29 Nisan 2024 Pazartesi

Çepni: Hapishaneleri sokağın, emekçilerin gündemi yapmalıyız

19 Aralık Hapishaneler katliamının tanıklarından Murat Çepni, o günden bugüne hapishanelerin devrimciliği tasfiye saldırılarının en yoğun yaşandığı yerlerden biri olduğuna işaret etti. Çepni, "Hapishanelerdeki direniş dışarısı ile buluşamadığında, halklaşamadığında, itirazlar protestoculuktan çıkartılamadığında kalıcı bir sonuç elde etmek mümkün olamıyor. Herkesin sustuğu, kanıksadığı bir noktada zindandaki devrimciler direnişleriyle bir ışık yakmış oluyor. Görev tam da burada bu ışığı büyütmektir" ifadelerini kullandı.

24 Ocak ‘80 kararlarını savunan dönemin başbakanı Bülent Ecevit 2000'li yıllarda IMF politikalarını hayata geçirmek için hapishanelere saldırdı. F Tipi hücre sistemine karşı bedenlerini açlığa yatıran tutsaklar birçok hapishanede açlık grevi ve ölüm orucu direnişine geçti. 19 Aralık 2000'de 20 hapishaneye "Hayata Dönüş Operasyonu" adı altında eş zamanlı katliam saldırısı gerçekleşti. Bu direnişte 28 tutsak ölümsüzleşti, yüzlercesi ise yaralandı. Her ne kadar devlet tarihi değiştirmeye çalışsa da 19 Aralık tarihe, tutsakların muazzam direnişi olarak da altın harflerle kazındı.

İktidarlar toplumu teslim almak istediği her dönem ilk olarak hapishanelere saldırarak devrimci tutsakları etkisizleştirmeye çalışıyor, lakin tutsakların direnişine çarpıyor. 19 Aralık direnişinin 23. yılında İmralı'da uygulanan mutlak tecrit işkencesinin sonlanması, Kürt sorununda demokratik çözüm talepleri başta olmak üzere tutsaklar hak ihlalleri, işkence ve kötü muameleye karşı bir kez daha açlık grevi direnişinde.

19 Aralık direnişçilerinden Halkların Demokratik Partisi (HDP) 27. dönem milletvekili Murat Çepni, yaşananları ve devletin hapishanelere dönük politikalarına ilişkin ETHA'nın sorularını yanıtladı. Çepni'nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

'KATLİAM SİYASETİ BİR YÖNETME BİÇİMİDİR'

19 Aralık Hapishaneler katliamının 23. yıl dönümü. Yaşananları, kendi tanıklıklarınızı özetleyebilir misiniz?
19 Aralık 2000 Hapishaneler katliamında ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızı saygı ile anarak başlamak isterim. Onlar büyük bir insanlık direnişinin özneleridirler. Katliama baktığımız kadar yaratılan direnişten de öğrenmek durumundayız. Öncelikle devlet ve katliam ilişkisinin altını çizmek gerekiyor. Yaşadığımız coğrafyada katliam siyaseti bir yönetme biçimidir. Bunu, iktidarların dönem dönem "yoldan çıkmaları" biçiminde ele almak esaslı bir yanlış olur. Ben saldırı sırasında Ümraniye Hapishanesi'nde idim. Binlerce devlet gücü ve her türden silahla katliama girişildi. Hazırlıklar aylar öncesinden yapılmıştı. Hazırlığın ilk ayağı da burjuva basında yürütülen kara propaganda idi. Saldırıya halk desteği örgütlenmeye çalışıldı. Hapishanelerdeki devrimci irade imha edilmesi gereken bir güçmüş gibi işlenmeye çalışıldı. Tüm bu süreçte bizler de bu kampanyaya karşı durmaya çalıştık. Hem içeride hem dışarıda. F Tipi hücrelere tıpış tıpış girmeyeceğimizi, bu saldırının tüm halka yönelik olduğunu elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık. Sonuç olarak dört duvar arasında, devrimci irade ve bedenlerimizle direnmekte kararlı olduğumuzu tüm kamuoyuna ifade ettik. Zehirli gazlar, yangın bombaları, kurşunlar, dozerlerle yürütülen imha saldırısına karşı devrimci tutsaklar sonuna kadar direndi. Tarihte eşine az rastlanır bir direniş açığa çıktı. Arkadaşlarımız yanı başınızda ölümsüzleştiler, yaralandılar. Fakat fiziki işkence F Tiplerine götürülene ve sonrasında da aralıksız sürdü.  

'HAPİSHANELER SOKAĞIN TA KENDİSİDİR'

19 Aralık Hapishaneler katliamı neyi amaçlıyordu?
Devrimciler, komünistler ezilen halkların, işçi sınıfının örgütlü öncü güçleridir. Yalnızca direniş gücü değil, sınıfsız sömürüsüz bir dünya hedefinin de programıdırlar. Dolayısıyla sermayenin sömürü ve soygun düzeni ancak ezilenlerin zincir altında tutulabilmesi ile mümkündür. İşte devrimciler bunun önündeki engeldir. Hapishaneler de sokağın ta kendisidir. Hapishaneler teslim alınmadan dışarısı da teslim alınamaz diye düşünür faşizm. 19 Aralık katliamı da bugün sonuçlarını yaşadığımız açlık, yoksulluk, çürüme ve doğa talanı siyasetinin ön adımı olarak görülebilir. Ecevit başkanlığındaki hükümetin on beş günde on beş yasa diye ilan ettiği özelleştirmeler ve neoliberal iktisadi politikaların startı böylece verilmiş oldu. Bugün demokrasi timsali diye tanıtılmaya çalışılan Ecevit o gün saldırıyı şöyle gerekçelendiriyordu; hapishaneleri kontrol altına almadan sokağı, sokağı kontrol altına almadan da bu düzenlemeleri hayata geçiremeyiz. Ecevit, anlatılmaya çalışılanın aksine böyle birisidir. 

'ZİNDANLAR GÖZDAĞI, TASFİYE VE İMHA İÇİN BİR ARAÇ OLARAK İŞLETİLİYOR'

Hükümetler değişse de devletin hapishanelere dönük baskı, işkence, tecrit ve katliam politikaları sürüyor. Son dönemde çok sayıda hasta tutsak yaşamını yitirdi, tutsaklar intihara sürüklendi, pek çok hapishanede işkence ve hak ihlalleri devam ediyor. Devletin hapishanelere dönük izlediği politikaların sebebi nedir?
Hapishaneler sermaye iktidarlarının, faşizmin zor aygıtlarından birisidir. İktidarlar değişir ama bu gerçek değişmez. Hedef de muhalifler, devrimciler ve komünistlerdir. Halk hareketi kırılamadığında, devrimci örgütlenme tasfiye edilemediğinde zindanlar bazen gözdağı için bazen tasfiye için bazen de imha için işletilir. Son dönem çokça örneklerini yaşıyoruz. Başta Kürt halkı olmak üzere hapishaneler Kürt özgürlük mücadelesini tasfiyenin doğrudan bir aracı gibi işletiliyor. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar siyaseti en bariz buralarda yaşanıyor. Örneğin Kürt halk önderi Öcalan yıllardır ne ailesi ile ne de avukatları ile görüştürülüyor. Bu özel bir hukuk ve mutlak bir tecrittir. Oysa Öcalan çözümün de tek muhatabı durumundadır. Dolayısıyla tecrit, hapishaneleri de aşan, ezilen halkları da kapsayan bir saldırı haline gelmektedir. Hasta tutsaklar açısından da durum artık sınırı aşmıştır. Teslim olmayan tutsaklar ya ölüme kadar serbest bırakılmıyor ya da öldürülüyor. Yine son dönem keyfi disiplin cezalarıyla tutsakların infazları yakılarak tahliyeleri erteleniyor. Gerekçe de "henüz örgütlü mücadeleyle bağını kesmemiştir" oluyor. 

'İÇERİDEKİ DİRENİŞ DIŞARIYLA BULUŞMADIĞINDA KALICI BİR SONUÇ ELDE EDİLEMEZ'

İmralı hapishanesinde en ağır koşullarıyla yaşanan tecrit de ülke hapishanelerine yayılmaya devam ediyor. Son olarak tutsaklar tecride karşı bir açlık grevi başlattı. Açlık grevleri hapishaneler politikasına karşı nasıl bir yerde duruyor?
Hapishaneler devletin saldırıları karşısında tarih boyunca direnişin ve daha da önemlisi özgür yaşamın adresleri oldu. Şimdi de bu durum aynen devam ediyor. Özellikle tecride karşı Kürt yurtsever tutsakların yıllardır açlık grevi direnişleri oldu. Belli oranlarda kazanımlar da yaşandı. Ama hapishanelerdeki direniş dışarısı ile buluşamadığında, halklaşamadığında, itirazlar protestoculuktan çıkartılamadığında kalıcı bir sonuç elde etmek mümkün olamıyor. Herkesin sustuğu, kanıksadığı bir noktada zindandaki devrimciler direnişleriyle bir ışık yakmış oluyorlar. Görev tam da burada bu ışığı büyütmektir. Tecride, işkencelere, infaz yakmalara, sürgünlere karşı mücadele esas olarak dışarının görevi olmalıdır. 

'HAPİSHANELERİ EMEKÇİLERİN GÜNDEMİ HALİNE GETİRMEK ŞART'

Hapishanelerde yaşanan baskı politikalarına karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli?
Örneğin 19 Aralık katliamı geniş bir kesim tarafından hatta emekçi sol açısından bile yeterince bilinmiyor. Devlet tüm katliamları öncelikle sıradanlaştırmaya çalışıyor. Bizler de maalesef genel bir teşhir ve anma siyaseti dışına çıkamıyoruz. Öncelikle meseleye yüzeysel bakış açısından uzaklaşmak gerekiyor. Hapishane gündemlerini de sokağın, emekçilerin gündemlerinden ayırmadan ele almayı başarmak gerekiyor. Yani hapishaneleri emekçilerin gündemi haline getirmemiz şarttır. 19 Aralık'ta 20 hapishanede devrimciler büyük bir siper yoldaşlığı örneği ortaya koydular. Aynı şekilde dışarıda da başta aileler direnişin mimarı oldu. Şimdi de bunu başarabiliriz. Birleşik, sonuç alıcı bir mücadele yaratabiliriz.