22 Mayıs 2025 Perşembe

Arzu Demir yazdı | Yasa değişikliği olmadan da yapılacaklar var!

Gerçeğin aksine, "Bizim zamanımızda kayıplar olmamıştır" diyen AKP'nin, kayıpların akıbetinin açıklanması ve faillerin cezalandırılması yönündeki ailelerin taleplerine verdiği yanıt, Cumartesi buluşmasının 700'üncüsünün gerçekleştirildiği 25 Ağustos 2018 tarihinde bu meydanın yasaklanması oldu. Söz konusu yasağın kalkması için herhangi bir yasal düzenlemeye mi gerek var? Elbette yok!

PKK'nin 12. Kongre kararlarını duyurmasının ardından bütün gözler doğal olarak AKP-MHP iktidarına çevrildi. Somut adım atacaklar mı, atmayacaklar mı merakla bekleniyor. Ancak bugüne kadar yapılan konuşmalara bakılırsa, "Her şey güzel olacak" minvalindeki vaatler dışında somut olarak ne yapacaklarına dair bir şey yok.

En son Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, ceza infaz yasasındaki değişikliklere ilişkin konuştu. Açıklamaya bakılırsa hasta tutsaklar için kimi iyileştirme sayılabilecek düzenlemeler var, ancak toplumsal mücadele güçlerine karşı bir silah olarak kullanılan "örgüt üyesi olmayan ancak örgüt adına suç işleyenler" diye başlayan düzenlemedeki değişiklik hazırlığı pek de sürecin ruhuna uygun olmayacak. Çünkü bu suçlama kapsamında verilen cezalarda artış planlanıyor, "örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları" için de daha yüksek ceza sınırları getirilmek isteniyor. Ayrıca Adalet Bakanının "şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz" şeklindeki vaatlerinin dışında kamuya ya da milletvekillerinin tamamına açılmış bir taslak hala yok ortada.

Faşist Devlet Bahçeli'nin Meclis'te "Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu" adıyla kurulmasını istediği "minyatür TBMM" önerisine ise Meclis Başkanı AKP'li Numan Kurtulmuş, Gabar Dağından yanıt verdi, "Önce silahlar teslim edilecek, sonra Meclis devreye gidecek" dedi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Zafer Sarıkaya da "Silahların herhangi bir şekilde daha gündem oluşturduğu bir ortam içerisinde TBMM'deki sürecin konuşulabilme imkanının olmadığı kanaatindeyim" diyerek, Kurtulmuş'un fikrini güçlendirdi. Meclis'teki siyasi partiler tablosunun minyatüründen oluşan bir komisyonda salt çoğunlukla alınacak kararların iktidar blokunun istediği tarzda olacağı gerçeği bir yana, "Çözüm yeri Meclis'tir" diyen Kurtulmuş'un partisi de bekleme modunda.

Ortada belirsiz olduğu kadar garip birçok şey var. Örneğin hasta tutsaklar konusu. İktidar bu konuyu neredeyse Kürt sorununun çözümünün temel pazarlık konusu haline getirdi. Bunun bir başka anlamı ise "siyasi şantaj". Adli Tıp Kurumu'nu hasta tutsakların raporları konusunda tek yetkili merci olarak tanımlayan yasal düzenlemenin varlığı elbette bir sorun. Ancak bu yasal duruma rağmen, hasta tutsaklar serbest bırakılabilir. Ağır hasta tutsak 76 yaşındaki Hatice Yıldız'ın serbest bırakılması için "Yargı Reformu"nun beklenmesi gerekmiyor. İnfaz yakmalara son verilmesi için de illa bir düzenlemeye gerek yok. Disiplin kurulları denilen "gölge mahkemeler" 30 yıl hapiste tutulmuş tutsağa "Pişman mısın" diye sormayacak, böylece sorun çözülecek.

Hatay halkının milletvekili seçtiği Gezi direnişçisi Can Atalay'ın, Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen tamamen keyfi bir şekilde hapiste tutulduğu ortada. TİP Milletvekili Atalay'ın serbest bırakılması için herhangi bir yargı paketine mi ihtiyaç var? Faşist şeflik rejimi kendi yasasını uygulasın yeter!
Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası'ndayız. Geçtiğimiz cumartesi haftanın açılış günüydü. Aileler bir kez daha Galatasaray Meydanına gittiklerinde yine polis ablukasıyla karşılaştı. Önceki yıllarda oturdukları meydan hala polis bariyerleriyle çevrili. Karanfillerini o bariyerlerin üzerinden aşırarak alana ulaştırabildiler.

Galatasaray Meydanında ilk oturma eylemi, komünist Hasan Ocak'ın gözaltına alınmasına karşı "Sağ aldınız, sağ istiyoruz" şiarıyla başlatılan kampanya kapsamında, 27 Mayıs 1995 tarihinde gerçekleşmişti. Bu yıl 27 Mayıs'ta, cumartesi buluşmalarında 30 yıl geride kalmış olacak. Bu alan bir hakikat ve adalet arayışının simgesi. Toplumsal ve siyasal hafızamız aynı zamanda.
Gerçeğin aksine, "Bizim zamanımızda kayıplar olmamıştır" diyen AKP'nin, kayıpların akıbetinin açıklanması ve faillerin cezalandırılması yönündeki ailelerin taleplerine verdiği yanıt, Cumartesi buluşmasının 700'üncüsünün gerçekleştirildiği 25 Ağustos 2018 tarihinde bu meydanın yasaklanması oldu. Aileler, 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren, alana karanfillerini atabilseler de Galatasaray Meydanındaki polis işgali ve faşist yasak son bulmuş değil. Söz konusu yasağın kalkması için herhangi bir yasal düzenlemeye mi gerek var? Elbette yok!

İçinden geçtiğimiz bu süreç, önceki "çözüm" ya da "müzakere" dönemleri gibi değil. Daha başka dinamikler içeriyor, daha farklı bir konjonktürde gerçekleşiyor. Ancak hangi dönemde ve dünyanın neresinde olursa olsun, bu tip süreçlerin temel ilkeleri değişmiyor.

Örneğin, kullanılan dil. Devlet Bahçeli, 18 Mayıs'taki açıklamasında bir yandan herkesi sorumlu dil kullanmaya davet etti, ancak kendisi PKK için "bölücü terör örgütü" kavramını kullanmayı sürdürdü. Alevi örgütlerinin büyük tepkisini çeken Numan Kurtulmuş'un Gabar Dağında yaptığı açıklamadaki dil örneğin. Söz konusu konuşmasında 1514 Çaldıran Savaşında Alevilere karşı Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim'in giriştiği kırımı ve bu amaçla kurduğu ittifakı övdü. Kurtulmuş, bu açıklamasının Alevi toplumunun tepkisini çekeceğini bilmiyor olamaz. Ancak ne der eskiler: Bir insanın fikri neyse zikri de odur.

DEM Partililerin sık sık dile getirdiği güven verici adımların atılması da ister "müzakere", ister "PKK'nin değişimi ve dönüşümü" olsun, dönem bakımından temel bir mesele. Bu konuda da kamuoyuna yansıyan somut bir şey yok. Elbette, Kürt sorunu gibi çok köklü ve çok boyutlu bir meselenin çözümü kısa sürede olacak bir şey değil. PKK, bu konuda kendisinden beklenen kararları çok hızlı aldı. Ancak bu konuda ağırdan alan devlet, meseleyi "önce silahlar teslim edilsin"e getirmiş durumda.

Aslında bu dayatmada da Erdoğan'ın 15 Mayıs'taki konuşması düşünüldüğünde garipsenecek bir durum yok. "Terörsüz Türkiye"ye işaret eden faşist şef şöyle konuşmuştu: "Ne yapılıyorsa 'tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet' diyerek sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır." Beton, millet, Sakarya… Orada sapasağlam dururken, bu iş nasıl olacak?