29 Mart 2024 Cuma

Arîn Çîya yazdı | Beşikçi ve Kürt devleti

Bugünkü koşullarda Kürtlerin bir devlete ihtiyacı olduğu açıktır, bu konuda Beşikçi’yle örtüşüyoruz. Fakat “nasıl bir devlet” konusunda tamamen ayrışıyoruz. Emperyalistler ve sömürgeciler tarafından dört parçaya bölünmüş olan Kürdistan'ımızın her bir parçasında elde edilen statü çok değerlidir, bir ulusal kazanımdır ve korunmalıdır. Ne var ki Kürdistan’ın en büyük parçası sömürgeci boyunduruk altındayken diğer parçalarının ulusal kazanımlarını koruması ve geliştirmesi söz konusu olamaz.

İsmail Beşikçi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde PKK-Haşdi Şabi İşbirliği yazısı üzerine yapılan eleştirilere yanıt verdi.

Beşikçi, PKK/KCK’nın Avrupa’daki devletlerin düzenine, yasalarına uyduğunu, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Mersin gibi alanlarda da Türk devlet yasalarına ve düzenine uyduğunu; Diyarbakır, Van, Batman gibi alanlarda da durumun böyle olduğunu belirtmektedir. “Ama, PKK/KCK Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında kurulan düzene uymamaktadır. Bu düzeni küçümsemekte, aşağılamakta, yönetime kendisini dayatmaktadır” diyor.

Beşikçi’nin farklı fikirleri, eleştirileri olabilir. Fakat fikir ve eleştiriler, tüm çıplaklığıyla göz önünde olan gerçekleri görmezden gelerek ve çarpıtılarak ileri sürüldüğünde içeriksizleşir, anlam kaybına uğrarlar. PKK’yi pek çok yönden eleştirebilirsiniz ama “Türk devlet yasalarına ve düzenine uyduğunu” söylerseniz, sözlerinizin hiçbir inandırıcılığı kalmaz.

PKK neredeyse 40 yıldır sömürgeci Türk devletine karşı gerilla savaşı yürütüyor. Bu uğurda on binlerce şehit verdi, on binlerce yaralısı var, on binlercesi tutsak düştü ve ağır işkencelere maruz bırakıldı. Sur’da, Nusaybin’de, Cizre’de ve daha pek çok yerde sömürgeci Türk devletine karşı elde silah başkaldıran, her ne pahasına olursa olsun mevzisini terk etmediği için bodrumlarda yakılanlar, “Türk devlet yasaları ve düzenine” göre mi hareket ediyordu? PKK’yi destekleyen on binler Türk devletinin sömürgeci düzenine karşı defalarca ayaklandı, bu uğurda kitlesel katliamlara uğratıldı, yüz binlercesi köyleri yakılarak göçe zorlandı, binlercesi kontrgerilla eliyle kaçırıldı, kaybedildi, öldürüldü. Bütün bunlar “tarih” değil henüz, yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Beşikçi, PKK’nin Türk devlet yasaları ve düzenine uygun davranmasına karşı Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında kurulan düzene uymadığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Bu düzeni küçümsemekte, aşağılamakta, yönetime kendisini dayatmaktadır. Bu, sömürge insanının ruhsal yapısıyla, tavır ve davranışlarıyla ilgili bir durumdur. Sömürge halkı, dışarıdan gelen bütün talimatlara, direktiflere uyum gösterir, itaat eder. Ama, kendi halkından bir kesim bir otorite oluşturmaya başlıyorsa, onu küçümser, aşağılar, o otorite oluşumunu bozmaya çalışır. Çünkü, egemen devlet tarafından böyle öğretilmiştir.”

PKK’yi “sömürge insanının ruhsal yapısıyla, tavır ve davranışlarıyla ilgili” göstermek için Beşikçi hangi bilimsel kanıtları sunuyor? PKK’nin Medya Savunma Alanları’ndaki (MSA) varlığı Başûr yönetimine değil Türk devlet sömürgeciliğine karşıdır. Beşikçi elbette bunu biliyor, gel gör ki kendi fikrini haklı çıkarmak için PKK’yi “dışardan gelen bütün talimatlara, direktiflere uyum gösteren” bir parti olarak tanımlayacak kadar gerçeklikten kopuyor. Sömürgecilere baş kaldıran bir partiyi “sömürgecilerin direktif ve talimatlarına göre hareket eden” bir sömürge insanına benzetmek, PKK saflarında sömürgecilere karşı başkaldıran, ölümsüzleşen, tutsak düşen yüz binlere karşı yapılmış ağır bir hakaret değilse nedir?

Elbette Barzanileri savunabilirsiniz fakat onları savunmak adına sömürgecilere karşı Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele edenleri, bu uğurda olağanüstü fedakarlıklara göğüs gerenleri “sömürge insanı” olarak tanımlayamazsınız. Barzanileri istediğiniz kadar yüceltebilirsiniz ama bunu yaparken Bakur halkımızı aşağılayamazsınız.

BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN MESELESİ
“İnsan olarak, Kürdistan’dan söz eden, bağımsız Kürdistan’ı talep eden bütün kişilerin, kurumların, siyasal partilerin yanında olurum… Kürdleri müştereken baskı altında tutan devletlerin hepsi de, Kürdleri, bağımsız Kürdistan’ı engellemek için her önlemi almaktadırlar.”

Bağımsız Kürdistan ve Kürdistan devleti konusunda Beşikçi ile bir ölçüde hemfikiriz. Devlet isteği bir niyet ya da tercih değil onsuz sömürgeciliğe ve sermayenin egemenliğine karşı mücadelede istediğimiz sonucu elde edemeyeceğimiz için nesnel bir zorunluluktur.

Sömürgeci ülkelerin her birinin devletleri, dolayısıyla merkezi bir orduları, polis kuvvetleri, istihbarat şebekeleri, mahkeme ve hapishaneleri, vergi sistemi varken; bütün bunların mali ve insan gereksinimlerini karşılamak için oluşturulmuş anayasaları ve yasaları yürürlükteyken; bu ülkeler devlet eliyle resmi diplomatik ilişkiler kurma hakkı kazanmışken sömürge ulus, bir devlet yapılanmasından yoksunsa ulusal özgürlüğünü koruyamaz.

Kaldı ki devlet sadece ordu, polis, mahkeme, hapishane ve vergiden ibaret değil. Devlet, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki egemenliği ise zor araçları kadar ikna araçları da daha yaygın bir deyişle “rıza üretimi” de gereklidir*. Devlet ya da bir sınıfın egemenliği bu ikisinin bileşkesinden oluşur. Devletin halkın asgari temel gereksinimlerini karşılaması için olanaklar yaratması, alt yapı hizmetlerini organize etmesi vb. gereklidir. Bir ulusal egemenlik ve onun kaçınılmaz ifadesi olan ulusal pazar yaratılmadan bunlar gerçekleştirilemez. Devletin olmadığı bir yerde ne ulusal egemenlikten ne de ulusal pazardan söz edilebilir.

Sömürgeci hegemonya bir yana kapitalizmin henüz dünyaya egemen olduğu ya da dünyanın önemli bir bölümünde varlığını koruduğu koşullarda bir devlet örgütlenmesine gitmeden ayakta kalmak da yeni bir sistem oluşturmak da mümkün görünmüyor. Böyle olduğu içindir ki, sömürgecilerin devletsel varlığı sürdüğü müddetçe Kürtlerin de ulusal özgürlüklerini korumak için devletsel bir oluşuma ihtiyaçları olacaktır. Sömürgecilerin ve kapitalistlerin egemenliklerini devlet eliyle gerçekleştirdikleri bir dünyada devletsizlik kendi kendini silahsızlandırmaya hizmet eder.

NASIL BİR DEVLET
Bugünkü koşullarda Kürtlerin bir devlete ihtiyacı olduğu açıktır, bu konuda Beşikçi’yle örtüşüyoruz. Fakat “nasıl bir devlet” konusunda tamamen ayrışıyoruz.

Emperyalistler ve sömürgeciler tarafından dört parçaya bölünmüş olan Kürdistan'ımızın her bir parçasında elde edilen statü çok değerlidir, bir ulusal kazanımdır ve korunmalıdır. Ne var ki Kürdistan’ın en büyük parçası sömürgeci boyunduruk altındayken diğer parçalarının ulusal kazanımlarını koruması ve geliştirmesi söz konusu olamaz. Başûr’daki bağımsızlık referandumu bunun en yakın örneğidir. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüş olması zorunlu olarak ayrı ayrı ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin zayıf karnıdır. Böyle olduğu içindir ki, sömürgeciler en çok buraya çalışmaktadır. Bu zayıf karın ortadan kaldırılmadan Kürt ulusal mücadelesinde istenen sonuç elde edilemez. Kürdistan’ın dört parçasının kaderi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu gerçeği bir kenara bırakarak bir parçada elde edilen statü her şey haline getirildiğinde, bütün, parçaya feda edilmiş olur. Her parçada, bilhassa daha küçük parçalarda kurulacak devletler ya da özerk statüler bütünün kurtuluşu gerçekleşmediği müddetçe kendi bağımsız varlıklarını sürdüremezler. Demek ki her parçadaki kazanımlar ancak diğer parçadaki kazanımların bir kaldıracı olacaksa bağımsız Kürdistan’a hizmet edecektir. Her parçanın kendisini ulusun bütününün yerine ikame ettiği, kendi dar egemenlik çıkarlarını ulusun çıkarlarının üstünde gördüğü bir devlet Kürdistan ulusal kurtuluşunun hizmetinde olmayacaktır. Kendi statüsünü korumak için sömürgecilerle iş kotaran parçadaki bir Kürdistan devleti bağımsız Kürdistan hedefine yaklaştırmaz, aksine uzaklaştırır. O halde nasıl olursa olsun her parçadaki Kürt devletinden değil, her parçadaki kazanımları Kürdistan’ın bütünsel ulusal kurutuluşunun hizmetine sunan, bunu bir “beka sorunu” haline getiren bir devlet ya da benzeri ulusal statüden yana olmalıyız. Bu, Kürt yurtseverliğinin olmazsa olmazıdır.

Diğer yandan küçük bir azınlığın emperyalistler ve sömürgecilerle işbirliği içinde halkın sırtına bindiği bir “ulusal devlet”ten değil; söz, örgütlenme ve eylem özgürlüğünün güvence altına alındığı, yasama ve yürütme yetkisi ile donatılmış aşağıdan yukarıya demokratik halk meclislerinin yönetimindeki bir devletten yanayız. Temel ekonomik kaynakların halk yönetimi tarafından halkın çıkarları doğrultusunda kullandığı bir devletten söz ediyoruz. Bu, bildiğimiz anlamda bir burjuva devlet olmaktan çok uzak olacaktır, azınlığın çoğunluk üzerindeki diktatörlüğü değil, halkın, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin, yani çoğunluğun demokratik ve özgür yönetimi olacaktır. Aslında bu, “devlet olmayan bir devlet”tir. Sömürülenlerin, baskı altında olanların, ezilenlerin kendilerini bir siyasal ve iktisadi güç olarak örgütledikleri bir toplumsal sistemdir bu. Elbette bu toplumsal örgütlenmenin yolu ve yönü sosyalizm olmalıdır, çünkü ancak bu yol ve yön ulusal kurtuluşun sosyal kurtuluşla birleşmesini sağlayabilir.

*Rıza üretimi ideoloji ile ilişkilendirilebilir, ne var ki ideoloji son tahlilde ekonomik çıkarların soyutlanmasından başka bir şey değildir, ekonomik çıkarlarla ideoloji arasında siyasal çıkarlar vardır.