
 
Rosa, bir Yahudi ve bir kadın olmanın yanı sıra, küçük yaşta yakalandığı hastalığında uygulanan yanlış tedavi nedeniyle engelliydi. Bu, üç "öteki" kimliği ile dönemin erkekler dünyasında tek başına ayakta kalmayı başarmış bir kadındı. Dönemine damgasını vuran Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin önemli isimlerinden Wilhelm Liebknecht, August Bebel, Eduard Bernstein ve Karl Kautsky'nin yanında kendi özgün fikri ve eylemi ile yer almıştı.
 
Ölümünden bir gün önce 14 Ocak 1919 tarihinde, Die Rote Fahne'de yayınlanan yazısında artık geri çekilen Alman devrimi üzerine yazıyordu ancak devrime olan inancı, güneş gibi parıldıyordu. Yenilginin ardından "Berlin'de düzen hüküm sürüyor" diyenlere yanıt veriyordu: "Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin 'düzeniniz'. Devrim daha yarın olmadan 'zincir şakırtıları arasında yine doğrulacaktır!' ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: Vardım, varım, var olacağım."
 
1919 yılının 15 Ocak günü Rosa ile birlikte katledilen Karl Liebknecht'in son yazısı da, öldürüldüğü gün aynı gazetede yayınlanmıştı. Karl, "Sıkı durun, yenilmedik" diyordu ve ekliyordu: "Çünkü Spartakist ateş ve ruh demektir. Yürek ve can demektir. Çünkü Spartakist zafer özlemli, sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir. Bunlar elde edildiği zaman bizler ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen."
 
Rosa'nın, Karl'ın ve Spartakistlerin sözleri ve eylemleriyle tarihe düştüğü not, "an"ın tarihe taşındığı, ezilenlere yol gösterdiğiydi.
 
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın ayak sesleri duyulmaya başladığında, Rosa ve Karl'ın tüm mücadelesi, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nde egemen olan "anavatan savunması"na karşı oldu. Rosa, 1907 yılında Stuttgart'taki Enternasyonal Sosyalistler Kongresi'nde, sadece Alman SPD'nin değil, aynı zamanda Polonya ve Rus sosyal demokrat işçi partilerinin de delegesiydi. O gün şöyle konuşuyordu: "Savaşın çıkması söz konusu ise o zaman ilgili ülkelerdeki işçiler ve parlamenter temsilcileri, savaşın çıkmasını uygun araçlarla engellemek için ellerinden geleni yapmakla yükümlüdürler. Bu araçlar, sınıf mücadelesinin ve genel ve politik durumun sertleşmesiyle doğal olarak değişecek ve artırılacaktır. Buna rağmen savaş çıkarsa, savaşın en kısa zamanda bitirilmesi için mücadele etmekle ve savaş sonucunda ortaya çıkan iktisadi ve politik krizi halk tabakalarının politik açıdan uyandırılması ve kapitalist sınıf egemenliğinin alaşağı edilmesi için kullanmakla yükümlüdürler."
 
Rosa, anavatan savunması yerine Avrupa proletaryasının savaşa karşı dayanışmasını güçlendirmeye çalışıyordu. Bu tutumunu, savaşa karşı yaptığı konuşmaları nedeniyle yargılandığı mahkemede de sürdürdü. 20 Şubat 1914'de, Frankfurt Mahkemesi'nde konuşmalarını şöyle savunuyordu:
 
"Biz, savaşın çıkmasında ve sonuçlanmasında sadece orduda yukarıdan verilen emirler ile aşağıdaki kör itaatkarlığın belirleyici olmadığını, aksine karar verenin emekçi halkın kitlelerinin olması gerektiğini düşünüyoruz. Biz, savaşları sadece işçi sınıfının, adil ve gerekli bir dava olarak görüp coşkuyla katılması veya en azından tahammül etmesi durumunda devam edebileceğini düşünüyoruz. Buna karşın, emekçi halkın büyük bir çoğunluğu, savaşların barbarca, tamamen ahlâksız, gerici ve halk düşmanı görüngüler olduğunda inanırsa -ki biz sosyal demokratlar bu inancı bilince çıkarmayı bir görev biliriz- o zaman savaşlar olanaksız olur."
 
Savaşı durduramamışlardı ve bu gerçek Rosa için korkunçtu. Luise Kautsky'nin deyimiyle, "Daha korkuncu ise Alman sosyal demokrasinin tavrıydı. Alman Parlamentosu’nda sosyal demokrasinin savaş kredilerini onaylaması, onun için, zaten yüreğiyle yabancılaştığı eski yoldaşlarından artık tamamen kopmak ve yakın düşünce arkadaşlarından oluşan küçük bir grupla Alman işçi sınıfı içinde yeraltı çalışmalarına başlamak için bir sinyal oldu."
 
Bu mesaja uygun bir pratik de sergiledi. Karl ve Spartakistler ile birlikte Alman Komünist Partisi'ni kurarken, Almanya'da ayaklanma başladı. Rosa, Karl ve Spartakistler, Alman hükümetinin giriştiği kanlı bastırma harekatı karşısında geri adım atmadı. Rosa'ya göre, parti onaylamadığı bir yola girmişti ancak o partinin mücadeleye atılan kitleleri yalnız bırakmaması gerektiği inancındaydı.
 
Rusya'da Sovyet devrimi başladığında da yaşadığı coşku büyüktü. Ekim devrimini ilk selamlayanlardandı. Onun tutumu eleştirel dayanışmacılıktı.
 
Rosa, Karl ve Spartakistlerin bugüne bıraktığı parola buydu, kitlelere güvenmek ve vazgeçmemek. Rosa, bir teorisyen olarak tüm gıdasını kitlelerin eyleminden alıyordu. Onlardan öğreniyordu.
 
Clara Zetkin'e ölümünden 4 gün önce şöyle yazıyordu: "Burada, Berlin’de iki haftada bir yaşadığımız son derece sarsıcı politik krizler, sistematik eğitim ve öğretim çalışmalarını önemli ölçüde engelliyor ama aynı zamanda da kitleler için büyük bir okul haline geliyorlar. Sonuçta tarihi, yol aldığı biçimde görmek gerekir..."