28 Mart 2024 Perşembe

Mustafa Öner yazdı | 'Adım hüzünle anılmasın'

Ali Aktaş yoldaş, kendisinden öncekiler gibi ideallerinin gerçekleşmesi uğruna gerektiğinde ölümün üstüne gitmekte tereddüt etmedi.Dışarıda, zindanlarda, idam sehpasında tam da kendine, devrimci kimliğine yaraşır şekilde rolünü oynayarak ölümsüzleşti. Faşist cunta da oynadığı bu özgün rolü gördüğü için dosyası Yargıtay'da görülmesine üç gün kala, hükmü kesinleşmeden idam kararını uyguladı.

"Evet ben ölüme giderken hayata erken veda etmekte olmama yanmaktayım, yoksa öleceğime değil. Her an her zaman ölümden korkmadım, korkmayacağım da…" 

Korkmadı da; 1015'te İstanbul Beyazıt Meydanı'nda idam edilen 20 Ermeni sosyalist gibi… Deniz, Hüseyin, Yusuf gibi… 12 Eylül cuntası tarafından idam edilen 16 devrimci gibi. Ali Aktaş yoldaş da devrim ve sosyalizm şiarını haykırıp 23 Ocak 1983 tarihinde son eylemini idam kürsünü kendisi devirerek gerçekleştirdi.

O kendisinden öncekiler gibi ideallerinin gerçekleşmesi uğruna gerektiğinde ölümün üstüne gitmekte tereddüt etmeyenlerden oldu.

1980-83 yılları arasında Adana Kürkçüler E Tipi Hapishanesi'nde yatmış olanlar bilir. Hücreden alınıp darağacına götürülür devrimciler. Serdar Soyergin'den sonra Mustafa Özenç, son olarak da Ali Aktaş yoldaş... Üçü de idam sehpasına elleri kelepçeli ve ayakları prangalı halde slogan atarak geldi. Sloganları koğuşlarda duyulduğunda kadın-erkek devrimciler de onlara sloganları ve zılgıtlarıyla eşlik etti. O an, acı, hüzün, sınıf kini, devrimci öfke ve devrimci direnişin haklı gururu birbirine karışmıştı.

Darağaçları, zindanlar, meydanlar ve dağlarda devrim, sosyalizm ve özgürlük ideallerinin gerçekleşmesi can feda direniş geleneğinden beslenir-beslenmekte... Bu direniş geleneğinden yeterince beslenmeyi başaranlar, bugün de bu damarı güçlendirerek geleceğe taşımakta. Sınıf mücadelesi içerisinde bu gelenekten nasiplenenler gücü/direnci bu direniş geleneğinden aldıklarını bilmeli, anlamalı... Anlamanın önemiyle korkmama arasındaki ilişkiyi Marie Curie "Hayatta hiçbir şeyden korkmayın, yalnız her şeyi anlamaya çalışın" sözleriyle kurar. Mücadelenin her cephesinde feda ruhuyla donanmış devrimciler koşulları anlamaya çalışarak zorlukların üstesinden bir şekilde gelmekten imtina etmez.

Ali Aktaş yoldaş da 12 Eylül faşist darbesinin amacını, yarattığı politik sonuçları nesnel olarak okuyup anladığı için yaşamak ve yaşatmak uğruna korkunun da ölümün de üstüne üstüne her zaman olduğu gibi son eyleminde de cesaretle yürüdü. Dışarıda ve hapishanelerde örgütlü mücadeleden, kolektif yaşamdan kaçışların, irade kırılmalarının, ideolojik çözülmelerin ve yılgınlığın teorisinin kol gezdiği 12 Eylül koşullarında; devrimciliğin, devrimci kalmanın başat kriterleri her koşulda örgütlü mücadelede ve devrimci değerleri korumada somutlanmaktaydı.

Ali Aktaş yoldaş hiçbir kişisel kaygı gözetmeden can feda direnişiyle bu mücadelenin büyütülmesine katkı sunanlardan oldu. O dönemin şartlarında dışarıda, işkencelerde, zindanlarda, sıkıyönetim askeri faşist mahkemeleri kürsülerinde devrimcilik sınandığı gibi, cuntanın kurduğu darağaçlarında da devrimcilik sınandı. 18 devrimci militanla birlikte komünist militan Ali Aktaş yoldaş da bu sınavı en önde geçenlerden oldu.

ÇOK YÖNLÜ DEVRİMCİ
Ali yoldaş, tiyatro ve skeç oyunları yazar, yazdığı oyunlarda rol alırdı. Öykü ve şiir de yazar, resim çizer, farklı spor dallarında da yetenekleri vardı. Bütün bunların yanı sıra örgütlü mücadelede aktif rol aldı. İskenderun Lise-Der kuruculuğu ve başkanlığı yaptı. Örgütlü mücadeledeki yeri ve kişisel yeteneklerine rağmen oldukça mütevazı, engin gönüllü ve sadedir. Göstericilik, popülizm, bireycilik ona uzak şeylerdi. Aynı zamanda emekçi özellikleri, yoldaşlarına zaman ayırma, disiplinli, planlı çalışma ile işini ciddiye alma yanları gelişkindi.

Bu özelliklerinin hepsini devrimci mücadelenin ve örgütünün ihtiyaçlarına sunmada duyarlıydı. Sorumluluklarının bilincindeydi. İşini isteyerek, severek, coşkuyla yapan, mutlu olan bir komünistti.

Ali yoldaş da 'olmakta olan'dı. Eksikliklerini tamamlamada, yanlışlarını düzeltmede hatalarına karşı mücadelede uzlaşmazdı. Tutucu değildi. Gerekçelerin arkasına sığınmazdı.

'ADIM HÜZÜNLE ANILMASIN'
İdam edilen devrimcilerin hiçbiri ödül beklemediği gibi adlarının hüzünle anılmasını da istemedi. Onlar devrim, sosyalizm ve özgürlük mücadelesi uğruna ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı. Ali yoldaşın mektubunda, "Adım hüzünle anılmasın, ben halkımın mutluluğu için savaştım" demesi de bunu gösterir.

Bulgaristan Komünist Parti üyesi Nikola Vasptarov da 23 Temmuz 1942'de Sofya'da yoldaşlarıyla birlikte idam edildi. İdamından önce, "Çektiklerimiz içi yok ödül filan beklediğimiz/Ne de o koca ciltlerde/ Resmimiz olsun isteriz/ Yalnız yalın anlat öykümüzü/ Geleceğin insanlarına/ Yerimizi alacaklara anlat/ Nasıl cesurduk kavgada" şiirinde O da arkaları sıra övülmemelerini, ödül beklemediklerini, ama hüzünle de anılmamalarını istemişti. Burgaristan'da faşist diktatörlüğün idam sehpalarında cüreti kuşanmalarını ve yeni kuşaklara anlatılmalarını böyle dile getirmişti Nikola. Anlatılsın ki kuşaklararası geçmiş ile gelecek köprüsü kurulsun. Direniş ve feda ruhu geleneği kuşaktan kuşağa sürdürülebilsin.

Ali Aktaş yoldaş da N. Vapstarovların izinden yürüyerek "Evet ben ve benim gibiler inandıkları davaları uğrunda madden ölsek de, manen yaşarız, yaşayacağız, buna inancım tamdır" demişti. Usul yerini bulsun diye Adana 6. Kolordu 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde göstermelik kötü bir tiyatro oynandığını yoldaş da başından beri biliyordu. İdam fermanı ta başından General Kenan Evren başkanlığındaki faşist cunta tarafından verilmişti. İdamına karar verenlerin korkularını yoldaş, "…Çünkü onlar kendilerinin yoka, mahva götürecekleri halka ve devrime ihanet etmeyenlerin yüreklerinde derin bir korkudur" sözleriyle belirtir.

Adana-Köprüköyü 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde görülen 35 kişilik bir davada -1979'da ilk tutuklandığımızda da aynı dosyadaydık- yine yoldaşla birlikteydik. 1982 ortaları olmalı, bu yoldaşla son görüşmemiz olmuştu. Tutuklu yargılanan kadın-erkek hepimiz yoldaşı son defa göreceğimizi biliyorduk. Son olarak kendisine Adana kebabı ısmarladık. Öğlen arası mahkemenin tel örgülerle çevrili bahçesinde nöbetçilerin nezaretinde öğlen yemeği molası verilirdi. Yiyecekleri kendi paramızla alırdık. Orada kurduğumuz yoldaş soframıza sohbetlerimiz eşlik ederdi.

Kendimizce uygun bir dilde fotoğraflarını istedik yoldaştan. O bizden daha rahattı. "Rahat olun. Açık konuşun yoldaşlar. Elbette istemek hakkınız, yarın onlar size lazım olur" demişti. Bu son görüşmemizde örgütünün zindanlardaki politikasını ve nasıl davranılması gerektiğine ilişkin kararlar ve perspektiflerin yer aldığı yazılı bir açıklaması olmuştu. Aynı açıklamada o koşullarda yüzünü mülteciliğe dönmeyi, politik ve ideolojik bakımdan doğru bulmadığı için mahkum eden kararlar da vardı. Açıklama yoldaşa verildiğinde sevinmiş çok mutlu olmuştu. Aynı zamanda örgütü tarafından kendisini onore eden karar da kendisine iletildiğinde aynı sevinç, coşku ve mutluluk mavi gözlerinden okunuyordu.

Yoldaş bir yandan daha uzun soluklu devrim koşusu için kendisini geleceğe hazırlarken, aynı zamanda yarın idama götürülecekmiş gibi de o ana hazırlıyordu. "Önemli olan nasıl yaşadığımızdır. O an geldiğinde nasıl bir duruş sergilediğimizdir. Yapmamız gerekenlere, her türlü olasılığa kendimizi hazırlamaktır" sözleriyle bizleri rahatlatmaya çalışmıştı.

DOĞDUĞU GÜN İDAM EDİLDİ
Yoldaş, farklı inançlar, farklı kültürlerle harmanlanmış Hatay bölgesinde doğmuş, Arap halkından orta halli Alevi inancına sahip bir ailenin çocuğuydu. 23 Ocak 1957'de İskenderun Arsus'a bağlı Höyük Köyü'nde doğmuştur. Kasıtlı olarak idamı da aynı gün gerçekleştirilmiştir. Ortaokul yıllarının sonlarında başlayan devrimci yaşamından dolayı Hatay istihbaratının ve siyasi polisinin ilgisine mazhar olmuştur. İskenderun Lise-Der'in kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı 1978-79 yıllarında aktif bir militan, gençlik önderi olarak öne çıkar. Defalarca gözaltına alınıp işkencelere maruz kalır. Her defasında sorgudan başı dik çıkar. Gösterilerde, eylemlerde, işçi grevlerinde, okul boykotlarında ve işgallerinde, İskenderun'da faşist odaklara yönelik hemen hemen her devrimci eylemde ön saflarda görev alır. Bu özelliklerinden dolayı devrimcilerin, antifaşist, ilerici, demokrat İskenderun halkının iyi tanıdığı, güven duyduğu, saygınlığını kazandığı, alanında önde gelen bir komünist önderdir.

Ali Aktaş, devrimci ideallerine bağlılıkla halkın saygısını kazanırken, faşistlerin, bölgedeki zengin toprak sahipleri, sermayedarların da nefretini kazanır. İskenderun'daki zengin dört ailenin elebaşları faşist cuntacılara gönderdikleri mektupta, "Ali Aktaş tehlikeli olduğu gibi, işçilere, gençlere kötü örnek olmaktadır. Bu nedenle asılması vaciptir" şeklinde mektup yazmıştır. Bu mektupların peşine düşen babası Abbas Aktaş da köyünde tarlada çalışırken siyasi polis ve ağalar tarafından boynu kırılarak katledilmiştir.

22 Ekim 1979'da farklı semlerde, birlikte gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra yoldaş beş buçuk ay tutuklu kalıp çıkmıştı. Mücadelesini kaldığı yerden sürdürmeye devam etti. 1980 ortalarında Aşkarbeyli Köyü yakınlarında bir grup İskenderun Demir Çelik fabrikası işçisiyle yaptıkları toplantıda güvenlik görevlisi Ali Kaya Yıldız yoldaş faşistler tarafından katledildi.

Bu olayın ardından İskenderun'da faşistlere yönelik devrimci şiddet eylemleri başladı. Ali Aktaş yoldaş bu eylemlerle sorumluluk üstlendi, ön saflarda yerini aldı. Birçok faşist odak dağıtıldı, elebaşları safdışı bırakıldı. Ali Yoldaş bu eylemlerden birinde 3 kurşun ve 20'den fazla saçma isabet etmesi sonucu yaralandı. Kanamasının durdurulamaması üzerine bir gün sonra hastaneye götürüldü. Hastanede yoldaşı öldürmek için istihbaratın girişimleri Hipokrat yeminine sadık doktorlar, ilerici, devrimci hemşireler ve Hanım anne sayesinde başarısız oldu.

Tedavisinin ardından Akçay Askeri Hapishanesi'ne götürülmesi gereken yoldaşı yanlışlıkla benim de kaldığım hapishaneye getirildiler. Kapı altında 3 saat yoldaşla birlikte kalma şansımız oldu. Yanlışlık anlaşılınca tekrar Akçay'a götürüldü.

Ali Aktaş yoldaşın hapishanedeki direnişin örgütlenmesindeki öncülük rolü o dönem tutsaklar ve dışarıdakiler tarafından bilinir. 12 Eylül darbesinin ardından Adıyaman E Tipi Hapishanesi'ne yoldaşın sürgün edilmesinin bir diğer nedeni de hapishanelerdeki öncülük rolünü oynamış olmasıdır.

Adıyaman'da Amed'deki Esat Oktay Yıldıran'ın kopyası "Karadayı" denilen bir yüzbaşı vardır. Yoldaşı kurallara itaat etmediği gerekçesiyle kaldığı hücreden çıkarıp işkenceye almak ister. Aktaş, bu girişime karşı durarak "Karadayı" denilen şahsı püskürtür.

Yoldaşın idam fermanının ta başından verildiğini belirtmiştik. Onu tanıyan dost, düşman herkes, son devrimci eylemini idam sehpasını kendisi tekmeleyerek gerçekleştirmesine şaşırmamıştır.

O dışarıda da, zindanlarda da, idam sehpasında da tam da kendine, devrimci kimliğine yaraşır şekilde rolünü oynayarak ölümsüzleşti. Faşist cunta da oynadığı bu özgün rolü gördüğü için dosyası Yargıtay'da görülmesine üç gün kala, hükmü kesinleşmeden idam kararını uyguladı.

Ali Aktaş yoldaşın devrimci yaşamından, idam sehpasındaki aldığı tutumdan öğrenecek çok şey var. Yazıyı, Ali Aktaş yoldaşın idamından 31 yıl sonra ailesine verilen mektubundaki sözleriyle tamamlayalım.

"Her an her zaman ölümden korkmadım. Korkmayacağım da, çünkü ben anamdan babamdan, ben halkımdan korkusuzluğu acı içinde ızdırap içinde yokluk ve kıtlık içinde sabrı, sabretmeyi, inançlarınla düşmana ahd yaşamayı, hem de başı dik ve gururluca yaşamayı ama bir saat daha, bir saniye daha… Evet sevgili analarım, babalarım. Ben gidiyorum. Giderken şerefimle gidiyorum. Ama onlar sömürücüler, sömürü soygun düzeninin sahipleri, komprador patron ağa devletinin savunucuları şerefsizlikleriyle her gün ölecekler."

Ve yağlı urgan boğazına geçirilmeden hemen önceki son sözleri "Ben insanın mutluluğu için çalıştım. Mutluluğu için de ölüyorum. Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm."