29 Nisan 2024 Pazartesi

ÇEVİRİ | Nina Simone bir radikaldi

Nina Simone, müziğini dinleme zevkine sahip olan herkese özgürlük, eşitlik, adalet ve kurtuluş mesajını getiren bir güç turuydu. O bir devrimciydi. Marx ve Lenin'in çalışmalarıyla ilgilenen ve bu devrimci pratiği bugün de yankılanmaya devam edecek şekilde müziğine taşıyan bir kadındı.

"Erkekler ya da kıyafetler hakkında hiç konuşmazdık. Her zaman Marx, Lenin ve devrimden bahsederdik; gerçek kızlar sohbeti." Nina Simone

Nina Simone'un modayı değil "Marx, Lenin ve devrimi" tartışmakla ilgili sözleri, Simone'un sivil haklar aktivisti ve müzisyen olarak daha iyi bilinen hikayesinden uzak günlük siyasi hayatına bir bakış sunuyor. "Kız kıza sohbetleri", arkadaşı ve oyun yazarı Lorraine Hansberry ile gerçekleşmiştir. Simone'un dediği gibi, iki siyah kadın arasında erkekler ya da kıyafetler hakkında değil, ürettikleri yaratıcı emekleri ve bunun toplumsal özgürleşmedeki rolü hakkında sohbet ederlerdi.

Hansberry'nin otobiyografik oyunu To Be Young, Gifted, and Black'e atıfta bulunan Simone, Hansberry'nin trajik bir şekilde otuz dört yaşında pankreas kanserinden ölmesinin ardından arkadaşı ve yoldaşı için aynı adı taşıyan bir şarkı yazdı. Bu dostluk ve yoldaşlık, politik siyah kadınlar arasındaki samimi sohbetlerin nasıl ilham verici bir güç içerdiğini göstermektedir. Bu sohbetler erkeklerin bakışlarından ve beyazlardan uzakta gerçekleşir; siyah kadınların siyasi görüşlerini genellikle marjinalleştiren ve silen daha geniş bir harekete yeniden katılabilecekleri ve yeniden enerji toplayabilecekleri soluklanma yerleri oluyorlar.

Nina Simone'un "silindiğini" söylemek saçma olur. O yirminci yüzyılın en ünlü müzisyenlerinden biridir. Politik şarkıları üzerine başka bir makale, biyografi ya da analiz yazmaya gerek yok. Ancak ölüm yıldönümünde, Simone'un siyasi hayatının hikayesinin nasıl anlatıldığına ve kimin anlattığına; neleri dahil etmeyi seçtiklerine ve aslında neleri "sildiklerine" bakabiliriz.

Nina Simone'dan sıklıkla bir sivil haklar aktivisti olarak bahsedilir ve öyleydi de. Ancak sivil haklar hareketi, özgürleşmenin neye benzediğine dair birçok farklı siyasi görüşü kapsıyordu. Renkli İnsanların İlerlemesi Ulusal Derneği (NAACP) gibi bazıları, sadece Afro-Amerikan orta sınıfının çıkarını temsil ettiği için eleştirilen liberal reformlar istiyordu. Siyah milliyetçiler ise ekonomik bağımsızlık ve ırkçı beyaz Amerika'dan ayrı yeni bir siyah devlet arayışındaydı, ancak bu yeni devletin kapitalizmin siyah versiyonunun ötesinde neye benzeyeceği tartışmaya açıktı. Bu nedenle, bütün sivil haklar aktivistleri arkadaşlarıyla ettikleri sohbetlerde Karl Marx ya da Vladimir Lenin'i örnek göstermiyordu.

Müziği ve performansıyla sesini nasıl duyurmak istediğini çok iyi bilen, son derece zeki, yetenekli ve parlak bir kadın için bunu geçici bir yorumdan ziyade bir amaç beyanı olarak kabul edebiliriz. Nina Simone bize bir komünist, bir yoldaş, bir devrimci olduğunu söylüyordu.

Beyaz komünist folk müzisyeni Phil Ochs'un "Love Me, I'm a Liberal" marşında esprili bir şekilde söylediği gibi, bazen bir tür sol politika sergileyen siyah kadın sanatçılar ve özellikle müzisyenler, beyaz dinleyicileri daha rahat ettirecek daha ılımlı versiyonlara dönüştürülerek radikalliklerinin içeriği boşaltılıyor. Ochs, liberal beyazların sivil haklar mitinglerine gidebileceğini söylüyor: "Ama devrimden bahsetme / Bu biraz fazla ileri gitmek olur."

Simone o kadar ileri gitmek istedi. Eylül 1963'te meydana gelen 16. Sokak Baptist Kilisesi bombalamasında, yaşları 11 ila 14 arasında değişen dört siyah genç kadının ölümüne neden olan beyazların üstünlüğünü savunan bu terör saldırısına cevaben yazılan "Mississippi Goddam"da Simone şöyle söylüyor:
Bunun komünist bir komplo olduğunu söylemeye çalışıyorlar
Kız kardeşim, erkek kardeşim, halkım ve benim için
Tek istediğim eşitlik.

Bu sözler, eşitlikten bahsetmenin komünizm ve "Amerikan karşıtı" duygularla bir tutulduğu McCarthy'ci Kızıl Korku'ya bir yanıt olarak okunabilir. Ancak Hansberry ile yaptığı "kızlar sohbeti" ve James Baldwin, Stokely Carmichael ve Langston Hughes gibi sosyalist aktivistlerin de dahil olduğu sosyal çevresinin politikaları ışığında okunduğunda, bu sözler politik bir ifadedir. Simone Sol'dadır çünkü bunu gerçek eşitliğe giden tek yol olarak görüyor; ırkçı bir devleti yatıştıran "yavaş git" reformları onun için bir seçenek değildir.

Sözleri Hughes'un Simone için yazdığı bir şiirden alınan "Backlash Blues"da da enternasyonalist bir siyasetin yansımalarını görüyoruz:
Ama dünya büyük
Büyük, parlak ve yuvarlak
Ve benim gibi diğer insanlarla dolu
Siyah, sarı, bej ve kahverengi olan.

Hughes'un son yazdığı eserlerden biri olan bu şiir, Vietnam'ı ve Afro-Amerikan erkeklerin emperyalist bir savaşta savaşmaya gönderilirken memleketlerinde ise ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmelerini yansıtıyor. Simone dinleyiciye, kendisinin ve "Bay Backlash"in birçok enkarnasyonu tarafından ezilen diğer ırksallaştırılmış grupların aslında dünyada çoğunluk olduğunu söyler. Bu ifade, Kara Panter Partisi gibi örgütlerin Amerikan emperyalizminin etkilerinden muzdarip dünyanın dört bir yanındaki diğer halklarla uluslararası ittifaklar kurmaya çalıştığı bir siyasi dönemi yansıtıyor.

ABD'deki siyah solun siyasi tarihi Simone'un çalışmalarını bağlamsallaştırmak ve anlamak açısından önemlidir, ancak ben Simone ve Hansberry arasındaki "kız kıza sohbetlere" dönmek istiyorum. Siyah bir kadın, sosyalist, feminist ve müzisyen olarak benim kulağıma göre, radikal siyah kadınlar arasındaki bu özel ve samimi sohbetlerin politikası Simone'un müziğinde ortaya çıkıyor. "Four Women" şarkısını ele alalım. Genellikle feminist bir marş olarak anılan bu şarkı, siyah kadınların kendilerini hapsolmuş buldukları zorunlu sınıf ve cinsiyet rollerini ve stereotipleri anlatıyor: "Anne"; "trajik melez"; seks işçisi; öfkeli siyah kadın.

Bana göre bu şarkı, köleliğin ve onun mirasının bugün siyah kadınlar üzerindeki etkisinin basit bir analizinin ötesine geçiyor. Daha ziyade, Hansberry ve Simone'un ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıfı kapsayan marksist bir analiz kullanarak kendi hayatları ve diğer siyah kadınların hayatları hakkında konuştuklarını hayal ediyorum. Irkçılık ve kapitalizmin şarkıdaki kadınların hayatlarını nasıl belirlediğini anlatıyor; Sarah Teyze, Saffronia, Sweet Thing ve Peaches'in sürekli mücadele ederek, hayatta kalmaya çalışarak ve direnmek zorunda kalarak sürdürülen siyah kadınların hayatları.

Nina Simone'un siyasi yaşamı kısa bir makaleyle anlatılamaz. O, müziğini dinleme zevkine sahip olan herkese özgürlük, eşitlik, adalet ve kurtuluş mesajını getiren bir güç turuydu. Ancak onu sadece bir sivil haklar aktivisti olarak görmememiz önemli: O bir devrimciydi. Marx ve Lenin'in çalışmalarıyla ilgilenen ve bu devrimci pratiği bugün de yankılanmaya devam edecek şekilde müziğine taşıyan bir kadındı.

*Chardine Taylor-Stone'un Jacobin sitesinde yayımlanan yazısı Liyan Aspir tarafından ETHA için Türkçe’ye çevrilmiştir. Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.