9 Mayıs 2024 Perşembe

Birbirimiz için sokaktaydık

25 Kasım öncesi ve günü itibariyle ortaya çıkan kadın iradesi ve direnişi, faşist şefe sembolik de olsa söz söyleme mecburiyeti hissettirdi. Teşhir olan devletin kadın düşmanı yüzünü ve erkeklerle işbirliğini, polisin kadın katillerini korumasını 25 Kasım'da polislere broşür dağıttırarak toparlamaya çalıştı. Alana çıkan kadınlara kurulan barikat, eylemlerin engellenmesi, Ermenekli madenci kadınlara yönelik saldırı ve gözaltı işkencesi ve Erdoğan'ın "Kadınlara karşı mücadele ediyoruz" itirafı ise göstermelik uygulamaların devlet aklını ve politikasını gizlemeyeceğini açığa çıkardı.

Mirabel kardeşlerin ayak izlerini takip ederek yürüyen kadınlar, 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü'nde bir kez daha sokaklardaydı. Dünden bugüne değişmeyen erkek devlet şiddetine karşın dinmeyen öfke ve isyanı, dünyanın her yerinde kadınların kitlesel ve kararlı eylemlerine sahne oldu. Pandemi koşullarında dahi sokakta olma ısrarıyla erkek egemen kapitalist sisteme karşı verilen mücadelenin hangi hattan yürütülmesi gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

Covid-19 salgını Türkiye ve Kürdistan'da kadınlar için artan erkek-devlet şiddeti, katmerlenen emek sömürüsü ve ayrımcılık olarak yaşandı. Pandeminin başından itibaren alınan "tedbirler" kadınların evde erkek şiddeti ve ev içi emek sömürüsü ile baş başa bırakılması, infaz kanunda yapılan değişiklikler ile kadın katillerinin, tacizcilerin ve tecavüzcülerin serbest bırakılarak kadın düşmanlığının ödüllendirilmesi gibi AKP'nin kadınlara açıktan savaş ilan ettiği bir süreci beraberinde getirdi. Evde erkek şiddeti, iş yerinde ölümle, yoksulluk ve açlıkla baş başa bırakılan kadınların hakları da bir bir gasp edilmeye çalışıldı. Erkek-devlet şiddetinin arttığı böyle bir süreçte İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme tartışması yapan faşist şef, salgını kadın hareketini sindirmenin avantajına dönüştürmek istedi. Gücünü sokaktan ve birleşik kadın duruşundan alan kadın hareketinin salgın, yasak ve hastalık riski ile sokağa çıkmayacağını düşünerek var gücü ile yönelttiği saldırı kadın iradesinin kararlı öfkesine çarptı. "Erkek egemenliği salgından daha tehlikeli" diyen kadınlar, İstanbul Sözleşmesi etrafında Saray'ın kadın düşmanlığına karşı kenetlendi ve Erdoğan geri adım atmak zorunda kaldı.

Türkiye ve Kürdistan'da kadınların ücretsiz olarak yaptığı ev işi ve bakım işleri yüzde 84 artmışken, ev içi şiddet ise yüzde 86 oranına ulaştı. İşsiz kalan kadın oranı ise yüzde 45'e yükselirken esnek, güvencesiz ve kayıt dışı çalışmaya mahkum edilen on binlerce kadın kısa çalışma ödeneğinden faydalanamadı. Gündelikçiler ve bakım hizmeti yapanlar, mevsimlik tarım işçisi kadınların nerdeyse tamamı işsiz kaldı. Ekonomik krizin yükü, yoksulluk, işsizlik, erkek-devlet şiddeti derken tek tek kadınların öfkesi ezilen cinsin öfkesine evrilmesi hızlandı.

Pandemi koşullarında devletin kadın düşmanlığına devam etmesi, Musa Orhan, Ümitcan Uygun gibi kadın katillerinin bizzat devlet tarafından korunması, işsizlik ve yoksulluğun kader diye sunulması öfkeyi büyüttü, bu öfkeyle 25 Kasım'a gidildi.

"İstanbul Sözleşmesi'ni uygula" diyen kadınlar eylem günü de sözleşmeye sahip çıktı. Erkek-devlet şiddetine öfkemiz kadın düşmanlığının faillerinin ve aralarındaki işbirliğinin yarattığı öfke ajitasyona, teşhire ve yasaklar karşısındaki kararlı iradeye yansıdı. Polisin kadınların önüne kurduğu her barikat, kadın katillerini koruyan devlet gerçeği ile yanıtlandı ve biriken kadın öfkesi o barikatı aştı. Bu yıl yaygın yapılan eylemlerle isyanda olma hali belirgindi. Öfkeli olan kadın hareketi artık duygu durumunu değil kadın cinsinin bilincinin eriştiği kolektif düzeyi ifade ediyordu. Kadın hareketinin değişik her bir öznesi "Kadın/feminist isyandayız" diyerek çıktı sokağa. AKP-MHP faşist iktidarının kadın katillerini korumasına öfke, sokaklara en somut haliyle yansıdı. Kadın cinayetlerinin, taciz-tecavüzün devlet politikası olmasının, erkek yargının cezasızlık politikasının meşrulaştırılmaya ve normalleştirilmeye çalışıldığı bir süreçte katledilen, adalet isteyen her bir kadının öfkesi sokağa taşındı.

Gülistan Doku'nun yüzlerce gündür bulunmamış olması, Nadira'nın katilinin Meclis'te oluşuna, Aleyna Çakır'ı katleden Ümitcan Uygun'un sırtını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yaslamasına, İpek Er'e tecavüz ederek ölümüne sebep olan Musa Orhan'ın uzman çavuş olduğu için sömürgeciliğin koruma zırhına sarılmasına, politik kadınlara dönük gözaltında cinsel işkencenin sindirme politikasına dair öfke, 25 Kasım günü sokağa çıkan her bir kadının öfkesine ve kadınların kolektif isyanına dönüştü. Erkek egemen sistemin örgütlü saldırısına karşı kadınlar "Birlikte ve birbirimiz için sokaktayız" dedi. Kadınlar birlikte güçlü sadece bir slogan değil kadın hareketinin ortak örgütlü eylemi olma durumu, İstanbul'dan Van'a, Batman'dan Ankara'ya, Çanakkale'den Aksaray'a sokağa çıkılan her bir kentte somutlandı.

25 Kasım öncesi ve günü itibariyle ortaya çıkan kadın iradesi ve direnişi, faşist şefe sembolik de olsa söz söyleme mecburiyeti hissettirdi. Teşhir olan devletin kadın düşmanı yüzünü ve erkeklerle işbirliğini, polisin kadın katillerini korumasını 25 Kasım'da polislere broşür dağıttırarak toparlamaya çalıştı. Alana çıkan kadınlara kurulan barikat, eylemlerin engellenmesi, Ermenekli madenci kadınlara yönelik saldırı ve gözaltı işkencesi ve Erdoğan'ın "Kadınlara karşı mücadele ediyoruz" itirafı ise göstermelik uygulamaların devlet aklını ve politikasını gizlemeyeceğini açığa çıkardı.

Özcesi; birleşik kadın hareketinin gücünün, kadın cinsinin bilincinin, kadın özgürlük mücadelesinin antifaşist hattan ilerlemesinin hayati öneminin açığa çıktığı bir 25 Kasım geçirdik. Şimdi açığa çıkan enerjiden güç almak ve hareketin büyüyen sınırlarına ve ihtiyaçlarına cevap olacak düzeyde yeni bir anlayış ve yol bulma zamanıdır.

* Atılım Gazetesi'nin 4 Aralık tarihli 455. sayı Özgür Kadın köşesi.