7 Mayıs 2024 Salı

Çarşı karışık

İçe dönmek, dar grup diline sıkışmak, sadece kendi dar çevresine konuşmak kadim bir yanlış olarak pusuda; ama bunu aşmak da mümkün, yeter ki yeni yeni kitlelerle ve bilhassa gençlerle buluşabilelim. Herkes bulunduğu yerde, meziyetleri ölçüsünde yeni döneme hazırlandığında siyasal özgürlükler mücadelesi zafere taşınacaktır.

Adını vermeyen Genelkurmay yetkilisinin "Barış Pınarı harekatı bitti" açıklaması kafaları o kadar karıştırdı ki pek azı haricinde medya bu açıklamayı görmedi. Harp halinin keyfini sürmek varken böyle bir bitişi yakıştıramadılar iktidara. Dışişleri Bakanı derhal müdahale etti ve harekatın sürdüğünü açıkladı. Sahadakiler sahanın askeri çatışmaları geride bıraktığını söylerken politik ilhak hevesini saklamayan kamuflajlı bakanımız "savaş" diye tutturmuştu. Çelişki, MGK toplantısında giderildi ve "harekatın zafere kadar sürdürüleceği" açıklandı.

Bi dakka! Yanlış mı biliyoruz; harekat zaten zafer kazanmamış ve bu zaten açıklanmamış mıydı? Zafere kadar sürdürülecekse halihazırdaki durumun adı neydi? Medyanın yahut muhalefetin bunları soracak mecali kalmamıştı. Malum onlar baştan itibaren desteklemişti iktidar bloğunu.

Aynı günlerde Rusya Dışişleri Bakanı, harekatın sürmeyeceğine dair 'Türk hükümetinden" güvence aldıklarını açıkladı. Dışişlerinin muhatabı dış işleri ise, biri "güvence verdi" diyorsa ve yalanlanmıyorsa ama bu arada "devam edecek" diye açıklama yapılıyorsa biz burada tutarsızlık değil, meselenin iç tüketime dönük işlevselliğini aramalıyız. Zira, daha ilk anda söylediğimiz gibi bu "harekat" sadece başarısız olmakla kalmamış, "Kürtler" diye kodlanan politik aktörü dünya siyasetinin merkezine taşımıştır, dolayısıyla, zamanla daha iyi anlaşılacaktır ki iktidar bloğu kendi elleriyle dünya siyasetine "Kürtler"i hediye etmiştir. Hatırlayalım, Kobanê'de de bir başka karşıdevrimci güç bunun kaldıracı olmuştu.

Bu saatten sonra buradan geri adım atılması imkansızdır ve "Barış Pınarı" ileride, aynı zamanda, bir büyük diplomatik başarısızlık olarak da ders kitaplarında yer alacaktır. Futbol tabiriyle söyleyelim: Azıcık diyalektik bilenleri için durumun böyle sonuçlanacağı "topun gelişinden" belliydi.

Anlaşılan şudur: İktidar bloğunun Türkiye siyasi coğrafyasının dışındaki her çabası benzer akıbetlerle sonuçlanacaktır ve iktidar bunu önleyecek hamlelerden yoksundur. Fraksiyoner faşizmde, müşterek devlet faşizminden farklı olarak, diğer fraksiyonların yasal ve hukuksal engellemelerle iktidarın sendelemesini isteme ve bunu hazırlama eğilimlerinin arttığını görebiliriz.

Tuhaf bir biçimde o nesnellik bir tür dolaylı yedek haline dahi gelebilmektedir. Yarın iktidarda kendileri olsa bugünkü iktidardan bin kat daha büyük bir şiddet uygulayacaklarına emin olunan odaklar, "askeri zafer"in iktidara yazılmaması için bu gibi hamleler, yahut iktidarı kendi imkanlarından mahrum bırakma adımları atabilirler.

Yine diyalektik: Özgürlük mücadelesi, evet, karşı devrimi birleştirir ve fakat bir yerden sonra ihtilafları gün yüzüne çıkararak birbirine düşürür. Artık bunlar fazlasıyla geçişlidir, şu aşama bu aşama diye ayırmak imkânsız hale gelmiştir. Aslolan siyasal özgürlük mücadelesinde kuvvet olmayı ve halkla birlikte davranmayı bir an olsun unutmamaktır. Gerisi gelecektir, demek bile gereksiz zira zaten geliyor.

Yeter ki kalıplara sıkışmadan, pratik politika sahasından uzaklaşıp propaganda gruplarının düşünce- davranış tutumlarına hapsolmadan yol yürüme dikkatidir. Bu bazen zeki politik manevralarla "karşısına düşman çıkmasını arzulayan" tepeden tırnağa silahlanmış karşı devrimi, bir anlığına mesela yoldaki kaldırıma çıkarak "düşmansız bırakmak"tır, bazen diplomasiyi öne çıkarmak, bazen bir kültür sanat çabasını öne çıkarmaktır.

Oldukça zengin yol ve yöntemleri belli bir orkestrasyon becerisiyle uygulamayı gerekli kılan bu gibi özgüvenli hamlelerin temelinde siyasal özgürlük mücadelesini zafere taşıma anlayışına kilitlenmek bulunur. Gerisi ikincil konulardır ve kimin ne dediğine bakmadan, ne zaman ne yapağını önceden planlama becerisini geliştirerek yürümeye bakar.

İktidar bloğunun iç siyasete dönme isteksizliği belirgin. Anlaşılabilir bir kaygı ve korku duyuyorlar. Çünkü içeride ekonomiden yeni siyasal oluşumlara dek hemen her başlık iktidar bileşenlerinin aleyhinde. Harp psikolojisini kışkırtıp köpürtme sanatı dışında elde kalan pek az olanakları var. Herkese "dış güç maşası" etiketi işlevsiz. CHP ile uğraşmanın pek faydası yok. Kürdistan büyük oranda kaybedildi.

Bu şartlar altında yeni bir oyun planı kurmak, dahası bunu işletmek iyice zor. Buna rağmen yine de denenecektir. Elindekini yeni partilere kaybedeceği anlaşılan, kendi çekirdek kitlesinde hoşnutsuzluk yaratan AKP ne klasik "milli görüşçü" anlayışa dönebilir ne kuruluş dönemindeki AB müktesebatını rehber alan, söyleminde "burjuva demokrasisi vaadi" bulunan erken dönem hallerini kendi bünyesinde tazeleyebilir. O kadar ki yarın, dört başı mamur bir burjuva demokrasisini işletmeye kalksa dahi heyecan yaratamaz. O imkânların tamamını elinden kaçırdı. 

Eskiyen, yaşlanan, tekrara dayanan, kızgın-öfkeli bir hitabeti otoriter despotluğun nişanesi gibi topluma boca eden bir partinin yürüyecek yolu kalmamıştır. Diğer yandan toplumun alması gereken ve iktidar dışı alanlarda aldığı bir yol da var. Bunu sadece AKP- MHP'siz değil; başka burjuva siyaset bileşenlerinden hiçbirine gerek duymadan alabilir ezilenler. Hal böyleyken elden düşme "temsili demokrasi" söylemi gençleri etkilemez.

Pek çok bakımdan DSP-MHP koalisyonu yıllarının sonunu andıran bir çıkışsızlık ve çürüme hüküm sürüyor. Fırlatılan bir yazar kasayla o dönemden çıkılmıştı. Bu dönemden de çıkılacaktır. O dönemde olmayan, devrimci demokrasi güçlerinin örgütlülüğü ve ezilenler arasında kök salma becerisiydi. Aynı zamanda 19 Aralık katliamları sürecine denk gelen ve öncesinde ağır polisiye- adliye saldırganlığıyla kadro kırımına uğratılan devrimci hareketin içe dönmeye zorlandığı bir dönemdi.

Bir devrimci imkan, devrimsel gelişmelere yol açabilecekken, çürüyen düzen partilerinin sadece siyasette değil toplumsal yaşamda, kültür sanatta, düşünce dünyasında meydana getirdiği boşluğu değerlendiren AKP'yi hızla öne çıkarmış, hatta çürümeye karşı bir toplumsal tercih adresine dönüştürmüştü. Üstelik AKP çeşitli sahalarda mevzi tutan ve o günün egemenleriyle ihtilaflı politik İslamcı entelektüel birikime hareket sahası yaratmış, onların ürünlerini belli bir çevreye içermişti. Bunun bir yanılsama olduğunu söylemenin içerik değeri yok. Zira bütün bileşenleriyle burjuva siyaset budur.

Türkiye benzer bir çöküş ve çözülüş dönemindedir ki bu devrimci yükseliş imkanlarını azamileştirmektedir. Kürdistan kendi yolunda yürüyor. Buradaysa şovenist milliyetçiliğin etki sahasını daraltmak, imal edilen dinselliklerle ezilenlerin kurtuluşu perspektifiyle mücadele etmek acil ihtiyaç.

Bunları yaparken rutin siyasal faaliyete sıkışmadan ve bunun eylemli eleştirisi olarak belli başlı düşünsel, sanatsal, kültürel mevzileri de inşa ederek hepsine nitelik kazandırmak ve ezilenlerin bütün politik-kültürel temsilcileriyle temas noktalarını artırmak, atlanmaması gereken önemli işlerdendir.

İçe dönmek, dar grup diline sıkışmak, sadece kendi dar çevresine konuşmak kadim bir yanlış olarak pusuda; ama bunu aşmak da mümkün, yeter ki yeni yeni kitlelerle ve bilhassa gençlerle buluşabilelim. Herkes bulunduğu yerde, meziyetleri ölçüsünde yeni döneme hazırlandığında siyasal özgürlükler mücadelesi zafere taşınacaktır. Bütün kalbimizle inanıyoruz; Türkiye, sosyalizme açılacak bir geçiş devrimi iklimindedir.