28 Mart 2024 Perşembe

Karagöz: Hapishanelerdeki mücadele dışarıdaki mücadelenin büyük bir parçası

19 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye birden gerçekleştirilen katliam saldırısının tanıklarından Gönül Karagöz Özgür Gençlik dergisine konuştu. Kadın tutsaklara yönelik saldırılara değinen Karagöz, hapishanelerdeki mücadelenin dışarıdaki mücadelenin büyük bir parçası olduğuna dikkat çekti, "Toplumdaki herkesi bu konuda çok daha fazla bilinçli ve duyarlı olmaya çağırıyorum" dedi.

19 Aralık 2000'de devletin hapishanelerde devrimci tutsaklara yönelik katliamın tanıklarından, ölüm orucu gazisi Gönül Karagöz ile "Hayata Dönüş Operasyonu" adı altında yapılan katliam saldırısı ve hapishanelerdeki güncel durum üzerine yaptığımız röportajı yayımlıyoruz.

19-22 Aralık 2000 tarihinde 20 ayrı hapishaneye düzenlenen ve 28 devrimcinin yaşamını yitirdiği katliam saldırısının canlı tanıklarından biri olarak katliamdan bahseder misiniz?
19 Aralık'tan önce hapishanelere operasyon yapılacağı belliydi. 19 Aralık hapishaneler saldırısı devrimci güçlere yönelik saldırı olmaktan çok toplumu ezen ve sindiren, ayrıca onun öncü güçlerine yönelik bir saldırıydı. Gece 3'te bir saldırı oldu hapishanelere. Aynı anda bütün devrimci koğuşlar işgal edilmeye başlandı. Biz kadınlar koğuşu olarak barikatlarla karşı çıkmaya başladık. Barikatların arkasına toplanıp slogan atmaya başladık. "Direne direne zafere ulaşacağız" gibi sloganlar atılıyordu. Ama kurşunlarla saldırı çok yoğun olduğu için yemekhane kapısında uzun süreli bir direniş sağlanamadı. Hemen yukarı yatakhaneye çıkıldı. Yatakhane kapısında yeniden barikat kuruldu. Bütün pencereler kapatıldı. Devlet açısından tam bir çöktürme planı uygulanmaya çalışılıyordu. Çünkü kapının altından sadece gaz bombaları atılmıyordu, borularla gaz verilmeye başlandı. Gaz verilmeye başlandıktan sonra pencereler de kapalı olunca çok uzun bir süre direnemedik.

Barikat yıkıldıktan sonra askerler aşağıya kadar koridor oluşturmuşlardı. Herkesi döverek havalandırmaya attılar. Ölüm orucu direnişçilerini almaya çalışıyorlardı. Herkes de ölüm orucu direnişçilerine sahip çıktığı için onları vermeme hedefi vardı. Ölüm orucunda olanları tespit etmek için gardiyanları getirdiler. Ölüm orucunda olanları hastaneye götürmeye başladılar. Geri kalan herkesi de dayak ve işkence faslıyla iyice bir sindirmeye çalıştılar. Ben Gebze Hapishanesinde kalıyordum. Gebze Hapishanesinde diğer koğuşlara da saldırdılar ama direniş olan koğuşlara çok daha yoğun bir saldırı vardı. Tam hatırlamıyorum ama galiba 2 Şubat'ta ölüm orucuna başladım. Haziran ayındaki zorla müdahaleye kadar devam ettirdim. Elde ettiğimiz kazanımları tek tek yeniden elimizden almaya başladılar. Mesela aramaları elle yapmaya başladılar. Biz ise elle aramayı kesinlikle kabul etmiyorduk. Bizim yatakhanemize kesinlikle asker giremez, en fazla kadın gardiyanlar girebilir diyorduk. Bu konuyu bize saldırı malzemesi yaptılar. Kadınlara yönelik bu saldırıları sistemli bir şekilde devam ettirdiler.

19 Aralık katliamı sonrası nasıl bir adalet mücadelesi yürütüldü?
Tabii ki bir adalet mücadelesi oldu. Barikatlarda olan herkes tek tek şikayetçi oldu. Herkes devletin devrimcileri katletmesine yönelik ifade verdi. Epey mücadele edildi ama sonucunda bir kazanım elde edilemedi. Kimden şikayetçi olduysak herkes hakkında beraat kararı verildi. Sanırım Bayrampaşa Hapishanesinde idi, en son 19 Aralık'ta yaralanan bir kişi dava açmıştı. O dava da kendiliğinden kapandı. Zamanaşımına uğradı.

19 Aralık'tan önce hapishanelerde devrimci koşullar daha fazlaydı. O zamandan biraz bahsedebilir misiniz?
En başta bir temsilcilik kurumu vardı. Yani her siyasetin bir temsilcisi vardı ve bu temsilciler idare ile rahatlıkla görüşebiliyordu. Haklarımızı rahatlıkla koruyabiliyorduk. Hem kadınlar hem de erkekler koğuşunda bu tür kazanımlar vardı. Aramalarda asker yalnızca yemekhaneye giriyordu. Yatakhaneye sadece kadın gardiyanlar giriyordu. Polisi de kabul etmiyorduk biz. Bizi ilk kışkırtan da elle aramaydı. Bu konu üzerinden kadınlara saldırıyı yoğunlaştırdılar. 19 Aralık'tan sonra ise yatakhaneye de askerler girmeye başladı. Normal bir arama da yapmıyorlardı. Yatakları, yorganları giysileri her şeyi yere atıyorlardı. Yemekhanede yapılan aramalarda bütün bulaşıkları yere atıyorlardı. Tabakları, bardakları kırıyorlardı. Kadınlara yönelik de yoğun bir saldırı vardı. Bu saldırı ve baskıları da 19 Aralık'tan sonra daha rahat bir şekilde yapmaya başladılar. Önceden aramaları biz de gözlemleyebiliyorduk mesela. Ama sonradan herkesi havalandırmaya çıkarmaya başladılar. 8 Martlarda, 1 Mayıslarda etkinliklerimiz oluyordu. 19 Aralık'tan sonra bu etkinliklere de kesinlikle izin vermediler. Yani hapishanelerde yakalandığı söylenilen bütün silahlar yaptığımız tiyatrolarda kartondan yapılan silahlardı. Bu durum üzerinden epey bir baskı kurmaya çalışıyorlardı özellikle.

Günümüzde de özellikle son dönemde hapishanelerde işkence, çıplak arama gibi farklı uygulamalar var. Garibe Gezer'in katledilmesi gibi. Bu tür saldırılarla karşı karşıyayız. 19 Aralık'tan bugüne devletin her zaman kullandığı taktikler bunlar. Süreç sertleşince her zaman hapishanelere saldırmaya yöneliyorlar. Hem içeride hem de dışarıda bu katliamları büyütmek istiyorlar. Bugünkü süreç bakımından bu meseleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
19 Aralık'tan sonra bütün hapishanelerde devletin baskısı çok daha fazla arttı. Mesela Garibe Gezer'in ölümü kadın devrimcilere yönelik saldırılar için önemli bir örnek. Mesela siz fark etmeseniz de bir kadın olarak hapishanedeyseniz çok daha farklı boyutlarda saldırıları oluyor bunun. Sizin düşüncelerinize saldırılarla sınırlı kalmıyor bu. Aynı zamanda kadın olmanıza yönelik ciddi saldırılar da söz konusu. Çünkü siz görüşte, aramalarda kısacası her yerde askerle karşı karşıyasınız. Bundan dolayı bütün duyargalarınızın açık olması gerekiyor. Devlet de buradan kadınlara yönelik özel bir tecrit uyguluyor. Devletin gözünde kadın, erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını gideren bir obje. Bir kadının düşünceleri varsa, kendini ifade etmek için şartları zorluyorsa bu devlete karşı bir suç işlediği anlamına geliyor. Bu yüzden kadınlar, bir erkeğe göre çok daha fazla dirençli olmak zorunda. Hapishanede kadın olmak çok büyük bir problem. Örneğin kısakollu, askılı giyinemezsiniz, kalçalarınızı kapatmak zorundasınız. Mesela biz yazın güneşlenmek için havalanmaya çıkıyorduk. Askerler bizi görmeyecekleri halde başlarını uzatarak bakıyorlardı. Psikolojik olarak bu saldırılar farkında olmasak da bizi çok etkiliyordu. Mesela perdeleri kapatmak, askerlerin olmadığı yerde güneşlenmeye çalışmak gibi. Bu yüzden kadınlık bilincinin çok iyi olması gerekiyor.

Önümüzdeki süreçte hapishanelere dair gençlik kitlelerine, devrimci güçlere bir çağrınız var mı?
Hapishaneler mücadele alanlarının dışında olan bir yer değil. İnsanlar bu sistem içinde mücadele etmeyi göze alıyorlarsa muhakkak yolları bir gün hapishaneden geçiyor. Hapishanelere yönelik alınacak her karar bütün mücadeleyi ilgilendirmeli. Mesela ölüm orucu. Sadece ölüm orucu olarak hapishanede kalmamalı, kadın, sınıf, gençlik mücadeleleri içinde de yer almak zorunda. Bu anlamda sınıf mücadelesi içindeki insanların hepsi hapishanedeki mücadelenin dışarıdaki mücadelenin büyük bir parçası olduğunu fark etmek zorunda. Hapishanelerde yapılan her şey ister istemez dışarıyı da bağlıyor. Toplumdaki herkesi bu konuda çok daha fazla bilinçli ve duyarlı olmaya çağırıyorum.

*Özgür Gençlik dergisinde yayınlanan röportaja buradan ulaşabilirsiniz.