28 Mart 2024 Perşembe

ABD'nin yeni savaş tahkimatı: Kudüs

Kudüs kararı ABD'nin İran'ı kuşatma, Rusyayı sınırlama ve gerileyen hegemonyasını yeniden tesis etme stratejisinin öncü kollarından biri olan İsrail'in siyasi olarak tahkim edilmesi ve harekete geçirilmesi için uygun zeminin döşenmesi yönünde atılan adımlardan biridir. Filistin'i Lübnan'a bağlayan hattın kırılmaya yakın bir fay hattı olması muhtemel görünmektedir.
Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan kararının açıklanmasıyla birlikte Ortadoğu siyasetinin gündemi bir anda yeniden Filistin'e kaydı. İsrail ve yolsuzluk tartışmalarıyla sıkışan Netanyahu hükümeti bu karardan haliyle pek memnun görünüyor.
 
Bölge ülkelerinin bir bölümü bu kararı sessiz bir memnuniyetle izlerken dünya ülkelerinin büyük bölümü ise kararın 'uluslararası düzen'in zaten pek iç açıcı olmayan tablosunu daha da karmaşık hale getirebileceği kaygısıyla itiraz ediyor. Rusya, Çin ve İran'ın merkezinde durduğu 'Avrasya' ülkelerinin itirazları haliyle daha sert biçimde bu kararın yeni savaşların fitilini ateşleyebileceğini vurguluyor. Nereden bakarsak bakalım bu karar 2. dünya savaşı sonrası revize edilen uluslararası statükonun düğüm noktalarından biri olan Filistin işgalinin İsrail lehine çözümü için atılmış tek taraflı bir adım niteliğinde.
 
Peki ne oldu da ABD bu adımı atmaya karar verdi? Yaklaşık 70 yıldır tartışılan, her ABD hükümetinin önüne gelse de bir sonraki bahara ertelenmek durumunda kalınan bu düğüm noktasını Trump'u, üstelik tek taraflı biçimde çözmeye teşvik eden şey nedir?
 
Trump'ı bu kararı almaya iten bir dizi neden olsa da tüm nedenlerin bağlandığı iki noktadan bahsetmek yanlış olmaz.
 
Birincisi Suriye savaşının merkezinde durduğu Ortadoğu'daki gelişmelerin emperyalist sistemdeki güçler dizilimindeki değişme eğilimini hızlandırmasıdır. Suriye savaşı ABD'nin emperyalist sistemdeki gerileme sürecini belirgin bir biçimde hızlandırırken, dünyasal düzeydeki rakiplerinden Rusya ile bölgesel düzeydeki rakip ve engellerinden İran'ın etki alanının genişlediği bir tabloya yol açtı. Irak'ta genişleyen İran etkisi karşısında tutunmakta güçlük çeken, Suriye'de sahada tutunabilmek için Rojava güçlerinin etkisi altındaki Demokratik Suriye Güçleri ile ittifak yapmak zorunda kalan, Türkiye üzerindeki etkisi bölgesel çelişkilerin yarattığı açmazlar karşısında yönetilemez hale gelen, Katar'daki etkisi zayıflama eğrisine giren vb. bir ABD tablosu ile karşı karşıyayız. ABD'nin, AB ve NATO üzerindeki ağırlığını yitirdiğine dair verilere değinmiyoruz bile.
 
Bu tablodan hareketle bakıldığında Kudüs'ün tanınması ile son aylardaki bir dizi gelişmenin bağlantısını kurmak zor olmayacaktır. ABD genişleyen Rus-İran etkisine karşı kendi cephesini tahkim etmeye dönük hamlelerde bulunmaktadır. Suudi krallığı içindeki dizayn girişimleri, Mısır'ın Sisi eliyle rayına oturtulması, Katar'ın Suudi basıncıyla frenlenmesi, Lübnan'ın Suudiler üzerinden ve Hariri eliyle zapturapt altına alınması ve şimdi de ABD'nin Ortadoğu hegemonyasının merkezinde duran İsrail'in Kudüs kararıyla tahkim edilmesi bütünlüklü bir sürecin parçaları olarak yaşam bulmaktadır.
 
Kudüs kararı ABD'nin İran'ı kuşatma, Rusya'yı sınırlama ve gerileyen hegemonyasını yeniden tesis etme stratejisinin öncü kollarından biri olan İsrail'in siyasi olarak tahkim edilmesi ve harekete geçirilmesi için uygun zeminin döşenmesi yönünde atılan adımlardan biridir. Filistin'i Lübnan'a bağlayan hattın kırılmaya yakın bir fay hattı olması muhtemel görünmektedir.
 
Sonuç olarak bu hamlelerle ABD etkisi altındaki güçleri tahkim ederek bir savunma hattı kurmakta ve saldırı için uygun bir güçler dizilimi elde etmeyi murad etmektedir.
 
İkincisi Trump'u bu kararı almaya teşvik eden saiklerden bir diğeri ise ABD'nin kendi iç krizidir. Trump'un ABD'nin egemen elitleri tarafından gittikçe daralan bir kuşatma altında tutulduğu biliniyor. Özellikle FBI tarafından yürütülen ve Rusya'nın ABD seçimlerine müdahale ettiği yönlü iddiaların araştırıldığı soruşturma Trump'un başının üzerinde demoklesin kılıcı gibi salınıp durmaktadır. Trump'un bu hamleyle aynı zamanda ABD elitleri ve oligarşisi üzerinde belirgin bir ağırlığı olan Yahudi lobilerini arkasına almayı ve üzerindeki basıncı düşürmeyi hesap etmiş olması da kuvvetle muhtemeldir.
 
Ne var ki bu çıkmaz bir yol gibi görünmektedir. Emperyalist statüko kapitalizmin varoluşsal krizi altında çökmektedir. Ve emperyalistler krizden çıkış için yeni savaşların fitilini ateşlemek dışında bir çıkar yol bulamamaktadır. Bir yerde oluşan denge öteki yerde yeni bir dengesizliğe yol açmakta ve kriz sarmalı genişlemektedir. Emperyalist statükonun çöküşünün ürünü olan ve halkları yeni yıkımlarla karşı karşıya getiren bu sarmaldan çıkışın tek yolu devrimdir. Emperyalist ve bölgesel gericiliklerin mezhepsel ve ulusal boğazlaşmalar üzerinden yürüttüğü hegemonya mücadelesi ancak o zemini ortadan kaldıran ve Rojava modelinde somutlaşan alternatiflerin yaygınlaştırılması yoluyla aşılabilir. Ve aşılmalıdır...