Filistin'de emperyalist köleci barışa hayır

Halihazırda BM ülkelerinin yüzde 80'i Filistin'i tanıyor. Ancak Filistin'in yanındaymış gibi duran devletler imgesi yanıltıcı olmamalıdır. Bu devletler, Filistin ulusunun gerçek dostları değildir. Bilakis Filistin devletini tanıma politikasına koşan tüm devletler, ABD'nin ve siyonizmin birlikte geliştirdiği köleci "barış" planının birer parçasıdır. Filistin'i tanıma yarışına ve gösterisine girişen bu devletlerin yaptığı tam bir burjuva ikiyüzlülüktür. Geçmişten bugüne Filistin'i tanıyan devletlerin çoğu, Filistin ulusuna karşı siyonist-emperyalist katiller güruhunun işlediği tüm savaş ve insanlık suçlarının ortaklarıdır.
"Birlikte daha iyi: Barış, kalkınma ve insan hakları için 80 yıl ve daha fazlası."
BM'nin 80. toplantısının mottosu buydu. Yılda bir kez toplanan BM Genel Kurulu çalışmaları eylül ayı başlarında başlıyor. Genel kurulun final oturumlarına üye devletlerin devlet başkanları katılıyor. BM merkezi ABD'nin New York kentinde bulunuyor. ABD emperyalizminin süper hegemon olma konumunu ve "bütün eşitler içinde daha üstün" statüsünü simgeleyen bu durum, ABD'ye ayrıcalık tanıyor. ABD dünya hükümranı konumuna boyun eğmeyen, uzlaşmayan ya da güncel politikalarıyla karşıtlaşan devletlerin yöneticilerine istediği zaman vize yasağı koyarak ambargo uygulayabiliyor.
BM Daimi Konseyinde veto hakkına sahip 5 devletten biri olan ABD, bu ayrıcalıklı konumuyla BM vasıtasıyla emperyalist çıkarlarını dünya çapında realize edebiliyor. BM 80. yıl toplantısının hem ABD'nin hegemonya gücünü gösterip test etmede hem de dünyayı yeniden dizayn etmede etkin bir diplomasi zeminine dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu durumun bir “an”da değil bir süreç olarak örgütlendiği görülebilir. ABD emperyalizmi 2. Trump başkanlığıyla dünya hegemonyasında etkinliğini çok belirgin biçimde artırıyor. Emperyalist süper hegemon niteliğiyle bütün dünyaya çekidüzen vermede peş peşe gösterilen hamlelerle, ABD'nin belirgin biçimde zayıflayan ve dağılan hegemonyası toparlanıyor. Bu "hegemonya tahkimi"nde ABD'nin süper hegemon konumunun verili araçları olan NATO, BM, stratejik ortaklıklar, diğer kimi birlik ve ittifak biçimleri ve elbette dünya ekonomisinin baş lokomotifi olma durumu belirleyici etmenler olarak rol oynuyor. ABD'nin hegemonya restorasyonunda NATO'dan sonra BM'yi de bir basamak haline getirdiği açıkça görülüyor.
Hiç kuşkusuz bu yılki BM Genel Kuruluna damgasını Filistin vurdu. Final oturumuna gidilirken 21 Eylül'de Kanada, Avustralya, İngiltere ve Portekiz, Filistin'i tanıdıklarını duyurdu. Ardından 22 Eylül'de Fransa, Monako, Lüksemburg, Malta ve San Marino; "BM bünyesinde Filistin meselesine çözüm bulunması ve iki devletli çözümün hayata geçirilmesi konulu yüksek düzeyli uluslararası konferans kapsamında Filistin devletini tanıdık"larını ilan etti. Belli emperyalist güç odaklarının etrafında kümelenen veya birlikte hareket eden devletlerin Filistin'i tanıma furyasına Hollanda ve Danimarka şartlı olarak katıldı. Her iki devlet de Hamas ve Gazze direniş güçlerinin siyonizmin dayattığı kimi koşulları yerine getirmesi durumunda Filistin devletini tanıyacaklarını duyurdu.
Filistin'i devlet olarak tanıyan ülke sayısı 157 oldu. Halihazırda BM ülkelerinin yüzde 80'i Filistin'i tanıyor. Gerçek manada Filistin özgürlük ve kurtuluş mücadelesine anlamlı hiçbir şey katmayan bu Filistin'i resmen tanıma jestlerinin güncel verili konjonktürün bir yansıması olduğu açıktır. Filistin'i devlet olarak tanıma atraksiyonlarının arka planında birbiriyle bağlantılı iki boyutlu/katmanlı yenilmeyen ve teslim olmayan direniş dinamiği bulunuyor. Bu toplumsal dinamiğin ilk boyutunu ve kaynağını soykırıma, işgale onbinlerce kayıp ve bedelle direnen Gazze, direnen Filistin oluşturuyor. Politik hareketin ikinci katmanını tüm dünya sathında mazlum Filistin ulusunun haklı ve meşru direnişiyle bağlanan dünya halklarının küresel intifadası oluşturuyor.
Dünya sathında değişik halklardan ilerici güçlerin öncülüğünde küresel bir intifada olarak gelişen politik hareket pek çok devletin, Filistin devletini tanıma atraksiyonuna başvurmasını sağlamıştır. Ancak Filistin'in yanındaymış gibi duran devletler imgesi yanıltıcı olmamalıdır. Filistin'i tanıma politik tutumunda yansıyan görüngüyle gerçeğin aynı olmadığını görmeli ve göstermeliyiz. Bu devletler, Filistin ulusunun gerçek dostları değildir. Bilakis Filistin devletini tanıma politikasına koşan tüm devletler, ABD'nin ve siyonizmin birlikte geliştirdiği köleci "barış" planının birer parçasıdır. Filistin'i tanıma yarışına ve gösterisine girişen bu devletlerin yaptığı tam bir burjuva ikiyüzlülüktür. Geçmişten bugüne Filistin'i tanıyan devletlerin çoğu, aynı zamanda BM'nin Filistin'le ilgili siyonizme karşı alınan kararları uygulamayanlardır. Bu anlamda Filistin ulusuna karşı siyonist-emperyalist katiller güruhunun işlediği tüm savaş ve insanlık suçlarının ortaklarıdır. Filistin devletini tanıyan emperyalist devletler ve işbirlikçileri, siyonist-emperyalist blokun dünyanın gözü önünde fütursuzca başvurduğu işgal, soykırım, sürgün ve bir bütün olarak Filistin'i toptan yok etme savaşına karşı bırakalım ekonomik, askeri ilişkileri kesme ve ambargo uygulamayı, diplomatik ilişkileri kesmemişlerdir.
Faşist şef Erdoğan'ın riyakar Filistin politikası aslında siyonizmle, ABD'yle işbirliğini sürdüren, ama Filistin'i de kerhen tanımak zorunda kalan tüm devletlerin ikiyüzlü burjuva politikası klasiğidir. Diğer yandan Filistin devletini bu tarzda tanımanın bir gerçekliği ve karşılığı yoktur. İki devletli çözüm konsepti yeni bir öneri değildir. BM'nin yarım asırdan fazla önce ilan edilmiş kararıdır. İki devletli çözüm ve Filistin devletini tanıma politikalarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Emperyalizm ve BM'nin Filistin ulusuna biçtiği iki devletli çözüm Filistin'in bugünkü coğrafi, demografik, siyasi parçalanmışlığının temel müsebbibidir. Baştan beri emperyalizmin ve bölge işbirlikçilerinin Filistin için istediğiyle Filistin ulusunun kendi kaderini belirleme isteği aynı şey olmamıştır. Emperyalizm ve siyonizm Filistin ulusunun kendi kaderini belirleme hakkını gerçekte tanımamıştır. Bugün de bu politika değişmiş değildir. Filistin ulusu için emperyalistlerin istediği tüm devlet biçimleri önünde sonunda bir sömürgeci vasallıktan başka bir anlama gelmiyor.
Filistin devletini tanıma ya da iki devletli çözüm politikasının diğer bir güncel boyutu, bu uğrakta ABD ve siyonist İsrail planında somut anlamını buluyor. Trump'ın "Gazze barış planını" hazırlayıp uygulanmasını sağlamak İngiltere, Fransa, Kanada gibi büyük emperyalist devletlerin öncelikli hedefidir. Filistin'e dost görünme oyunları, siyonizmin Filistin'e Trump "barış"ını dayatma stratejisinde bir siyasal görev bölüşümünü gösteriyor.
BM Genel Kurulunda Filistin meselesinde Trump'ın açıkladığı emperyalist-siyonist plan salt bir ABD planı değildir. ABD-siyonist İsrail'in merkezinde durduğu çok geniş emperyalist-gerici devletler kümesi, Trump'ın Gazze planının bir unsuru ve çeşitli düzeydeki aktörleridir. ABD emperyalizmi Trump doktriniyle (Make America great aagein) dünya hegemonyası konusunda konumunu yeni mevziler kazanarak güçlendiriyor. Trump ilk ve ikinci başkanlık döneminde NATO'yu hizaya çekmeyi önceledi. Nitekim murat ettiğini aldı. NATO üzerindeki tartışmasız gücünü tüm birlik devletlerine gösterdi. NATO'yu Rusya-Ukrayna savaşının fiili bir cephesi haline getirdi. NATO'ya yeni üyeler kazanarak emperyalist savaş blokunu genişletti. Hemen akabinde NATO devletlerine askeri bütçe harcamalarını artırmalarını dayattı. İstediği sonuçları aldı.
Emperyalist bloklar arası militarist kamplaşma ve çatışmayı boyutlandırıp çelişkileri keskinleştirdi. Bir yandan bunları yapan Trump diğer yandan dünyanın "barış" havarisi olarak etkinleşti. Dünyanın savaş ve çatışma bölgelerine ABD emperyalizminin Trump "barış" politikalarını taşımaya ve önermeye başladı. NATO/Ukrayna ile Rusya savaşında arabuluculuğa soyundu. Ama Trump'ın "barış"ı bedava değildi. Karşılığında ABD her bakımdan kazanmalıydı. Trans Kafkasya'da bir bölgesel jeopolitik kördüğüme dönüşen Zengezur koridorunda birinci Trump "barış"ı ABD emperyalizminin jeopolitik mevziler kazanmasının ilk örneğiydi. Trump Zengezur "barış"ıyla hem bu geçiş koridorunun ekonomik pastasından aslan payını aldı, hem de ABD'nin sulhla sorun çözen imajıyla hegemonya tahkimi yaptı.
Şimdilerde Trump ikinci "barış" konseptiyle Filistin konusuna el atıyor. Daha prestijli bir "barış" macerasına atılıyor. Kuşkusuz daha geniş bir emperyalist ve işbirlikçi bölge devletleri kümesini Ortadoğu'da ABD stratejisi için göreve seferber ediyor. Gazze geçiş yönetimi için Trump'ın önerdiği "barış kurulu" siyonist emperyalist blokun yeni bir saldırı hamlesidir. Düpedüz Gazze'nin ABD tarafında yumuşak yoldan işgalinden başka bir şey değildir.
ABD emperyalizmi Trump planıyla siyonist İsrail'in soykırımla başaramadığını bu yoldan başarmak istiyor. Filistin direnişini teslim almak ve tümden silahsızlandırmayı hedefliyor. Filistin ulusunun iradesini atanmış vasallarla boyunduruk altına alarak emperyal çıkarların hizmetine koşmak ve yönetmek istiyor. Kerameti kendinden menkul Trump, kendisini Gazze'nin geçiş hükumetinin kayyum başkanı, vasalı olarak atıyor. Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'i kendine yardımcı yapıyor.
Bir ulusun kendi kaderini eline almasının dolaysız biçimlerinden biri sömürgeciliğe karşı yürüttüğü silahlı direniş ve tarihsel varlık hakkıdır, kendini yönetmesidir. Filistin ulusunun kim tarafından yönetileceğine karar veren bu emperyalist "barış" planı, köleci barıştır. ABD işbirlikçisi bölge Arap devletleri ve işbirlikçi Türk burjuva devleti bu planın sahadaki piyonları ve taşeronları olarak dizilmişlerdir. Köleci emperyalist barışa karşı Filistin ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak günün ilkesel devrimci görevidir. Devrimci sosyalistler günün ilkesel devrimci göreviyle Filistin'de soykırıma karşı yürüyen küresel intifadanın tüm taleplerini eylemli biçimde yükseltmelidir. 7 Ekim'in ikinci yılında, "Filistin'de köleci barışa hayır", "Nehirden denize özgür Filistin", "Siyonizme ölüm, Filistin'e özgürlük", "ABD Filistin'den, Ortadoğu'dan defol", "Kahrolsun emperyalizm, yaşasın halkların enternasyonal mücadelesi" şiarlarını bütün eylem alanlarına taşıyalım ve yankılatalım.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 03 Ekim tarihli 238. sayısında yayımlanan başyazısı.