14 Aralık 2024 Cumartesi

Olağan akışın ritmini bozan genç kadın isyanı 

Gelişen genç kadın isyanının toplumsallaştırılması, üniversiteli gençlik ve lise mücadelesinde bir mevzi olarak kazanılması ise yalnızca hareketin kadın bölüklerine bırakılabilecek bir görev değildir. Erkek şiddetine karşı mücadele pratiklerinin geliştirilmesi aynı zamanda genç erkeklerin de görevidir. Erkek şiddetine karşı mücadeleye tutuşarak erkekler, toplumsal erkekliğin çürütücülüğü ile yüzleşmeli, erkek şiddetinin pratiklerinden sıyrılmalıdır. Yalnızca kendisi yüzleşmekle kalmayarak diğer genç erkek kitlelerinin de erkek şiddetine karşı mücadeleyle buluşturulmasına öncülük etmelidir.

Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinsine dönük her türden erkek egemen suçun karşısında süregelen sessizliğin, tepkisizliğin ve duyarsızlığın büyük bir öfkeyle çarpıştığı günlerdeyiz. Kadınların erkekler tarafından sistematik olarak katledildiği ya da şiddete uğradığı gerçeğiyle yüzleşmek bu öfkenin açığa çıkmasına yol açtı. Peki neden bugün? Eylül ayında 34 kadın katledilmişken, her ay her yıl Anıt Sayaç'a yüzlerce kadının adı yazılırken bu süregelen sessizliği bugün bozan, gündelik yaşamın bir parçası gibi alışılmış olan bu akışın ritmini bozan, öfkeyi yaratan nedir?

Elbette İkbal ve Ayşenur'un vahşice ve planlı katledilişi bu öfkenin dışa vurumunu sağlayan etkenlerden biri ancak somut durumu yalnızca buradan ele alırsak yanılmış olur ve bu hareketi doğru okumakta, bir güç olarak rejime karşı saflaştırmakta hataya düşmüş oluruz. Neden dün değil de bugün sorusuna gelecek olursak elbette sadece anlık gelişen bir isyan olmadığını, zincir gibi ilerleyen koşulların bugünkü eylemselliği yarattığını söylemek gerekir.

Bundan yaklaşık bir ay önce Manisa'da hamile bir genç kadının eşi olan fail erkek tarafından sokak ortasında öldüresiye şiddete uğraması ve çevredekilerin adeta gözünü kaparcasına tepkisizliği, kayıtsızlığı herkese "toplumsal çürümenin" geldiği boyutu fazlaca tartıştırdı. Ancak alışılmışlığın getirdiği bir şey olmalı ki yalnızca "tartışıldı". Amed'de 8 yaşındaki Narin'in kaybedilmesi ve katledilişi "alışılmışlık duvarında" açılan bir gedik oldu. Tepeden tırnağa çürümüşlüğün yansıması olan Narin'in katledilişi, politik İslamcı faşist şeflik rejiminin çocuk düşmanı politikalarına ayna tutar nitelikteydi. Erkek egemen AKP-MHP iktidarı, tüm kurumlarıyla yaşamı kadınlara, çocuklara, işçi-emekçilere ve tüm ezilen halklara cehenneme çevirmekte büyük çaba içerisinde. Narin'in katledilmesiyle Hizbulkontra ve devlet iş birliği yıllar öncesinden bugüne yaşanan süreci hafızalarda güncelledi. Öyle ki Türkiye'den Bakur Kürdistan'a yapılan kitlesel eylemler, bu cinayette faşist şeflik rejimi ve onun işbirlikçilerinin teşhiri bakımından oldukça önemliydi. Çocuk ve kadın katliamlarının koşullarını hazırlayan politikaların sorumlularından hesap sorma bilincini güçlü biçimde açığa çıkarmıştır. Çocuk katili düzeni ve siyasi sorumlularını teşhir eden, hesap soran ve adalet talebini yükselten eylemler, erkek şiddetine karşı gelişen mücadele eğiliminin bir göstergesi oldu. Hemen ardından Beyoğlu'nda genç bir kadının yolda yürürken iki erkek tarafından cinsel saldırıya uğraması ve faillerin serbest bırakılması, Tekirdağ'da 2 yaşındaki Sıla bebeğin cinsel istismara uğrayarak yaşamını yitirmesi de bu öfkeyi kat be kat artırdı. İşte alışılmışlığın ve kabullenişin duvarını yaracak ve bugünün isyanını yaratacak koşullar art arda gelişen bu erkek şiddeti saldırıları ile açığa çıktı.

Gelişen genç kadın isyanında Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Medipol Üniversitesi'ne, İTÜ'den ODTÜ'ye, İstanbul'daki neredeyse tüm vakıf, özel ve devlet üniversiteleri, Sakarya Üniversitesi'nden Muğla Sıtkı Koçman'a, Pamukkale Üniversitesi'nden Kocaeli Üniversitesi'ne Ordu'ya Bartın'a, toplam 34'ün üzerinde üniversitede öğrenci genç kadınlar ayaklandı. Yalnızca üniversitelerle sınırlı değildi bu öfkenin eylemsellikle buluştuğu alanlar. Kocaeli Darıca'daki liselilerden Gazi Mahallesi'ne, Beylikdüzü'den İzmir ve Ankara'ya, Sakarya'ya kadar liseli gençliğin de harekete geçtiği, öfkeyle eyleme durduğu görüldü. KYK yurtları ise, geçtiğimiz yıl Ekim ayında kaldığı KYK'da asansördeki ihmal sonucu katledilen Zeren Ertaş için yapılan eylemlerin ardından genç kadınların yeniden isyana durduğu alanlardan biri oldu. Kampüslerde, liselerde, yurtlarda gelişen bu eylemlerin temel hedefi ise bu cinayetlerin adeta bir kadın kırımına dönüşmesinde özel bir yeri olan iktidarın cezasızlık politikalarıydı. İkbal ve Ayşenur şahsında örgütlenen bu eylemler yalnızca tekil kadın cinayetleri etrafında şekillenmiyordu. Tutmamız gereken en öne çıkan ve kritik halkası da burası. Kadınların şiddete, taciz ve tecavüze uğradığında başvurabileceği mekanizmaların olmayışı, kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesi ve 6284 yasasının uygulanmıyor oluşu, gündelik yaşamı çevreleyen erkek şiddeti ve bunun ardından gelişen cezasızlık politikaları genç kadınların temel gündemlerini oluşturuyor. Örneğin eylemler ilk olarak Ayşenur ve İkbal için adalet şiarı ile yürütülürken ardından genişleyerek ve derinleşerek üniversitelerde kurulmayan, var olsa dahi işletilmeyen Cinsel Tacizi Önleme Komisyonlarının (CİTÖK)'lerin kazanılması ve işlerlik kazandırılması talebi ile de buluştu. Liselerde ise genç kadın isyanı, cinsiyetçi eğitim müfredatına, idare baskısı ve yaşam tarzına dönük saldırıların son bulması talebinde somutlaşıyor.

Erkek egemenliği ve onun kadın cinsi üzerine dönük erkek şiddeti saldırısı kadın kitlelerinde hızlı bir saflaşma açığa çıkarıyor. Öyle ki bu gelişen isyanı anlık bir öfke dalgası olarak değil, hedefi net, talepleri somut bir yürüyüş olarak görmeliyiz. Kadınlar bu yürüyüş ile erkek egemenliğinin her daim baki kalacağına, bu ezilmeye mecbur olduğuna dair ezberi bozuyor. Erkek egemenlikli sistem, "sıradan", "olağan" ve "sürekli böyle olacak" algısının tehlikede olduğunu biliyor. Kadın isyanını doğuran ve de büyüten erkek şiddetini bu nedenle her gün daha büyük bir sopa olarak gösteriyor. İsyan içerisinde kadınların bu karşılıklı savaş haline ve yer aldıkları saflara dair bilincinin açık olduğu görülmelidir. Her eylemde öne çıkan sloganın "katil devlet" olması kaynağını buradan alıyor. O yüzden kadınlar kendilerini savunmanın yollarına başvuruyor, öz savunmayı tartışıyor. İşte İkbal ve Ayşenur için bu denli kitlesel ve yaygın eylemlerin güç aldığı yer kadınlardaki bu bilinç.

Kadın kitlelerinin birikmiş öfkesini buluşturacağımız, kitleleri harekete geçirebileceğimiz ilk durağımız 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü. Erkek şiddetinin panzehiri kadınların örgütlü mücadelesi ve özsavunmasıdır. Tam da bu aşamada bize düşen görev ve sorumluluklara kulak vermeliyiz. Örgütlü ve sistematik erkek şiddetini geriletmenin yollarını aramalı, erkek şiddetine mevzi kaybettirecek politikalar üretmeliyiz. Bu geriletmede var olan eylemlere süreklilik kazandırılması önemli yer tutuyor. Erkek şiddetinin kadını sistematik olarak katleden politikasına karşı süreklilikle karşılık vermek, somut hedefler etrafında öfkeyi büyütmek hem kadın özgürlük mücadelesinin hem de demokratik gençlik hareketinin sorumluluğudur. Erkek egemenliğinin ördüğü duvarda açılan gediği, saflaştırmayı derinleştirdiğimiz ve rejime karşı bir mevzi olarak kazandığımız koşulda büyütebiliriz. Dolayısıyla kadın katliamlarına, erkek şiddetine ve kadın cinsine dönük tüm saldırılara karşı kadın kitleleri içerisinde büyüyen öfkeyi ve isyanı süreklileştirecek ve toplumsallaştıracak ajitasyon ve propaganda çalışmalarını örgütlemek; üniversite, lise, KYK yurtlarındaki hareketi ilerletmek, birleşik kadın özgürlük mücadelesi zeminlerini harekete geçirmek, öz savunma pratiklerini geliştirmek önümüzde duruyor.

Gelişen genç kadın isyanının toplumsallaştırılması, üniversiteli gençlik ve lise mücadelesinde bir mevzi olarak kazanılması ise yalnızca hareketin kadın bölüklerine bırakılabilecek bir görev değildir. Erkek şiddetine karşı mücadele pratiklerinin geliştirilmesi aynı zamanda genç erkeklerin de görevidir. Erkek şiddetine karşı mücadeleye tutuşarak erkekler, toplumsal erkekliğin çürütücülüğü ile yüzleşmeli, erkek şiddetinin pratiklerinden sıyrılmalıdır. Yalnızca kendisi yüzleşmekle kalmayarak diğer genç erkek kitlelerinin de erkek şiddetine karşı mücadeleyle buluşturulmasına öncülük etmelidir.